Kimi zaman, lisan-ı hâl, güçlü anlatımıyla lisan-ı kalı geride bırakır. İnsanın vaziyetinin sessiz anlatımı, dilinin sesli anlatımını geçer. Lisan-ı hâl, güçlü bir hitapla buluştuğunda ise fırtına koparır, okyanus dalgalandırır.
Şeyh Ahmed Yasin’in lisan-ı hâli herhalde dünya tarihinin en güçlü lisan-ı hâlleri arasında yer almıştır. Hitabı da sesiyle ters orantıda güçlüdür. Ama hitabı, gücünü çok söylemekten değil, lisan-ı hâlinin oluşturduğu zeminden alır.
Şeyh Ahmed Yasin, az konuşan ve yazılı bir eseri olmayan bir şahsiyetti. Lâkin onun lisan-ı hâli, çağına ve çağından sonrasına sürekli bir hitap hâlindedir. İnsana, iradesini hatırlatan, bahaneye yer bırakmayan, çaresizlik psikolojisine karşı meydan okuyan bir hitap… Mazereti ortadan kaldıran bir sesleniş…
İnanan insan, yüce bir vazifeyi terk ettiğinde iç dünyasında çatışmalar, huzursuzluklar yaşar. Bu çatışma ve ruh hâlinden kurtulmanın yolu, mazeret bularak terk edişi meşrulaştırmaktır. Zamanın yokluğu, imkânların azlığı, düşmanın gücü… çoğu zaman başvurulan uzak mazeretlerdir. Ancak bir zamanlar askere gitmemek için şehadet parmağını kesen kişiler misali en bariz ve en kolay mazeret, bedensel bir yoksunluktur. Bu fizikî ve görünen mazeret insana çok şey söyleme ihtiyacı bırakmaz. Çünkü kolun tutmaması, bacağın kusurlu olması… Çok söz gerektirmez.
Şeyh Ahmed Yasin’de bacak yok, kol da yok ve hiçbiri olmamasına rağmen Şeyh Ahmed Yasin, hiçbir mazeret ileri sürmez. Kendisini ayağa kaldıracak bir bedeni yok ama ruhu dimdik ayakta, mazerete sığınanlara hiçbir sığınak bırakmaz. Mazereti olmayanlara gelince hâliyle, onları utandırır, onlardaki iradeyi harekete geçirir, onlardaki çökmüşlüğü kıyama dönüştürür.
DURDURULAMAYAN BİR İRADE
Ahmed Yasin, hayatı “ibadet, hicret, cihad ve şehadet” olmak üzere, her biri İslam’da büyük bir öneme sahip dört kavram etrafında özetlenen bir önderdir.
Ahmed Yasin, insanın, iradesinin gücünü keşfetmişse hiçbir engele takılmayacağının bir abidesi gibidir.
1937’de Filistin'in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde doğdu. Henüz üç yaşında iken babası vefat edince yetim kaldı, kardeşleriyle birlikte annesi tarafından büyütüldü.
Henüz on bir yaşında iken 15 Mayıs 1948'de israil kuruldu ve Filistinlilerin en-Nekbe olarak adlandırıldıkları büyük felaket yaşandı. Filistinliler topraklarından çıkarıldı, yerlerine Yahudiler yerleştirildi. Sürgün edilen aileler arasında Ahmed Yasin’in ailesi de vardı. Aile yokluk içinde Gazze’ye yerleşti. Ahmed Yasin, bu hicretten sonra yoksulluktan dolayı bir süre öğrenimine ara verdi.
Lâkin, Ahmed Yasin 1952’de Gazze İmam Şafii Okulu'nda ilköğrenimini tamamlayıp er-Rihal Ortaokulu'na geçti ve henüz on beş yaşında iken feci bir kaza geçirdi. Bir yüzme faaliyeti esnasında kafasının üstüne düştü, boyun kemiği kırıldı ve gövdesi felç oldu.
Bu hâli yaşayan pek çok insan, aktivitelerini sınırlandırmış, sinir krizleri içinde eve hapsolmuştur. Halbuki Ahmed Yasin, bu hâl ile er-Rihal Ortaokulu’nu bitirdi, 1958 yılında Filistin Lisesi'ni de tamamladı.
