Bu ay Mü’minlerin “Şahitliklerini hakkıyla yerine getirirler” vasfını ele alacağız inşaallah. Konumuzun daha güzel anlaşılması için sıdk ve kizb kavramları üzerinde duracağız. Zira sıdk ve kizb, birbirlerine zıt kavramlardır. Birini anlamak için diğerini de bilmek, yani ikisini beraber mütalaa etmek zaruridir. Yüce dinimiz İslam, sıdk ve kizb meselesine müstesna bir yer vermiştir. Sıdkın güzelliği ve sıdka teşvik, kizbin çirkinliği ve kizbden sakındırma hususunda beyanlar çokça gelmiştir. Gerek Kur’an ve gerekse Sünnet ışığında konumuzu işlemeye çalışacağız.
Yalanın çirkinlikle olan münasebeti, sıdkın güzellikle olan münasebeti gibidir. Yalanın kötü ve yasaklanan bir haslet olması, peşinden birçok çirkinliği getirmesi sebebiyledir. Yalanın terkiyle, birçok fevahiş de terk edilir. İmam Gazali yalan için şöyle der: “Yalan, büyük günahların analarındandır. Kişi yalancı bilinirse sözüne güven kalmaz, gözlerden düşer, nazarlarda değersiz olur. Yalanın çirkinliğini anlamak istersen, başkalarının yalanının çirkinliğine bak, nefsin ondan ne kadar nefret duyacak gör, yalanın, sahibini ne kadar istihkar edeceğine, söyleyeceği yalanı ne kadar çirkin bulacağına dikkat et…”
Sıdk ve kizb, iman ve küfür kadar birbirinden uzaktır. Sıdk insanı yüceltir ve kurtuluşa götürür. Sıdk anahtarıyla hazine-i rahmet kapıları açılır. Ebedi mutluluğa bir vesile olur. Sıdk ve doğruluğundan dolayı Hz. Ebu Bekir, ‘Sıddik’ vasfı ile nitelendirildi. Kizb ise insanı alçaltır, esfel-i safiline götürür. Kizb anahtarıyla hazine-i rahmet kapıları açılmaz. Bilakis çirkinlikler kapısı açılır. Yalancı olmasından dolayı Müseyleme adındaki kişi de ‘Kezzab’ olarak nitelendirildi. Latif bir tevafuka bakın ki Hz. Ebu Bekir ve Müseyleme, Yemame Savaşı’nda karşı karşıya gelirler. Biri Sıddık, diğeri Kezzab… Zafer yine sıddıkların oldu, Müseylemet-ül Kezzab ve yoldaşları da cehennem narına mahkûm oldular. Evet, elmas değerindeki sıddıklığa yapışıp kömür değerindeki kezzablıktan firar etmek en kârlı davranıştır. Necat, ancak doğruluk ile olur. En sağlam zincir ve tutunulacak kulp sıdktır. Öyle ise yol ikidir:
Ya sıdk, ya sükût… Üçüncü bir yol yok.
Allah-u Teala’nın, tüm peygamberlerden ve onların ümmetlerinden misak aldığı, onları birbirlerine şahit tuttuğu kat’i nasslarla sabittir. Daha ruhlar âleminde iken şehadet hadisesi gündeme gelmiştir. Bu şehadet olayında iki unsur mevcuttur. Biri; Allah-u Teala’nın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”şeklindeki ikrarı ve teklifi; diğeri, “Evet, Rabbimizsin! Şahid olduk” şeklindeki tasdik ve teklifin kabul edilmesidir. Görüldüğü gibi bu misak olayında icab ve kabul hâsıl olmuştur. Netice olarak insanların yerine getirmesi gereken yükümlülükler çıkmıştır.
Bu yükümlülüklerden biri de şehadet misakını zihinde canlı tutup şahitlik vasfını hakkıyla eda etmektir.
Emir ve nehiyler konusunda Allah-u Teala’nın mükellef kıldığı edep ile edeplenenler hem dinini, hem de dünyasını düzene koyar. İslam şeriati hayatın her alanında pratize edilip alışkanlık haline getirilirse bozulmalar, anlaşmazlıklar, kin ve ayrılıklar ortadan kalkar. İşte ilahi emirlerden biri olan “Şahitliği hakkıyla yerine getirme” buyruğu, ilişkilerin bozulmasına götüren anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak içindir. Bununla birlikte şeytani vesveselerin süslü gösterdiği hile ve kayırmalara karşı bir kalkandır.
