Mehmet Emin Özmen / araştırma / doğruhaber
Cizre’de dünyaya gelen bu Allah dostunun doğum tarihi maalesef bilinmemektedir. Cizre’nin köklü ailelerinden olan Hacı Zuraf (Bugün hala Cizre’de Özkan, Oktaykaan ve Emek soy isimlerini taşıyanlar) ailesine mensuptur ve Hacı Zuraf’ın öz amcasıdır.
Kendisi ilk eğitimini Cizre’deki Kırmızı Medrese’de alır. Keskin zekâsıyla dikkatleri üzerine çeker ve ilimde belirli bir seviyeye geldikten sonra hocası; “Artık benim sana verebileceğim bir şeyim yoktur” deyip onu ilim tahsili için başka yerlere yönlendirir. Tabi bu tür durumlarda birçok Şeyhin hayatı ile ilgili halk çeşitli menkıbeler anlatır. Şeyh’in Cizre’den ayrılması ise şöyle bir menkıbeye dayandırılır. Şeyh Halid, Kırmızı Medrese (Medresa Sor)’de talebe iken bir gün yağmur yağar. Medrese’nin damının akmaması için hemen silindir (Banger) ile sıkıştırılması lazımdır. Hocası, Şeyh’e bu görevi verir. Şeyh Halid dışarı çıkar. Ancak yağmurdan dolayı saçağın altında kendini korumaya çalışır. Bu arada silindir damı yıkacak gibi gidip gelmektedir. Şeyhin hiç ıslanmadığı görüldüğünde artık hocası kendisine yukarıda yaptığı konuşmayı yapar ve başka hocalara gitmesini tavsiye eder. O da her alim gibi “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” hadisi gereğince Mevlana Halidi Bağdadi’nin yanına gider.
Mevlana Halid’in son halifesi olarak hem ilmi hem de manevi dersler alır. Mevlana Halid kendisine halifelik verdikten sonra onu tekrar Cizre’ye gönderir ve Cizre halkını irşad ile görevlendirir. Kendisini Cizre’ye gönderirken de; “Cizre halkı irşad olmadan senin Cizre’den ayrılmana izin yoktur.” diye talimatta bulunur. Cizre’de insanları hakka davet eden bu ilmiyle amil âlimin çalışmaları sonucu, kısa sürede gözle görülür İslami bir gelişme olur.
Bu hal böyle devam eder. Bir gün Cizre’de şöyle bir olay olur. Cizre’den kayık (Kelek) ile Dicle nehrini geçen yolculardan biri kayıkta heybesini unutur. Günlerce o heybe orada kalır. Sahipsiz kalan bu heybeyi bir gün bir Cizreli alır. Bunun üzerine tüm Cizreliler heybeyi kendisine ait olmadığı halde alan adamı ayıplar ve onu dışlarlar. Cizre halkının bu hassasiyetini gören Şeyh Halid, artık onların Mevlana Halidi Bağdadi’nin işaret ettiği noktaya geldiklerini anlar ve Cizre’den ayrılıp, başka bir yerde İslami tebliğ ve irşad vazifesinin zamanının geldiğini anlar.
İlk önce Botan’daki Kêrhver (Demirboğaz) köyüne gider. Ancak Basret (İnceler) Köyü, Dêrşev ve Hacı Aliya aşireti arasında fitne unsuru olduğundan iki aşiretin arasını bulmak için bu köye yerleşir. İstenen barış tesis edildikten sonra Şeyh artık bu köyde kalıcı olarak oturur. Aynı zamanda Basret Köyü Nakşibendîliğin o bölgedeki başkenti olur. Çünkü birçok yerden Şeyh’in sohbetine katılmak ve ondan ilmi/manevi dersler almak için buraya fakihler akın etmeye başlar.