Ahmed Yasin, öğretmenlik sınavını da başarıyla geçip tayin başvurusunda bulundu. Gazze’de eğitim işleri Arap Komünistlere teslim edilmişti, eğitimle ilgili komisyonlar da onlardan oluşuyordu. Bunu bilen bir arkadaşı, Ahmet Yasin tayin için başvurmaya giderken ona geri dön çünkü sonuçlar belli, seni almazlar, dedi. Ama iradesinin tezahüründe ısrarcı olan Ahmed Yasin, ey kardeşim, zannediyor musun ki ben komisyonu etkilemeye gidiyorum, hayır vallahi ben Allah’a tevekkül ettim, eğer o hayrı takdir etmişse buna hiçbir şer engel olamaz, dedi.
Güçlü bir irade, Allah’a tevekkülle buluşmuşsa artık onun için engel yoktur. Eğitim müsteşarı, bedensel engelli olduğu gerekçesiyle onu göreve başlatmak istemedi. Fakat müdürün insafa gelmesi ve emretmesiyle Ahmed Yasin’in öğretmenlik hayatı da başladı. Böylece iradesinin önüne geçecek engeli aşmış, daha doğrusu iradeleri harekete geçirmesini engelleyecek engelleri aşmış, kendi iradesiyle genç neslin iradesi arasında temas kurma, genç neslin iradesini etkileme imkânı bulmuştu.
Ahmed Yasin, öğretmenlik yaparken kendisini ilmî yönden de geliştirdi ve Mısır’a gidip yükseköğrenimini tamamlamak istedi. 1964’te Mısır’a geçti, orada bir yıl eğitim aldı ancak bir süre tutuklanıp serbest bırakıldıysa da ikinci yıl Mısır’a girmesine izin verilmedi. Çünkü Cemal Abdünnasır yönetimi, Seyyid Kutub’un henüz hapiste olduğu günlerde Ahmed Yasin’in de İhvan-ı Müslimin ile irtibatını tespit etmiş ve onu engellemişti.
Ahmed Yasin, bu sorun karşısında kendisini kısıtlamadı, aksine sorunu fırsata dönüştürdü. Filistin’de istila altındaki topraklarda, Solun ikinci bir istilacı olarak toplumsal yaşama hükmetmeye başladığı günlerde kendisini, gençleri İslam’la buluşturmaya adadı. Böylece engelli bedeni için en uzun koşu süreci başladı.
Ahmed Yasin, henüz 1952’de o feci kazayı geçirmeden İhvan-ı Müslimin’le tanışmış, onun güçlü iradesi davet yöntemleri ve teşkilat bilgisiyle buluşmuştu. İhvan-ı Müslimin içinde öğrendiklerinin de yardımıyla Gazze’de bir İslam Merkezi kurdu ve davet çalışmalarına başladı. Öğretmenlik hayatında azmi kadar, Komünistlere muhalif oluşu da onun halk arasında tanınmasını sağlamıştı. Bunun için halkla buluşmakta güçlük çekmedi.
1967’de Mescid-i Aksâ dahil bütün Filistin, Siyonistler tarafından işgal edilince Arap dünyası umutsuzlukla yüz yüze kaldı. Daha sonraki çırpınışlar da israil’e alan sağlamaktan öte bir iş görmeyince bu umutsuzluk yerini “öğrenilmiş çaresizliğe” bıraktı.
“ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞE” KARŞI İRADE
Aslında “öğretilmiş çaresizlik” denmesi gereken “öğrenilmiş çaresizlik”, tam da 1967’de, Kudüs’ün israil tarafından istila edildiği yıl, Amerikalı Yahudi Psikolog Martin Seligman tarafından ortaya atılan bir psikoloji tezidir.
Teze göre hayvan ve insanlar, davranışlarının sonuç getirdiğini görmeleri koşuluyla harekete geçerler. Seligman’ın ifadesiyle insan ve hayvanlar; davranışlarıyla davranışlarının sonuçları arasında bir bağlantı olduğunu öğrenirlerse harekete geçerken; davranışlarıyla davranışlarının sonuçları arasında bir bağlantı olmadığını öğrendiklerinde harekete geçme özelliklerini kaybederler.
Seligman, “öğrenilmiş çaresizlik” dediği bu hâle sürüklenen kişilerin artık felaketleri gözetlemekle yetineceklerini ve felaketler karşısında iradelerini kullanma, çözüm arama kabiliyetlerini yitireceklerini iddia eder.
Tez, Siyonistlere umut vermek üzere özellikle mi hazırlanmıştır? Bunu bilmiyoruz. Ancak İslam dünyasında böyle bir psikolojinin henüz 1918’den itibaren oluşturulduğunu biliyoruz. Araplar, özellikle Filistin bağlamında direndikçe kaybedecekler ve gün geçtikçe Siyonistler karşısında iradelerini tatil ederek, bir tür duruma alışarak, israil’in varlığını normal görmeye kendilerini zorlayarak yaşamaya başlayacaklardır.
