29 Haziran 1925 tarihinde Şeyh Said Efendi, dönemin dikta rejimi tarafından kurulan İstiklal Mahkemelerinin verdiği kararlarla 46 arkadaşıyla birlikte darağaçlarına çıkarılarak idam edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında rejim, işgalci devletlere göstermediği gücü bölge halkına gösterdi. Bölgede büyük yıkımlar ve katliamlar gerçekleştirildi.
Şeyh Said de rejim tarafından bir isyancı olarak anıldı. Yapılan katliamları meşru göstermek için iç siyasette Kürt isyanı olarak gösterilen bu hadiseler, dünyaya gerici hareket olarak servis edildi.
Şeyh Said Efendi kimdi ve ne için kıyam etti? Dönemin rejimini yöneten Mustafa Kemal, Şeyh Said ve arkadaşlarının idamın da rolü neydi? Aynı dönemde yaşayan ve rejimin mağduru olan Said Nursi ile Şeyh Said’in birbirleriyle ilişkileri nasıldı? Resmi tarih kitaplarında Şeyh Said kıyamına isyan deniliyor, bunun düzeltilmesi ile alakalı bir çalışmanız oldu mu? Şeyh Said Kürtlerin çok saygı duyduğu ender şahsiyetlerden biri, onun ve arkadaşlarının misyonu neydi? Gibi soruları yanıtlayan Şeyh Said’in torunu Abdulilah Fırat İLKHA muhabirine önemli açıklamalarda bulundu.
“İlmi özelliklerinden mücehhez olan insanlar büyük hadiselerin yöneticiliğini yaparlar”
Şeyh Said Efendi’nin ilmi ve soyu ile ilgili bilgi veren Fırat, “Büyük hadiselerin liderliğini yapan insanların mutlaka belli özellikleri var. Yani tarihi serüvende de mütalaa ettiğimiz takdirde büyük hadiselerin liderliğini yapan insanlar mutlaka ya soy bakımından ya aile bakımından ya da ilmi özelliklerinden veyahut da dünyevi kabiliyetlerinde mücehhez olan insanlar büyük hadiselerin yöneticiliğini yaparlar. Sıradan insanlar yapamaz. Şeyh Said Efendi de soyundan gelen şeref ve yücelik, ruhen, büyüklük duyulacak bir ailedir. Çünkü anne tarafından da dedesi Hazreti Resulallah, baba tarafından da Hazreti Ali'dir. Birçok muhaddis, alim, edip, fakih, şerh çıkartan, tarihe iz bırakan ailenin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerin yanında geçen yüzyılın da ailenin adından duyulmasına sebebiyet vermiştir.” dedi.
Fırat, “Şeyh Said ailesi köken itibaren, yani Hazreti Hüseyin'in şehadetinden sonra, ceddi İran'a gitmiş ve yerleşmişlerdi. İran'da da büyük bir şöhret sahibi olmuşlar. İran'da da büyük bir tarikatın pirliğini yapmışlar. Zamanla Şah sistemi gelişince Şah Abbas, onlar gelişince onlarla aralarında ihtilaf oluyor, ihtilaf olunca mecburen göç ediyorlar. Göç edince de Diyarbakır'a geliyorlar. Diyarbakır'a gelince de tabi ilmi özelliklerinden dolayı çok büyük şöhret sahibi oldukları için müritleri de devamlı onları takip etmişler. Diyarbakır'a ilk gelince 40 bin insan gelip aileyi ziyaret etmişler. Dimile Aşireti tamamen Şeyh Said ailesine bağlı bir millettir. Şeyh Said Efendiden önce onlar göç edip gelmişler. Yani Diyarbakır'ın değişik yerlerine Bingöl gibi değişik yerlerde yerleşmişler. Tabi dedesi Şeyh Said Efendinin büyük dedesi Seyyid Ahmet Örmevi gelince müritleri gelip onları karşılaşmışlar ve çok büyük bir şöhret olduğunu da ispatlamış.” ifadelerine yer verdi.
