Son bin yıllık tarihinde kaç defa zulme uğradığı bilinmeyen kadim bir kent; Halep.
Suriye iç savaşının başladığı menhus günden bu yana, katledilen insan cesetlerinin sokaklarında eksik olmadığı sahipsiz bir kent; Halep.
Esed rejiminin ekim ayında başlattığı kuşatmadan bu yana Halep'te tarihin en büyük zulüm, katliam ve vahşetlerinden biri yaşanıyor.
Asrın insanlık dramının yaşandığı kentten arş-ı âlâyı titreten ve yürekleri derinden yaralayan feryad-u figanlar yükseliyor.
Savaş uçaklarından atılan bombalar, sivil insanların beton yığınlarının altında mazlumca can vermelerine neden oluyor.
Peki, Müslümanlar olarak bizler ne yapıyoruz?
Mesuliyetimiz var mı yaşanan bu acı olaylarda?
Kendimizi sorguluyor muyuz; neden bu hale geldik, ümmet coğrafyasında yaşanan mezalimlere karşı neden bu kadar duyarsız hale getirildik?
Daha ne zamana kadar birbirimizin kuyusunu kazmaya devam edeceğiz?
İhtilafları bir kenara bırakmaya ve birbirimizle uğraşmaya ne zaman bir son vereceğiz?
Silahlarımızı kardeşlerimize değil de asıl düşmana ne zaman yöneltmeye başlayacağız?
Kısa vadede çok uzak bir ihtimal gibi gözükse de, çözüm 'birlik' olmamız değil mi?
En ehemmiyetli ihtiyaç olan ‘ümmetin vahdeti'ni neden öncelikli gündemimiz yapmıyoruz?
Küfrün tuğyan hareketine karşı neden bir araya gelip çözümler üretemiyoruz?
Zulmün yeryüzünün her tarafına yayıldığı bu zamanda, şu ana kadar asgari müştereklerde bir araya gelmiş olmamız gerekmez miydi?
Mezhebi mensubiyetlerin Müslümanların arasını daha fazla açmaması, yeni Halep'lerin yaşanmaması ve ümmet-i Muhammed'in aydınlık geleceği için nidamız tüm ümmete; Müslüman'ım diyen herkese...
Ey dünya Müslümanları, yeryüzünün mustazafları!
Ey devlet başkanları, İslamî hareket liderleri, Müslüman idareciler, Allah'ı ‘Rab' kabul etmiş bütün müminler...
İman edin, ey iman edenler!
Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ihtilafa düşmeyin, parçalanmayın; birlik olun.
Mezheplerinizi din olarak görmeyin, tüm Müslümanları kardeş bilin.
Hiç kimseye zulmetmeyin, suçsuz birini öldürmeyin; yeryüzünde adil şahitler olun.
Oklarınızı ‘Rabbim Allah'tır' diyen insanlara yöneltmeyin.
Sorunlarınızın çözümünü emperyalistlere, siyonistlere, müstekbirlere havale etmeyin.
Bir araya gelin, sizler çözüm bulmaya çalışın; sadece bir araya gelmeniz bile İslam'ın ve Müslümanların yararınadır.
Dünyevî çıkarlarınız, devletlerinizin âlî(!) menfaatleri masum çocukların, iffetli hanımların geleceğinden önemli değildir.
Cehennemin yakıcı ateşinden korunun, nefsinizi hesaba çekin.
Hesap gününün çetin bir gün olduğu hakikatini düşüncelerinizden ırak tutmayın, Allah'a hesap vereceğinizi unutmayın.
‘Fitne uykudadır, uyandırana lanet olsun' hadisini düstur edinin. Fitne çıkaranlara itibar etmeyin, sözleriniz ve davranışlarınızla fitneye sebep olmaktan mutlaka sakının.
Müslümanlar arasındaki tefrikaların körüklenmesi için envai çeşit desiseler tasarlayan ve uygulayan karanlığın askerlerine odun taşıyan hamallar olmayın.
Özünüze dönün, Kur'an'a dönün. Bu ne haldir, bu ne zillettir! Yetmez mi bu zillet hali!
Çocukları enkaz altında kalan çaresiz annelerin göğü inleterek dünya Müslümanlarını Allah'a şikâyet edişlerini duymuyor musunuz?
Empati nedir bilmiyor musunuz?
Tüm bunlar sizi benliğinize döndürmeye yeterli sebepler değil mi?
Artık özünüze dönme zamanı gelmedi mi?
Şair ne güzel noktayı koymuş:
“Göster Allah'ım bu ümmet kurtulur tek mucize,
Bir ‘utanma hissi' ver gaib hazinenden bize!”