Üstad, Mektubâtında Nakşi tarikatinin özü hükmündeki; “Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çârı terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” sözüne kendi yolunun esasını beyan eder gibi şöyle nazire yapar: “Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.”
Yani Nakşilikte; dünyayı, ahiretteki karşılığı, benliği, riya ve ucb şüphesi taşıyan ‘şunları işte şöyle terkettim’ demeyi bırakmak lazımken, Acizliğini bilme yolunda ise; Allah’a sürekli muhtaçlığını ve O’na karşı çaresizliğini bilmek, her daim şükretmek ve sürekli şevkli olmak gerek..
Birini diğerinin tam olarak alternatifi görecek değiliz ancak Üstadın söz ettiği yeni düşünce sistemi; riyazetin esprisi olan helalleri de/mübahları da azaltma gayretinden veya nefsin meşru isteklerinden sıyrılma çabasından ziyade, hakikat odaklı, yani idrak etme ve aktif etme üzerine kurulu.
İmam Rabbânî Hazretlerinin de Mektubâtında birkaç defa zikrettiği misal de biraz dolaylı biçimde bu konuyu işler: Ashâb-ı Kehf’in o yüce mertebeye gelmesindeki sırrın, onların nefislerini aç ve susuz bırakmaları değil, kritik zamanda sergiledikleri mücadele ve kıyamları olduğunu belirtir.
Biz buna, kendi ve zaman ve şartlarının hakkı ve lüzumu olan disipline riayet etmeleri de diyebiliriz.
Yine verdiği şu misal de bu mânâyı teyid eder: ‘Maruf sınırlar içinde bir valinin/yöneticinin halkın maslahatına olan bir evrakı imzalaması, sıradan birinin altmış yıllık nafile ibadetine denktir.’
Üstad, yerindelik ilkesinden önce farkındalığa vurgu yapıyor.
Varlık ve değer arasındaki ibtidaî irfanın biraz ötesine geçerek, modernizmin ters çevirdiği gücü, doğru anlamlandırma ile işe başlıyor.
Hümanizmanın, anime ettiği “güç bende artık!” diye bağıran mitoloji etiketli “he man” metaforu yerine, muvahhidliğin, “Lâ havle velâ kuvvete illa billâh” şiârını öne alıyor. Gücün, kuvvetin yalnız Allah’a/Hakk’a ve hakikate izafesini merkeze koyuyor.
Buradan bir insan tarifi yapıyor: “Her hal-ü şartta, mutlak surette, Allah’a muhtaç ve hiçbir ihtiyacını da Allah nasip etmeden alamayacak/yapamayacak kadar biçare, zayıf ve güçsüz varlık/kul.”
Ve sıra şuurunda olmaya geliyor. Allah-ü Teala’nın, yedi-yirmidört, açık-gizli, yakın-uzak, maddî-manevî, aklî, ruhî, kalbî, bedenî vs bütün verdiklerini sürekli O’ndan bilmek, bunu ikrar etmek ve şükran hissiyle hareket etmek..
Sonra hiç sönmemek, durmamak, yavaşlamamak, yokuşu ve pedalı unutmamak, heyecanını hep harlamak, azmini bilemek, sa’yine ram olmak, aktif olmak..
Davasının ufkuyla, bulunduğu nokta arasındaki istikamet yürüyüşünde aktif olmak.
Dili ile kalbi salavat ve duadan kurumasın diye aktif olmak.
Kur’anı ve Sünneti öğrenirken, öğretirken, düşünürken, hallenirken, amel ederken aktif olmak.
İlmin, marifetin, okumanın, kitabın, davetin aktifi olmak.
Namazın, caminin, sohbetin, muhasebenin aktifi olmak.
Kardeşliğin, akrabalığın, komşuluğun, ziyaretin, yardımlaşmanın, hasbihalin, diğergamlığın aktifi olmak.
Allah için tasaddukta bulunmanın, infak etmenin aktifi olmak.
İnşa etmenin, ıslah etmenin, affetmenin, kusuru örtüp görmezden gelmenin aktifi olmak.
Düşeni kaldırmak, dertliyle dertlenmek, yetimi gözetmek, unutana hatırlatmak, harekete geçirmek, aşka getirmek için aktif olmak.
Ve dehre ta’n etmeden, şerrinden Allah’a sığındığı her türlü araç, vasıta ve imkân ile maksuda giden yolda sabredip yarışırken aktif olmak.
Rabbim cümlemize şevk-i mutlak nasip eylesin. Amin.