“Her insan tek başına ölür” diye muazzam bir söz söylemişti ölümü hakkıyla kavrayan bir düşünür. Nefs her ne kadar uzak gösterse de herkes ölüm denen kıyametle yüzleşecek bir gün bunda şüphe yok. Hatta kanıksama var denebilir. Yani herkes “Bir gün sıra bize de gelecek” diyebiliyor.
Ancak trajik olan insanın ruhen yalnız ölmesidir. Kişinin en yakınlarından tutun en etkili ve yetkili insanlara kadar herkes bu ruhi yolculuğa tek başına çıkar. Bundan daha trajik olanı ise kitlelerin topyekûn katledilmesi ve üzerlerine “yokluk perdesinin” çekilmesidir.
Kalabalık içindeki insan yine yalnız ölür ama bu kez beraber bulunduğu kalabalıkta yalnızdır. Bu hal dünyanın tüm mazlumları için bir kadermiş gibi dayatılmaktadır. Dünyanın dört bir yanında bu tür manzaralara rastlamak mümkündür. Ancak mevzu Ortadoğu ve İslam Dünyası olduğunda hem maruz kalınan zulmün dozajı artmakta hem de buna karşı gösterilen tepkisizlik-sessizlik daha ince planlarla hesaplanmaktadır.
Öyle ki; bir şehir bombalandığında yanı başındaki diğer bir şehir vurdumduymaz davranabilmekte, Arş'a yükselen feryatlara kulaklar tıkanmakta dökülen gözyaşlarına ve akıtılan kanlara kayıtsız kalınmaktadır. Oysa dün komşunun kapısını çalan belanın yarın senin kapını çalacağı mukadderdir.
11 Eylül sonrasında Haçlı-siyonist ittifakın önceden planlanmış bir şekilde İslam Dünyasına yönelmesiyle başlayan süreçte işgaller yıkımlar ve akabinde teslim alınmış “çok parçalı bir coğrafya” hedeflenmişti. Nitekim ortaya dökülen haritalar bunu ilan ediyordu. Her defasında adına “Yeni Dünya Düzeni” denilen bu projelerde şaşmayan tek şey “Müslümanların kitleler halinde öldürülmesiydi”
Bu planlamalardan uzak olmayan israil her fırsatta mazlum Gazzeli'lerin üzerine olanca gücüyle saldırdı ve ne hikmetse bu işgal ve kıyım girişimlerinin birçoğunu da özellikle Ramazan ayına denk getirdi. Bu mübarek ay bir yandan Müslümanlar eliyle Müslümanlara “eğlenceler(!)” pazarlanarak asıl mecrasından çıkarılıyor bir yandan da eğlenen Müslümanların gözleri önünde Gazze'ye “Dökme Kurşunla” ölüm yağdırılıyordu. Bu üst üste o kadar çok tekrarlandı ki Ümmet buna alıştı insanlık bunu kanıksadı.
Şimdi yine mübarek bir zaman diliminde yine sivil Müslümanları ayırt etmeyen operasyonlara şahitlik ediyoruz. Musul'da bir milyona yakın insan şehri terk etmiş neredeler ne haldeler ilgilenen soran yok. Musul'a atılan “fosfor bombalarının… Bu Ramazan ayında kullanılan kimyasal silahların hesabını sora(bile)n yok… Rakka'daki sivillere göz göre göre atılan bombalarla ilgilenen yok hatta kaç sivilin öldüğüyle de ilgilenen yok.
Bir yanda Ramazan ayı iftar sofraları ve Müslüman halkı sessizce uyuşturan “Ramazan eğlenceleri(!)” için yarışanlar bir yanda da musibet zâde ümmetin mazlumları ve tek başına ölen kitleler vücudun azası olmalıyken ayrı düşenler…