Şeytanın zâhidi fâsid; âlimi cahil; âmili gâfil hale getirebildiği vâkidir.
Kardeşi kardeşe düşman ettiği de bilinen bir gerçektir.
Dostu dosta kırdırması ise neredeyse vaka-i âdiyesindendir.
Bu, sadece cinnî şeytanların uğraş alanı değil, insî şeytanların da mâhir oldukları bir alandır.
Yakın tarih, insi şeytanların bu maharetleriyle(!) doludur.
İlmek ilmek ve nakış nakış işlenmiş farklılıklarıyla koskoca bir İslâm coğrafyası, iştahını kabarttı Batı'nın.
Bırakın Arabın Acem'le; Müslim'in gayr-ı Müslim'le ilişkisinin bile dostane olmasına tahammül edemedi.
İlk tefrika Araplarla Türkler arasına kondu.
Gerisi geldi maalesef.
Etnik ayrılıklar bu şeytanların hedeflerine ulaşması için yeterli gelmemiş olacak ki daha yakın bir tarihte mezhep temelli ayrılıklar körüklenmeye başlandı.
“Şiî hilali” ya da “Sünni bloku” gibi kavramlarla tanıştık.
İslâm coğrafyasını ateş çukurunun başına getirebilecek büyük bir fitne kaynağı bu.
Ne adına?
Elbette Batı'nın âli menfaatleri adına.
Bu köşeden çok sık dile getirdiğimiz bir hakikati tekrar hatırlatmakta fayda var:
“Petrol ve Siyonist israil'in güvenliği.”
İslâm coğrafyasındaki bütün hareketlenmelerin, ittifakların, konseptlerin başat iki sebebi.
Milyarlarca dolara hükmeden çok uluslu petrol şirketleri ve silah tüccarlarının varlık nedeni.
Savaş çıkartıp barış yaptıran güçler.
“israil dostumuzdur, o bize muhtaç, biz ona muhtacız” deme mecburiyetleri.
Bengladeş, Mısır ve Suud'daki idamlara dahi giydirilen mezhep kılıfları.
“Suriye Irak'a, Şam Bağdat'a benzemez” diye avaz avaz bağırmamıza rağmen Suriye sahasında yaşanan akıl tutulmaları.
Birbirini önce tekfir eden, sonra da birbirinin canını, malını helal gören irili ufaklı gruplar.
Siyasal farklılıkları mezhebe, mezhepsel farklılıkları ise dinsel farklılıklara hamletmek şeklindeki iz'an körleşmeleri.
Arab'ı Türk'e, Türk'ü Kürd'e düşman hale getiren şeytan; adım adım, sinsice ve sabırla köşe taşlarını döşediği Sünni-Şii fitnesini hiç olmadığı kadar alevlendirmiş durumdadır.
15 Aralık 2015'te Moskova'da ezeli düşmanlar(!) ABD ve Rus dışişleri bakanları arasında üç saate yakın süren görüşmelerle son şekli verilen gizli ajandanın aşikâr adımları bunlar.
Gitti Sykes-Picot, geldi Kerry-Lavrov.
Sorgulanmıyor bile.
DİB Sn. Görmez'in İran'daki bir toplantıya katılmasını dahi içlerine sindiremeyenler, Putin'in de bizzat katıldığının ortaya çıktığı bu görüşme üzerine kafa yoracaklar mı?
Yüz yıl önce Ümmet'in etnik ayrılıklarla birbirine düşman kesildiği bir zamanda İslâm coğrafyasına sınırlar çizilmişti.
Şimdi ise mezhepsel ayrılıklar üzerinden aynı senaryo tekrar sahneye konuyor.
Şeytan ister cinni ister insi olsun elbette işini yapacak.
Her şeyin ayan beyan ortaya çıktığı böyle bir zaman diliminde mü'min olarak vahyin kılavuzluğuna sarılmaktan başka çaremiz yok:
“Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm'e, İslâm'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
Size, apaçık belgeler (ayetler) geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, bilin ki Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”(Bakara/208-209)
Çözüm, ilahi vahye muhatap olan mü'minler olarak ortaya koyacağımız mutedil ve vasat tavra bağlı.
Şii-Sünni bloktan bahsetmenin kendisinin bile emperyalist tezgâhların oyununa gelmek olduğunun bilinmesi gerekiyor.
“Yettin ey Şia, yettin ey Sünne!” diyerek asırlardır çözülememiş ihtilaflı konuların raflardan indirilmesinin kimseye bir faydası yok.
Olsa olsa cinnî şeytanın sağdan yaklaşmasına yenik düşme; bilerek ya da bilmeyerek insî şeytanın ekmeğine de yağ sürme olur.
Her türlü haksız eleştiri ve suçlama pahasına da olsa bu uyarılarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
Son olarak şunu çok net olarak ifade edelim:
“Ne olursa olsun ve ne yaparsa yapsın müttefikimizdir, eleştirmeyiz.” dediğimiz bir müttefikimiz yoktur.
Hakk'a, hakkaniyete ve adalete uygun hareket eden herkesi takdir eder, doğrularız.
Hak ve adaletten ayrılma pahasına devlet, grup ve parti çıkarlarını önceleyen yapıları yapıcı olarak eleştirir, yanlıştan dönmeye davet ederiz.
Bunu da dostluk ve kardeşliğin bir gereği olarak görür ve bu konuda kınayıcının kınamasından da korkmayız.
Aynen Ömer'in (r.a) dostları gibi.
Gerekirse kılıç gibi keskin bir dil kullanarak ama dostunun yanlış yapmasına müsaade etmemeye çalışarak...