Karanlığın üstünü örten güneş gibi bir İslam doğdu yüreklerde. Gökyüzü tebessüm ederken, vahyin kapıları sonuna kadar açılmışken insanlığın kurtuluşuna bir yol gösterdin... O yol asırlar sonra hala gönüllerde tazeliğini koruyor ve yolculuğunu sürdürüyor. Fıtratın susuzluğunu gideriyor. Bir yandan bu yolda Sen’i her daim hatırlamak ve yaşamak bileti kesilirken, diğer yandan sensizlik bileti kesiliyor hasretle... Gösterdiğin yolda ilerledikçe en keskin ve meşakkatli kavislerden bir güneş beliriyor. Bu yolda Sen’i yaşadıkça, anladıkça ve yandıkça...
Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz sensizlik Efendim! Bu mekânlar, bu asırlar, bu ahir zaman sensizliği çeker içine her lahza... Sen olmadığın kadar hasret doluyken, sana inancımız kadar da yakınsın aslında bize. Hayatımız baştan sona Sen’le yaşama niyetini taşıyorken, gözlerimizse görmeden sevmenin buruk bir hüznünü taşıyor kirpiklerinde... Gözyaşları sensizliğe akıyorken hasret yüreğimizde kor olup yakıyor. Yandıkça Sen’de eriyoruz. Yandıkça Sen’in öncülüğünde olan hak yolun dallarından tutunuyoruz. Yandıkça asr-ı saadetin şifrelerini günümüze kodluyoruz. Yandıkça bir Mekke yaşanıyor ve bir Medine düşlüyoruz. Yanmak ne güzelmiş Ya Resulullah! Senin önderliğinde yanmak ruhi ve bedeni nice güzelliklere bedelmiş...
Gönüller Sen’i tanıdıkça hicran büyüyor. Hicran kanattıkça sevgi şahlanıyor. Sevgi kanatlanırken gurbet yüreklere vuruyor. Gurbet göklerce genişlerken, sıla yağmur dolu bulutlar oluyor. Seni andıkça müptela yürekler meydanlarda haykırıyor... Sonra zamana soruyorum sensizliği... Zaman, doğduğun ana şahit olamadığı için saniye saniye eriyor ahir zaman takvimlerinden... Efendim! Zaman zamandan yoksunluğuna ağlarken, biz de Sen’i görememe yoksulluğuna ağlıyoruz. Siyah gözlerine bakamadan, bu hayatın eşiğinde gözlerinin hayali peşindeyiz. Bir de uyanık gönüllerin gecelerinde belki rüyalara teşrif edersin diye bekliyoruz...
Ashabın vardı aşk katresinde itaati işliyorlardı amellerine her dem. Hani ashabından Cabir vardı ve bir gün Sen’in gelişini seyrediyordu. Gökyüzündeyse ay vardı. Cabir bir sana bir dolunaya bakıp diyecekti ki; “Bir dolunaya bir Resulullah’a bakıyorum, vallahi Resulullah dolunaydan daha güzel!” Seni sevdiler, Sen’le büyüdüler ve Sen’le yürüdüler... Ve içre içre acı çektiniz bedenlerinize. Getirdiğin davayı omuzlayan hak bir ümmetin azalarıydı her biri... Sevgiyi yüklemişlerdi omuzlarına. Öyle bir sevgiydi ki; acıda, elemde, tasada bir hiç oluyordu. Sen’i sevmek ve yolundan gitmek hiç ediyordu tüm dertleri... Ve hedefiniz vardı, umudunuzun arkasında beslediğiniz... Ve –biiznillah- getirdiğin dava ne yüceymiş Ya Resulullah! Vefa ne değerliymiş... Şimdi dönüp soruyorum bize... Senin sevgin her çilenin önünde mi? Derdimiz dünyalık mı? Ahiretlikse de sana olan sevgimiz eritebiliyor mu yolunda çekilen dertleri?
Ah Efendim! Getirdiğin risalete taş atanlar var tıpkı Taif’te taşlandığın gibi. Önünü kesmek istiyorlar her dem tıpkı Mekke müşrikleri gibi. Ebu Talip mahallesinde Sen ve ashabın boykotlandığınız gibi, şimdi de Sen’i hayattan çıkarma boykotları uygulanıyor kirli ellerce. Hak ve batıl sürüyor ilk günkü gibi... Ama bu kirli ellerin yanında, vahiy ritimlerinin eşliğinde hayatı Sen merkezli yaşayan yarenlerin var... Mute’de tevhit sancağı düşmesin diye çolak elleriyle tutmaya çalışan Caferi Tayyar gibi. Şimdi de nefs ve dünya savaşında tüm çetrefillere rağmen, tevhit sancağını dalgalandıranlar var...
Efendim! Takvimler her güne bir özelliğini yazsa bitmez... Zaman hangi meziyetinin yüceliğini büyütsün ki bağrında? Bir annenin çocuğuna olan ilgisi gibiydi, ümmete olan merhametin! Ve o derin adaletin! Ve o çağlara meydan okuyacak ahlakını anlatmaya kelam kifayetsiz kalır, kelam bükülür... Her insan, her toplum, her tarih ahlakını kuşansa, zaman gül demetleri sunacak dünyaya... Ama Efendim, cehalet babaları hala sahnede hiç eskimeyen yüz/süzlük/leriyle...
Hayatın kilit noktası sadece Sen’i sevmek ve özlemektir Efendim! Çünkü sevmek; yürümek, yaşamak, koşmak, fedakâr, cesur olmak ve yolundan gitmek demek... Ve bu sevginin semeresi Allah’a amade olmak demek...
Özlem ise; Sana kavuşmanın ilk kıvılcımı,varmak, erişmek, ebedi dünyada Sen’le birlikte olmak demek. Sana kavuşmayı hedef edinmek demek... Ama bunun içinde önce ölümüne sevmek gerek! Sevmek, özlemi kamçılayacaktır her seferinde. Vuslata ne kadar özlem duyulursa, sevmek o kadar artar yüreklerde ve eylemlerde... Sevmekse yorulmaz bir yolda rotanı takip etmenin adıdır... Zaten o rotadan sonra özlem gemisi sahil-i selâmete kavuşur...