“Şeyh Said ailesinin, ilmi ekolü Kürdistan'daki medreselerden daha değişiktir”
Konuşmasının devamında Fırat, şunları aktardı:
“Şeyh Said Efendi 1850'li yıllarda dünyaya gelmiştir. Babası da büyük bir şeyhtir. Şeyh Said Efendi 10 yaşına girince Palu'dan Hınıs'a hicret ediyorlar. Hınıs’ta okuyor. Çok büyük bir hafızaya sahip olduğu için ilimde çok çabuk inkişaf etmiştir. Şimdi tabi alim olmak için mutlaka büyük bir hafızanın olması lazım. Eskiden hafızayı tarif etmek mümkün değildi ama şimdi bilgisayarlar çıkınca hafızanın gücünün ne olduğunu insan daha iyi takdir ediyor. Büyük alimlerin hafızaları aynen bilgisayar gibidir. Şeyh Aziz Mahmud Urmevi Efendi diyordu; 'Babam bir kitabı okuyunca yüzde 95'ini bir defada hafızasında alıyordu. Tabi çok meraklı idi. İlmini icazetini alınca, Şeyh Said ailesinin, ilmi ekolü Kürdistan'daki medreselerden daha değişiktir. Kürdistan'daki medreselerde 12 ilim servis ediliyor. Şeyh Said Efendi’nin bağlı olduğu ekolde 30'a yakın ilim terhis ediliyor. Onun için daha geniştir.”
“Şeyh Said Medine-i Münevvere’de hadis ve tefsir icazeleri aldı”
Abdulillah Fırat
Dedesinin hadis ve tefsir ilmini Medine-i Münevvere’de aldığını ifade eden Fırat, “İlmini ikmal ettikten sonra hadis tahsili için Medine-i Münevvere'ye gidiyor. Medine-i Münevvere'de Kutubut Sitte'yi tahsil etmiş, Şeyh Said Efendi baştan sonuna kadar 6 kitabı da ezberlemiş ve Kürdistan'da hadis icazesi alan âlim de yok, batıda var. Yani Osmanlıların İstanbul'da, Rumeli'de var fakat Kürdistan'da yok, İran'da var. Sonra tekrar gidiyor tefsir ilmini de Medine-i Münevvere'de tahsil ediyor. Özellikli bir insandı yani onu görenler diyor. Cenab-ı Hak kendisine özel kabiliyetleri vermişti. Her sene kasım ayından haziran ayına kadar medreselerinde ders veriyordu. Haziran ayından sonra da hem irşad ediyordu, talebelerini de beraber gezdiriyor hem de ticaretini de yapıyordu. Yani şimdiki şeyhler gibi milletten para almış ve bu eğitimi öyle vermiş gibi bir özelliği yok. Şeyh Said Efendi'nin kıyama gerekçesini iyi biliriz. Mahkeme tutanaklarında tabi hayatını da bilenler bilir. Bilmeyenler tutanaklarda da okuyabilirler. Belki biraz daha kısa olabilir.” şeklinde konuştu.
Molla Said-i Kürdi ile Şeyh Said Efendi’nin görüşmelerine dair bilgiler
Şeyh Said’in şehadetinden sonra Said-i Nursi’yi Ankara’da ziyaret ettiklerini ve Şeyh Said hakkında saatlerce konuştuğunu anlatan Fırat, “Cenab-ı Hak nasip etti, Şeyh Said Efendi'nin büyük oğlu dedem Şeyh Rıza Efendi ile Ankara’da 1960 yılında Molla Said-i Kürdi’yi (Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî) ziyaret ettik. Tabi uzun uzadıya 6-7 saat Şeyh Said Efendi ile ilgili görüşmesinden bahsetti. Ben bu konuyu işledim. Fakat şimdi bu Molla Said-i Kürdi ile ilgili yayınları yapanlar hep sisteme uygun yayın yaptılar. Hep Molla Said'e iftira atıyorlar. Hem de çok büyük iftira atıyorlar. Molla Selim'in kıyamı ile Şeyh Said Efendi'nin kıyamını alıp birleştiriyorlar. Halbuki aralarında 10 sene var. Molla Said, Molla Selim'in kıyamına iştirak etmedi. ‘Osmanlı'nın askerleri Müslümandır. Bu Müslüman askerlere karşı ben kalkıp kıyam yapamam.’ Bunları kastetti. Ama sonra da kendisine pişmanlık geldiğini kitaplarında da yazdı. Tabi Molla Said-i Kürdi’nin büyük bir şöhreti var. Bu büyük şöhretini istismar etmeye hakkımız yok.” dedi.