Seligman, deneylerini köpekler üzerinde yapmış, dolayısıyla bir tür evcil köpek gibi ehilleştirilmesinin yolunu keşfeder görünüp o ehilleştirmeyi istilacılara öğretmeye çalışmıştır.
Şeyh Ahmet Yasin’in büyük zaferi, bu öğrenilmiş/uydurulmuş/öğretilmiş çaresizliği, (haşa evcil bir köpeğe dönüştürülme projesini) iradesiyle bozmasıdır. O felçli hâliyle dahi insanın yüce Allah tarafından bahşedilmiş bir iradeye sahip olmakla, asla hayvansal bir çaresizliğe mahkum olmadığını ispatlamıştır.
ŞEYH AHMED YASİN VE İNTİFADA
Şeyh Ahmet Yasin, İslam dünyasının duyarsızlığı karşısında ve Arap devletleriyle Filistinli örgütlerin direnişlerinin gevşemeye yüz tuttuğu koşullarda çocuklardan başlayarak iradesine inanan kadrolar yetiştirdi.
1987’ye gelindiğinde o kadrolar, sapan taşlarıyla israil’in tank ve toplarının karşısına dikildi. Onlar, bireysel bir tutum içinde değildiler. Teşkilat olmanın gereğine inanmış, o inançla teşkilatlanmış, hiyerarşik bir yapı içindeki mücahidlerdi. Şeyh Ahmet Yasin aynı süreçte İslamî Direniş Hareketi HAMAS’ın kuruluşunu da ilan etti, israil’i ve dostlarını şaşkına uğrattı.
İsrail, o güne kadar neredeyse her savaşı kazanmış; Arap devletleri ellerindeki imkânlara rağmen her direnişlerinden yenilgiyle ayrılmışlardı. HAMAS’ın öncülük ettiği ve İntifada denen Filistin direnişi karşısında ise israil’in kararlılığı ilk kez sarsıldı; umutsuzluk, Filistin tarafından israil tarafına geçti. İsrail, saklamaya çalışsa da pek çok Yahudi yerleşimci öğrenilmiş çaresizlik psikolojisiyle Filistin’i terk edip Amerika gibi ülkelere geçmeye başladı. İsrail, onların yerini doldurmak için, çoğu zaman başına iş açan radikal Yahudilere mahkum oldu.
Şeyh Ahmed Yasin, 18 Mayıs 1989'da tutuklandı; 3 Ocak 1990’da mahkemeye çıkarılırken “Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanundışıdır." diye haykırdı. Felçli bedeninde, hiçbir çaresizliği tanımayan sapasağlam iradesini bir kez daha duyurdu.
"Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki onun şartını kabul edeyim" sözleriyle de bir kez daha Siyonistlerin umutlarını yaktı, onları öğrenilmiş çaresizliğe itti.
İsrail, Şeyh Ahmed Yasin’in insanlığa ibret iradesi karşısında 1994’te tarihinde ilk kez çekilmeyi kabul eden bir anlaşmaya razı oldu. Arap ordularının, Filistin örgütlerinin kabul ettiremediklerini Şeyh Ahmed Yasin’in iradesinden ilham alarak taş atan çocuklar, israil’e kabul ettirdiler.
Şeyh Ahmed Yasin de 30 Eylül 1997’de serbest bırakıldı. 22 Mart 2004’te ise Gazze’de israil’in bir suikastıyla can verdi. Ama onun iradesi yaşamaya devam ediyor. Onun felçli bedeni, Allah’a kul olanın, Allah’a dayananın öğrenilmiş çaresizliğe mahkum olmadığını hem Filistin’e hem İslam alemine hem bütün dünyaya bir kez daha öğretti. İsrail, dünyayı aciz bıraktı ama Allah’a dayanan Şeyh Ahmet Yasin’in hakkından çıkamadı, onu şehid ederek ondan kurtulmadı, aksine Filistin özgürleşinceye kadar onunla mücadele etmeye duçar oldu.
Zira bir şehid olarak Filistin çocuklarının kulaklarını çınlatmaya, onların zihin ve kalplerine irade sahibi olduklarını ve asla öğrenilmiş çaresizliğe mahkum olmadıklarını anlatmaya devam ediyor.
Şeyh Ahmed Yasin, bir şehid olarak iradesi olanın aciz olmadığını, Allah’a tevekkül edenlerin müstekbirleri aciz bırakma kudretine sahip olduklarını felçli bedeniyle haykırıyor.
Allah rahmet eylesin…