Yerel seçim süreci sona doğru hızla aktıkça siyasilerde gerginlik, buna paralel olarak artıyor. Gerek Cumhur gerek Millet ittifakı, özellikle büyük şehirler üzerinde her yönüyle duruyor. Büyük şehirler adeta psikolojik çizgi konumuna düşmüş. Öyle ki CHP açısından bir-iki büyük şehir kazanması hele İstanbul veya Ankara’yı yahut ikisini birden alması, seçimden sonra Muharrem Bey’in yani parti içi muhalefetin sesinin çıkmaması, kurultay veya kongre riskinin ortadan kalkması gibi iki büyük avantaj sağlıyor. Kılıçdaroğlu bunca yıldır seçim kazanmadan yola parti başkanı olarak bundan sonra ancak böyle devam edebilir.
Buna karşın AK Parti’nin de seçimi kazanması durumunda bazı endişeleri giderilmiş olacak. AK Parti’den kaynaklı eski siyasilerin kaybetme durumunda tetikte oldukları gerçeğinden hareketle Erdoğan, sadece muhalefete değil bu yapıya da mesajlar vererek konuşuyor. Trenden inenlerin bir daha binemeyeceklerini söylemesi gibi.
Meydanlarda Millet ittifakına HDP’nin gayrı resmi desteğini ısrarla dile getiren ve bunu sürekli PKK ile anan Erdoğan ne kadar sertse, muhalefet veya paydaşları da o derece sert bir siyaset uyguluyorlar. Bu yaklaşım kararsız seçmeni etkilemeye yönelik adımlar olsa da ahlaki analize tabi tutulduğunda her iki ittifak da sınıfta kalıyor.
Her ne kadar zaman zaman işin dozajı kaçtığında kendilerini eleştirecek beyanatlarda bulunsalar da çok çabuk unutup kaldıkları yerden devam edebiliyorlar.
Seçim havasının projelerden yola çıkarak diri ve canlı tutulması gerekirken sataşma, itham, hakaret ve siyasi şantajlarla devam etmesi, ayakların kaydırılmaya çalışılması ahlaki bir yaklaşım değildir.
Eskiden Özal, Demirel, Erbakan ve Çiller gibi siyasette rol almış duayenler, seçimlerde TV kanallarında mutlaka karşı karşıya gelir projeler ve kaynaklarıyla halka kendilerini anlatırlardı. Şimdi bir araya gelmeyi bırakın, ziyaretleşmeler de yok. Önceki genel ve şimdiki yerel seçim çalışmaları başında göstermelik birkaç ziyaret dışında siyasi yakınlaşmayı ima edecek hiçbir tavır yok. Sona doğru yaklaşıldıkça siyasiler çok agresif ve panik olduklarından halka ve değerlerine karşı yanlışlıklar yapmaktan çekinmiyorlar. Karşılıklı suçlamalar sert olunca yakınlaşma bir tarafa bırakılıyor.
Halbuki sokağın dili ve halkın beklentisi, siyasilerden daha makul ve daha olgundur. Siyasi partiler birbirlerinin açıklarını yakalayıp ifşa etmeyi siyaset, hakareti de marifet olarak algılama sevdasına tutuldular. Öyle ki kulaklar dört açık; ayıplar, açıklar ve mahremiyete ait unsurlar için neler yapılmıyor ki? Sertlik ve gerginlik artıkça akıl devreden çıkıyor.
Erdoğan’ın Meral Hanım için söyledikleri, Meral Hanım’ın Denizli’de söyledikleri, Kılıçdaroğlu’nun YPG için dedikleri, CHP’li bir bayan milletvekilin PKK için dile getirdikleri…. Her iki ittifakın bu dozajı artırarak seçim çalışmalarında bulunması gibi tablolar ya mahkemelik olmuş ya da seçmenin zihninde kötü bir imaj olarak kalakalmıştır.
Seçimden sonra göreceğimiz tablo siyasilerin şu anki kızgınlıklarının olmadığı, kahkahalar atıp beraber oturdukları meclis lokantasında afiyetle yiyip içtikleri olacak.
Sonra milleti yani seçmenlerini kast ederek ‘beraber iyi salladık’ diye nasıl kandırdıklarına şahit olacağız. Bir sonraki seçime kadar ne verilen vaatler ne söylenilmeyen projeler dikkatimizi çekmeyecek. Takibini de yapmayacağız. Kısaca öngörüsüz ve pasif davranacağımızdan kandırılacağız. Fakat sonraki seçime kadar buna inanmayacağız.
Oscar Wilde’nin dediği gibi “İnsanları kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır”.