“Şeyh Said: Kıyamla Resulullah’ın emrini yerine getireceğim inşallah”
Şeyh Said’in, kıyamı, Hazreti Resulallah’ın rüyada verdiği emir ile başlattığını belirten Fırat, dedesinin gördüğü rüya hakkında şunları aktardı:
“Şeyh Said Efendi kıyamı bilerek yapmıştır. Yapmasaydı mesul olurdu. Kardeşi Şeyh Bahaddin Efendi (Melik Bey'in dedesi) kendisine diyor. ‘Efendi siz kıyama başladığınız niyet ettiniz gidiyorsunuz ama yani Kürt aşiretleri, şeyhleri, ağaları devlete mütemayildirler. Sana yardımcı olmazlar. Korkuyorum ki sen de Hazreti Hüseyin Efendimiz gibi mağlup olursun. Bu bizim için çok büyük bir keder olur. Sen Kürt ağa ve şeyhlerine güvenerek gidiyorsan vazgeç' diyor, Şeyh Said Efendi 'Bahaddin ben Allah'tan korktuğum için bu kıyama başladım. Yanımdaki hiç kimse de lazım değil. Ben tek başıma olsam, elimde silah olarak da bu tesbih olursa ben yine kalkıp gideceğim, mücadele edeceğim. Hazreti Resulallah rüyama geldi. ‘Said kalk kıyama başla' dedi. Hazreti Resulullah'ın da emrini yerine getireceğim inşallah.’ diyor.”
“Şeyh Said Efendi her şeyini feda ederek kıyama başladı”
Dedesinin her şeyi feda ederek kıyama başladığını anlatan Fırat, “Hanımı Fatma (Halid Bey'in kız kardeşi) elinde çocuğu Şeyh Said Efendiye 'Bak iki tane çocuğun var burada, hem birisi altı aylıktır birisi de iki yaşındadır. Bunları bırakıp nereye gidiyorsun? Bizim durumumuz ne olur' diyor. Şeyh Said Efendi de Hazreti Hüseyin ile hanımının arasında geçen konuşmayı hatırlatarak ‘Ben de Hazreti Hüseyin'in sözlerini sana diyorum. Sizin namusunuza leke gelmez ama ben gidiyorum. Benden sonra da siz çok sıkıntı çekeceksiniz, eziyet çekeceksiniz. Ben onu da bilerek bunu yapıyorum.’ Ve helalleşip ayrılıyor. Şeyh Said Efendi’nin tabi büyük bir şöhreti vardı. Hem büyük bir âlimdi hem büyük bir şeyhti, hem büyük bir tüccardı. Her şeyini feda ederek kıyama başladı.” şeklinde belirtti.
“Said Nursi: Şeyh Said Efendi davasının haklı olduğunu ifade ettim”
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî ziyaretlerinde konuşulanlara da değinen Fırat, “Molla Said, ‘Ben Şeyh Efendi ile Erzurum'da görüştüm. Görüştükten sonra bana bazı mektuplar verdi’ dedi. Şeyh Said Efendi’nin kendisine ‘Siz gidin Norşin şeyhleri, Gavs ailesi şeyhleri, oradaki mollalar, âlimler ile görüşün, bize destek olsunlar.’ dediğini söyleyen Said Nursi, ‘Efendi benim tabi belki biraz şöhretim var. Molla Said-i Meşhur diyorlar bana. Fakat Kürt şeyhleri, Kürt hocaları beni ve öyle fikirlerimi dinleyecek seviyede değiller. Ancak siz bana mektup yazın verin, ben ilgili yerlere götüreyim. Mektuplarınızı vereyim ve fikrinizi onlara izah edeyim. Bunun üzerine Şeyh Efendi bana on tane mektup yazdı, verdi. Ben aldım gittim. Norşin, Gavs ailesi ve diğer büyük şeyhlerin tekkelerine gittim. Hocalarını gördüm, halifelerini gördüm. Şeyh Said Efendi davasının haklı olduğunu ifade ettim. Fakat beni dinlemediler. Dinlemeyince bende sükût-u hayal peyda oldu. Ben Edremit'e gittim, bir mağaraya girdim, tövbe istiğfar ettim. Bunlar niçin böyledir, neden bizi kabullenmiyor, etmiyorlar. Oradayken bir gün beni derdest ettiler. Tutukladılar götürdüler, hapse attılar. Ne için de götürdüklerini de bilmiyorum. Belli bir süre sonra bir gardiyan geldi, bana bir gazete getirdi. Gazetede Şeyh Said Efendi tutuklandı yazıyordu. Tabi onu görünce bende çok sükût-u hayal peyda oldu. Çok perişan oldum ve yıkıldım. Halbuki Şeyh Said Efendi ile akit yapmıştık. Diyarbakır'a gidip büyük bir şûra yapacaktık. O şurada şûra yöneticiliğini de Şeyh Said Efendi ‘Onu sen yönet’ demişti. O görevi de bana vermişti ama maalesef biz bu fırsatı kaybettik. Ben 1 hafta, 10 gün, hiç yatmadım gece gündüz tövbe istiğfar ettim ve ağladım. Ya Rabbi bu manevi dereceyi niçin bana da lütuf etmedi. Ben de Diyarbakır'da onların yanında olmalıydım.’ dedi.” şeklinde Said-i Nursi’nin anlattıklarını aktardı.