En önemli talebeleri Seyyid Sıbğetullah Hizanî ve Mardinli Seyyid Hamid Hamidî’dir. Ğavsê Hizanî olarak bilinen Seyyid Sıbğetullah’ın hocası Seyyid Taha bir gün öğrencisine; “Ben senin tasavvuf ve tarikat çalışmaların için istihare ettim. Bundan sonra amel edeceğin ve riyazet yapacağın dergâh Basret’tir. Artık bu dergâhın postnişini ve aynı zamanda Mevlana Halid’in son halifesi olan Şeyh Halid el-Cezerî’nin yanına git ve orada eğitimine devam et” diye emir verir.
Mardinli Şey Hamid Hamidî’ye gelince, şecere kitabında yazıldığına göre Şeyh’ten halifelik alışını şöyle anlatmıştır: “Nasihatlerinden faydalanmak ve sözleri ile amel etmek üzere, Salih bir kişi soruşturup araştırıyordum. Bu hususta düşünüp duruyorken, Şark’ta (Cizre) ilmi ile amil, istikamet sahibi, harika halleri olan bir Şeyh’in bulunduğu haberini aldım. Kalbim ona meyletti. Ben bu halde iken, Şeyh Halid’den bir mektup aldım. Mektupta kısaca; “Sen bize gelirsen iyi olur, inşallah senin fütuhatın bizim elimizle olacaktır.” deniliyordu.
Şeyh Halid, Hz. Yusuf gibi bir yüz güzelliğine sahipti. Kendisinin yüzüne bakan insanlar hayretler içerisinde kalıyorlardı. Bu yüzden kendisi için Şeyh Halid el-Cezerî, Sahibu’l-Vechu’l-Kamerî deniyordu. Hatta nazardan sakındırmak için bazen hocaları kendisine yüzünü örtmesini tavsiye ederlerdi. Bu nedenle, sonradan bazı mutasavvıflar tarafından gelenek haline getirilen, “Taylasan” denilen bir mendil ile yüzünü örttüğü oluyordu.
Şeyh’in 4 kızı vardı. Bu kızlarından üçünü âlimlerle evlendiren Şeyh, bir kızını Cizre’den Ensari ailesine gelin etmiştir. Diğer kızlarından biri Şeyh Salihê Sipikî, biri Muhammed Mardinî, en sonuncusunu ise Şeyh İbrahim ile evlendirmiştir.
Şeyh Halid ilim, irşad ile bir ömür geçirip, miladi 1839’da Basret’te vefat etti. Türbesi aynı köyün karşısındaki kabristandadır. Vefatından sonra kendisinin vasiyeti üzerine aslen Betlis’li Sipika aşiretinden olan Şeyh Salihê Sipikî, Basret postnişini olur. Basret postnişinleri şu şekilde sıralanır.
Şeyh Halid el-Cezerî
Şeyh Salihê Sipikî
Şeyh Esedê Hınukî
Şeyh Muhammed Aynî
Şeyh Halidê Zıbarî
Şeyh Ömer ez-Zenganî
Şeyh Hüseyin el-Basretî
Şeyh Halid’in Cizre’de halvetgah olarak kullandığı çok küçük bir odası ve kendisinden kalma üzerinde Kur’an ayetleri yazılı olan bir tas kalmıştır. Şeyh Halid’in amcası olduğu Hucı Zuraf, benim annemin dedesidir. Bu nedenle Cizre’ye gittiğimde anne tarafımdan atam olan Şeyh Halid’in halvetgahını ziyaret edip, 2 rekât namaz kılıyorum.
Cizre’deki ailesi Özkan, Oktaykaan ve Emek soy isimleri ile devam ediyor. Hala Cizre’de bu aile çocuklarına Halid ismini veriyor. Kendilerinden dileğimiz, Şeyh Halid’in hatırasını yaşatmalarıdır.
Doğru Haber Gazetesinde yazdığımdan bu yana sadece Cizre’den İbnu’l-Esir Kardeşler, Ebu’l-İzz El-Cezerî, Molla Cezerî ve Şeyh Halid el-Cezerî’nin biyografilerini ele aldım. Bu bile başlı başına Kürtlerin İslam tarihi içinde yetiştirdikleri ilim ehli ile ilgili bilgi vermeye yeterlidir.