Allah-u Teala, hikmeti gereği mali ve bedeni haklarda şahitliği öngörmüştür. Öyle ki ‘Ya Şehid! Ya Şahid!’ isimleri dualarda vird-i zeban olmuştur. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutanlar ve Allah için şahidlik eden kimseler olun! (Bu tavrınız) velev kendiniz veya anne-baba ve akrabalarınız aleyhine olsun! (Hem aleyhlerine karar verilen veya şahidlik edilen) ister zengin, ister fakir olsun; hâlbuki Allah, ikisine de (sizden) daha yakındır. (Onların maslahatını daha iyi bilir); öyleyse (haktan) saparak nefsin arzusuna uymayın! Eğer (dilinizi) eğip büker veya (icab eden hüküm ya da şahitlikten) yüz çevirirseniz, artık muhakkak ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır”[1] buyruğu şahitlik ile ilgili çerçeveyi net bir şekilde ifade etmektedir. Sırf Allah-u Teala’nın rızası için, O’nun vereceği sevap için kendi aleyhine de olsa hakkı söylemek… Kimseyi gözetip kayırmamak… Adaletin titizlikle ayakta tutulması ancak bu şekilde olur. Zengin kişi, zenginliği dolayısıyla kayrılmamalı; fakir kişi, şefkat ve merhamet duyguları tesirinde gözetilmemeli. Akraba, kan bağından dolayı torpil ile muamele görmemeli… Şahitlik, Allah-u Teala’nın rızası için olmalı. Emredilen çerçeve dışında hareket etmek, heva ve hevese uymaktan başka bir şey değildir. Hevaya tabi olmak ise aşağılatıcıdır, helak edicidir. Zira Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “… Öyle ise insanlar arasında hak ile hükmet ve hevaya tabi olma! Yoksa (bu) seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar yok mu, hesap gününü unuttuklarından dolayı onlar için (pek) şiddetli bir azap vardır.”[2]
Her insan hesap gününde sorguya çekilecektir. Zerre miskal kadar haksızlık yapılmayacaktır. Rabbimizin Adil sıfatı bunu iktiza eder. O’nun dilemesiyle dilsiz azalar dile gelir. Hem de hiçbir sapmaya mahal vermeksizin şahitliklerini hakkıyla ifa ederler. İnsanın birer parçası olan organları dahi aleyhte şahitlikte bulunacaklar, sahiplerini kayırmayacaklar.
Enes b. Malik anlatıyor: Resulullah (sav)’ın yanında bulunuyorduk. Bu arada güldü ve : “Niye güldüğümü biliyor musunuz?” dedi. Biz: “Allah ve Resulü daha iyi bilir,” dedik. Şöyle buyurdu: “Kulun, Rabbine hitap ederek, ‘Rabbim sen beni zulümden alıkoymadın mı?’ diye söylemesinden. Bunun üzerine Yüce Allah: ‘Evet’ diye buyuracak. Bu sefer kul şöyle diyecek: ‘Ben kendi aleyhime ancak benden olup tanıklık edecek kimseyi kabul ederim.’ Yüce Allah da: ‘Kendi nefsine karşı bugün sen ve Kiramen Kâtibin şahitler olarak yetersiniz.’ (Peygamber devamla) buyurdu ki: Ağzına mühür vurulur ve organlarına ‘Konuş!’ denilir. Onlar da yaptıklarını söylerler. Sonra kendisi de serbestçe konuşmak üzere serbest bırakılır. O (azalarına) der ki: Benden uzak olunuz, benden uzak olunuz. Ben sizin için mücadele edip duruyordum.”[3]
Sözün özü: İnsanın söylediği her söz ve yaptığı her fiil Kiramen Kâtibin (Yazıcı Melekler) tarafından kaydedilmektedir. Allah-u Teala en gizli niyetleri dahi bilir. Bu inançla hareket edip ‘öldükten sonra yapılan amellere karşı hesaba çekilme’ idrakiyle kerih fiillerden uzak durmak elzemdir.
Yalan ve batılın bulunduğu yerde hazır bulunmamak, insan haklarını ihlal edecek yalan şahitlikten uzak durmak gerek. Şahitlik, doğruluk çizgisi üzerine bina edilmelidir. Kimseye haksızlık etmeksizin, hakka uygun ve adaletli olarak şahitlik yapmak müminin vasfıdır. Yalancı şahitlik, büyük günahlardan sayılmaktadır. Ebu Bekre’den rivayetle Resulullah (sav):
-En büyük günahları size haber vereyim mi? dedi.
-Evet, ya Resulallah (sav), dedik.
-Allah’a şirk koşmak, ana-babaya asi olmaktır, dedi. Yaslanmış olduğu yerden doğrulup oturdu ve : “Haberiniz olsun, aman, yalan sözden ve yalan yere şahitlik etmekten sakınınız” buyurdu ve bu cümleyi durmadan tekrar etti. Hatta biz, “Keşke sükût etseydi de üzülmeseydi” diye temennide bulunduk.[4]
İnzar Dergisi
[1] Nisa: 135
[2] Sa’d: 26
[3] Müslim
[4] Buharî–Müslim