“Bir milyon Kemalist'i Şeyh Said Efendi'nin davasına bende ettim bende ettim bende ettim”
Fırat devamında Said-i Nursi’nin anlattıklarını şu şekilde aktardı:
“Molla Said devamında ‘Sonra tekrar gardiyan bana bir gazete getirdi. Şeyh Efendi ve arkadaşlarının şehit olduğunu yazıyordu. Bana daha büyük bir teessür peyda oldu. Bir gün öyle yorgun bir şekilde yatıyordum. Baktım âlem-i rüyada Şeyh Said Efendi gelmiş. Bana bakarak güldü ve ‘Molla Said, Molla Said niye gıybetimi yapıyorsun’ ben de yok, gıybetini yapmıyorum, ben senin arkadaşındım seninle akit yaptık, benim de sizin yanınızda olmam lazımdı. Siz gittiniz en büyük manevi dereceye sahip oldunuz, ben de hapishane köşelerinde. Bana bu görev layık mıydı? Döndü bana ‘Molla Said Cenab-ı Hakk’ın takdiri neyse bizim rıza göstermemiz lazım. Cenab-ı Hak bana kıyam yoluyla şehadeti nasip etti. Sana da görev verildi. Bu görevi de sana tebliğ ediyorum. Sen de fikrî kıyam yapacaksın.’ Öyle deyince kalkıp abdest aldım. Secde şükür yaptım. Çok sevindim ve o gün bugün oturdum. Şeyh Said Efendi'nin fikriyatı üzerinde fikri mücadele kıyamı yaptım. Bir milyon Kemalist'i Şeyh Said Efendi'nin davasına bende (kul) ettim bende ettim bende ettim. İnşallah bu da benim için kâfidir. Allah beni mesul etmez.’ dedi.”
“Mustafa Kemal: İslami kıyam için hareket edenleri mutlaka katletmemiz lazım”
Tarihçi Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın bir makalesini paylaşan Fırat, “Mustafa Kemal ile Şeyh Said’in görüşmeleri çok önemlidir. Şeyh Said Efendi için de İslami delildir. Bazı münafık Kemalist hocalar da inkâr ediyorlar. Atatürk'ün düşünce yapısı ile ilgili Tarihçi Prof. Dr. Şerafettin Turan şöyle yazıyor; ‘Atatürk: ‘Bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşüncesi olgunlaşmıştır. Hristiyanlıkta, Müslümanlıkta ve Budizmden vazgeçerek yalınlaşmış, herkes için anlaşılacak bir duruma getirmiştir. Katkısız ve lekesiz bir dünya dininin korunmasını ve insanların şimdiye değin kavgaları, pislikleri, kavga ve istek ve eğitimlerin arasında bir bataklıklar yaşadıkları kabul ederek bütün gövdeleri ve ulusları oraya götürürken etmenleri ortadan kaldırmaya karar vermişim. Koşulların gerçekleşmesi gereken birleşik dünya devletlerinin koruma düşüncesi, tatlı bir düş olduğunu yasladım ve buna karşı da İslami kıyam için hareket edenleri mutlaka katletmemiz lazım, bitirmemiz lazım.' diyor.” ifadelerine yer verdi.
“Şeyh Said Efendi 1. Dünya Harbine baştan sonuna kadar iştirak etmiştir”
Şeyh Said Efendi'nin kıyamı, Mustafa Kemal'in dedikleri ile Şeyh Said Efendi’nin yaptıklarını mukayese şeklinde kitabında yazdığını ifade eden Fırat, “Kemalist sistem bütün gücüyle kuvvetiyle hükümrandır. Kim gelirse gelsin halen Kemalizm sistemi hakimdir. Mesela bizim mücahit diye bildiğimiz adamlar da geldiler. Kemalistlerden daha beter oldular. Daha çok zulüm ettiler. Yani bu Kemalist sistem ayakta oluncaya kadar bu tip şeylerle uğraşmak abestir. Sistem bizi mi kabul edecek? Şeyh Said Efendi'nin kıyamıyla ilgili Mustafa Kemal'in dedikleri ile Şeyh Said Efendi yaptıklarını mukayese şeklinde hepsini kitabıma koydum. Baştan sonuna kadar. Tabi takdir okuyucuya aittir. Nasıl takdir ederler bilemiyorum. Şeyh Said Efendiyi de pek kimse tanımıyor. Kıyam hareketiyle tanıyorlar. Şeyh Said Efendi kıyamla şöhret sahibi değildi. İlmi, şeyhliği, imanı, mücadelesi ve hayat serüveni ile gerçekten çok değişik bir Şeyhti. Şeyh Said Efendi'nin hayatı da yaşantısı da zaten odur. Şeyh Said Efendi 1. Dünya Harbinde baştan sonuna kadar iştirak etmiştir. 1. Dünya Harbi'nde, Doğu Anadolu Bölgesi, yani Diyarbakır'dan öbür tarafa hep onun ve babasının müritleri idi. Baştan sonuna kadar iştirak ettiler, mücadele ettiler. Mücahit ruhlu bir yaratılışı vardı. Hayatı da çok değişiktir. Onun talebelerini, hanımını (Fatma Hanım) gördüm. Fatma Hanım, ‘Şeyh Efendi iki saatten fazla yatmıyordu. Gece misafirleri olunca misafirleriyle ilgileniyordu. Misafirleri ve talebeleri yatınca Şeyh Efendi gelip kitapları mütalaa ediyordu. Gece namazını kılıyordu. Sonra gece namazı ile sabah namazı arasında 1-2 saat yatıyordu. Sabah namazından sonra yatmıyordu, gidiyordu medresede talebelerine ders veriyordu.” dedi.
“Rus orduları Kürdistan'dan çekilmeye karar aşamasına girince Mustafa Kemal bunu çevirdi”
Şeyh Said Efendi ile Mustafa Kemal’in görüşmesini anlatan Fırat, şunları aktardı:
“Yapılan görüşme çok önemlidir. Mustafa Kemal, 14 Ocak 1916 yılında kolordu komutanlığına getiriliyor. Bu kolordu, Kafkas cephesine sevk olunmak üzere Diyarbakır'a nakledilmiştir. Birinci Dünya Harbi sonlarında 1916 yılında Marksizm ihtilalinden sonrası Rus ordusu etkili olunca Çar ordusunun morali çok zayıf duruma düşürülmüştü. Bolşevik ihtilalinden sonra Rus orduları Kürdistan'dan çekilmeye karar aşamasına girince bunu fırsat bilen Mustafa Kemal, Rus Çar ordusu saldırıp Bitlis ve Muş'u Rusların elinden kurtardığını ileriye sürüp taltif edilmesini istedi. Bunun üzerinde 5 Temmuz 1917 yerli tarihinde Mustafa Kemal Ordu Komutanlığı görevini alarak Diyarbakır'da görevlendirildi. Ruslar kaçıp gidiyorlar, o da peşine düşüyor. ‘Ben Rusları kaçırdım.’ diyor.”
“Mustafa Kemal, İslamiyet’in, hilafetin ve Kürtlerin kurtarıcısı olarak görünmeye çalışıyor”
Diyarbakır’a yerleşen Mustafa Kemal’in İslamiyet’in, hilafetin ve Kürtlerin kurtarıcısı olarak görünmeye çalıştığını dile getiren Fırat, “Mustafa Kemal, Diyarbakır'da 2'nci Ordu Komutanlığı'na getirilmiş. Sem’an / Samanoğlu Köşkünde (Atatürk Köşkü) kalmış. Atatürk henüz fikrî düzeyini tam belirlemiş değildir. Diyarbakır'da mahalli giyim şekline uygun, cepkenli, geniş kuşaklı, kırmızı kaftanlı, bir hassa alayı teşkil etti. Çok özellikli bir insandı. Diyarbakır'a geliyor, bir teftiş yapıyor. Müzik eşliğinde Diyarbakır Ulu Cami’ye gidip namaz kılıyormuş. Diyarbakır'ın samimi, mefkûre sahibi, Kürt davasını gönül vermiş münevver Kürtler müstesna Diyarbakırlılar davadan bigâne idiler. Şehir merkezlerinde ikamet edenleri kendi etrafında toplamış, çok yumuşaklık gösteren dokunaklı konuşan Mustafa Kemal, İslamiyet’in, hilafetin ve Kürtlerin kurtarıcısı olarak görünmeye çalışıyor.” dedi.
“Mustafa Bey, ‘Mustafa Kemali Hazreti Mehdi’ olarak ima etmiştir”
Fırat, “Atatürk kendisini kabul ettirdikten sonra Kürdistan'da ve Anadolu vilayetlerinde Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kurmaya teşvik ediyordu. Diyarbakır Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Reisi Cemil Paşazade Mustafa Bey idi. Şeyh Said Efendi, Mustafa Bey'le görüştüğünde Mustafa Bey, Mustafa Kemal’in Hazreti Mehdi olduğunu ima etmiştir. Diyarbakır'ın en önemli ailesinin büyüğü olan bir Sofi Bey'in anlayışı etrafındakilere sirayet ediyordu. Cemil Paşa ailesi o kadar şöhretli bir aile, Sofi Eşrefi biraz da kültür sahibi. Mustafa Kemal’i Hazreti Mehdi olarak takdim etmiştir. Mustafa Kemal kendini kabul ettirmiş. Şeyh Said Efendi de bir türlü onları inandıramamış. Mustafa Kemal, Diyarbakır'da bulunduğu sürede hem halk arasında itibarını arttırdı hem de yerel seçkinler ile yakın ilişki kurdu. Bu yakın ilişkileri de değerlendirerek Muş ve Bitlis'i geri alınmasında Kürt aşiret reisleri, şeyhleri olan Norşin, Şeyh Diyadin, Şeyh Alaaddin, Şeyh Muhammed Küfrevi’nin oğlu Şerif Abdülbaki ve diğer Kürt liderlerin önemli etkileri olmuştur. Ayrıca Hacı Musa Bey ve kardeşi Nuh Bey de Atatürk'le dostluk kurmuşlardır.” ifadelerini kullandı.
“Şeyh Selim Mustafa Kemali kendine manevi evlat ediniyor”
Mustafa Kemal’in sinsi oyunlarla Güneydoğu Anadolu’nun hepsini kendine bağladığını ifade eden Fırat, devamında şunları aktardı:
“Hazro, Kulp, Bitlis, Hizan ve Siirt'teki taraftarları yanında Silvan'da Eşraf Sadık Bey'in evinde misafir olup binada kolordu karargâhını yaptırmış. Silvan'da Ali Ağa ve diğer ağalar ve şeyhler de Mustafa Kemal'in yanında idiler. Cemilê Çeto, Derviş Ağalar, adamlarıyla beraber Atatürk'ün yanındaydılar. Bölgenin seçkinlerinin kurduğu bu müspet ilişkilerin asıl semeresi Şeyh Said kıyamında görülecek, bu bağlantılar üzerinde bölgenin ileri gelenleri kendi saflarına geçmesini sağlayacaktır. Yani önceden bir hazırlığı vardı. Şeyhleri, ağaları, ileri gelenleri kendine mecbur etti, onlarla kirvelik kurdu, onlarla dostluk kurdu. Mesela Lice çevresinde çok ağırlığı olan bir şeyh olan Şeyh Selim'in yanına gidiyor. Mustafa Kemal, Şeyhe ‘Ben babamı görmedim. Babamın olduğunu da bilmiyorum. Fakat ben seni çok sevdim. Sen benim babam olur musun?’ diyor. Şeyh Selim’de tabi kolordu komutanın evlatlığını nasıl kabul etmesin. Çok seviniyor. Mustafa Kemal’i kendine manevi evlat ediniyor. Mustafa Kemal Güneydoğu Anadolu’nun hepsini kendine bağladı. Eğer o durumları olmasaydı zaten ne Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurabilirdi ne Şeyh Said Kıyamını durdurabilirdi.”
“Şeyh Said, Benim bu toplantıya katılmam pek uygun değil fakat onu tanımam için de katılmam lazım”
Şeyh Said Efendi’nin Mustafa Kemal’i tanımak için Diyarbakır’da davet edildiği toplantıya katıldığını söyleyen Fırat, “Tabii önceden hazırlıklı olduğu için Şeyh Said Efendi bu durumu da biliyordu. Mustafa Kemal ve ekibi Diyarbakır'da Kürt Kulübü'nün bağımsız bir Kürdistan talebiyle hareket ettiğini, bu girişimlerin Diyarbakır'da karşılık ve taraftar bulunma ihtimali karşısında gelişmelere başlamıştır. Bölgenin eşraf ve hanedanın sahibi olan insanlarına telgraf ve mektup yazarak kendisine bağlı Diyarbakır 13'üncü Kolordu 7’nci Ordu Komutanlığının imkanlarını kullanarak Diyarbakır'da büyük bir toplantı yaptığını, şark vilayetlerine, Ermenilere veya herhangi bir yabancının geçmesine mani olmak, Kürtlerin haklarını korumak için en fedakar ve göze aldığı, bu vesileyle Allah’ın emaneti olan sevgili Kürt milletine bu görüşlerini bildirmek, din düşmanlarımıza karşı din kardeşlerimiz ile el ele vererek istişare yapmamız için yapılacak toplantıya gelmelerini önemle arzu ettiğini bildiriyor. O arada Liceli meşhur Mehmet Bey de geliyor. Mehmet Bey Mustafa Kemal’e ‘Paşa bu bölgede en şöhretli aile Urmiye seyitlerinin büyükleri şimdi Şeyh Said Efendi'dir. Şeyh Said Efendi Hınıs'ta duruyor. Onu toplantıya davet etmeseniz bir netice alamazsınız’ diyor. Mustafa Kemal Şeyh Said’e de haber verilmesini istiyor. Mehmet Bey, Şeyh Said Efendiye ‘Mutlaka Diyarbakır'a gelmeniz lazım’ diye bir mektup yazıyor. Şeyh Said Efendi kalkıp Diyarbakır Lice'ye gidiyor. Davet nedenini sorunca Mustafa Kemal’in büyük bir toplantı yaptığını, bütün Kürt ileri gelenleri toplantıda hazır olduklarını söylüyorlar. Şeyh Said Efendi, ‘Benim bu toplantıya katılmam pek uygun değil. Fakat onu (Mustafa Kemal) tanımam için de katılmam lazım’ diyor ve toplantıya katılıyor.” ifadelerine yer verdi.
“Doğum yeriniz olan Selanik vilayetimizi düşmanların istilasından kurtarınız”
Şeyh Said’in, Mustafa Kemal’in Kürdistan bölgesinde fitne çıkardığını, vatanperverse önce Rumeli ve doğum yeri olan Selanik’i düşman istilasından kurtarması gerektiğini söyleyerek yapılan toplantıya tepki gösterildiğini ifade eden Fırat, “Mustafa Kemal burada kendisine liderlik görevi önerilmesini istemiş. Yapılan müzakerelerde Şeyh Said Efendi bunu reddetmiştir. Şeyh Said Efendi Mustafa Kemal’e ‘Bugünkü şartlarda Kürtler, Türklerden koparılmayı kabul etmez. Bugün için vicdani ve İslami borcumuz, Türk ve Kürtlerin bağımsızlığını savunmak ve vatanımızı düşmanların esaretine girmemesi için birlik ve beraberliğimizi en azından şimdi muhafaza etmeliyiz. Eğer gerçekten hizmet yapılmasını istiyorsanız önce Osmanlı Devleti için en önemli vatan parçası olan Rumeli'de mücadele verin. Doğum yeriniz olan Selanik vilayetimizi düşmanların istilasından kurtarınız. Kürtler Kürdistan halkı esaret ve zinciri kırma gücüne sahiptir. İnşallah esaret ve kölelik zilletini kabul etmeyen bir milletiz. Hürriyet ve refahımıza kavuşmak için bütün gücümüzle çalışacağız. Kürdistan'da yürüttüğünüz bu çalışmanız ihtilafa yol açıyor. Zaman gösterecek ki sizin yaptığınız Kürt milleti için iyilik dileyen bir davranış değildir.’ diyor. Şeyh Said Efendi ile Mustafa Kemal'i arasında bu münakaşa olunca toplantıyı terk edip dışarıya çıkıyorlar.” şeklinde belirtti.
“Malum ve mukaddes bir hedefi olmayan bütün anlaşmazlıklar, dünyevi bir kökü vardır”
Toplantıyı terk eden Şeyh Said’in, toplantıya katılan şeyh ve alimlere bunun kirli bir oyun olduğunu dile getirdiğini belirten Fırat, “Liceli Mehmet Bey ve yanındaki arkadaşlarına hitaben Şeyh Said Efendi şöyle söylüyor; ‘Malum ve mukaddes bir hedefi olmayan bütün anlaşmazlıkların dünyevi bir kökü vardır. Eğer sizin aranızda böyle ihtilaflar varsa, dünya makamı ve mevki sevgisi içinize atmanızdandır. Mustafa Kemal, bütün gayreti ve gayesi Kürtleri basamak olarak kullanarak daha etkin bir zemin oluşturmak için bilgi toplamaya ikili bir yol izleme gayesine tahakkuk etmektedir. Bölgenin önde gelen kişileri yanına alarak büyük bir güç sahibi olduğunu, uzun bir süreden beri yaşanan kargaşa ortamına bölge insanını inandırarak ancak onun sayesinde kurtulabileceği kanaatini halka inandırma gayesine matuftur. Manevi rehberler Kur’an nizamı ve din için bu tehlikeyi hissetmelidirler. İslam alimleri Kürdistan’ın ileri gelenlerinin tehlikeli davranışlarını göz önünde tutarak Kürt milleti ile İslam ve Kur’an nizamı için bu tehlikeyi sezmelidirler. Mustafa Kemal ve Müslüman Kürt milletinin düşmanları bu senaryoyu temiz kalpli Kürt liderleri, şeyhleri, alimleri, aşiret reislerinin aklını çelerek sinsi gayesi gerçekleşmesi için kullanmaktadırlar. Ben Said olarak Müslüman Kürt milletini, İslam dini ve Kur'an-i nizama vaki bir tehlike görüyorum. İlahi mahkemede ihmalden sorumlu tutulmamam için bu tehlikeyi bildirmekle mükellefim Cenab-ı Hak Müslüman milleti ve ülkemizi koruması için duacıyım.’ diye hitap etti.” dedi.
“Eğer küfür nizamını istiyorsanız lideriniz Mustafa Kemal'dir onun peşinde gidiniz”
Son olarak Fırat, “Şeyh Said Efendi konuşmasının devamında ‘Mustafa Kemal bağımsız Kürdistan çabası karşısında ikili bir siyaset sürdürüyor. Birinci Dünya Savaşı'nda kurduğu ilişkileri yerinde canlandırarak bu toplantıyı yapmaktadır. İleriye matuf düşüncesini gizli tutarak bölgeyi kendisine bağlamak için birlik ve beraberlik tavsiye etmektedir. Diğer taraftan hayallerindeki projeye zemin oluşturmaktadırlar.’ Diyerek tepki gösterdiği için oradaki Kürt şeyh, alim ve aşiret reisleriyle araları bozuluyor. Şeyh Said Efendi ‘Eğer Müslüman bir millet ve davasını istiyorsanız benimle beraber olun. Eğer küfür nizamını istiyorsanız lideriniz Mustafa Kemal'dir. Onun peşinde gidiniz.’ diyerek oradan ayrılıyor.” dedi.