Düşürülen uçak için üzüntümüzü ifade ettikten sonra akl-ı selimin galip gelmesi gerektiğini ilk başta belirtmede fayda var.
Türkiye Suriye ilişkileri gerildikçe geriliyor. Komşu iki ülkenin, tansiyonu düşürmek için değil, tırmandırmak için var gücüyle çalıştıkları gözlerden kaçmıyor. Her gün hamasi açıklamalarla yatıp kalkıyoruz. Sıfır problem politikasından savaş alarmına geçmiş durumdayız.
Peki, bütün bunlar; sadece zalim Beşar Esed’ın, halkına reva gördüğü zulümler sebebiyle mi oluyor, yoksa halka rağmen, bugüne kadar halk için(!) İslam ülkelerinde halkın canına okuyan ABD ve diğer zalim güçlerin politika ve istemleri doğrultusunda hareket etmekten ve onların dürtüleriyle misyon almaktan mı kaynaklanıyor?
Her zaman halka yapılan gaddarca ve zalimce uygulamaların karşısında olmak gerek. Bunda ihtilaf yok. Ancak kırdırılan bir halkın yanında yer aldığını göstermeye çalışarak veya öyle görünerek, başka Müslüman bir halkı savaş içerisine sürüklemek, halkı Müslüman olan iki ülkenin de yararına olmayacaktır.
Hiç kimse zalim Esed’ın yaptıklarını, Türkiye’nin öncülüğünde başlatılacak bir savaşın zararlarını perdelemede kullanmasın. Halkın yararını(!) isteyen sözüm ona kurtarıcılar; eğer isterlerse, Türkiye’ye belki de hiç ihtiyaç kalmadan Esed zalimini birkaç günde derdest edebilirler. Ancak amaçları, halkına zulmeden bir zalimi ortadan kaldırmak değil de, her koşulda kendi menfaatlerini tesis etmek ve daha fazla Müslüman kanı akmasını sağlamak olduğundan, canlarının istediği süreye kadar bunu öteliyorlar. Onun için de bu kan oluk oluk akmaya devam ediyor zaten.
Türkiye’nin Suriye politikası gerçekten çok ani değişti ve değişmekle beraber aşırı müdahil olma şekline büründü. Bu da ister istemez karşılıklı gerilim açıklamalarına sebep oldu ve en nihaye iş jetlerin düşürülüşüne vardırıldı.
Suriye’yle ilgili yapılan her açıklamadan “savaş isterik” anlayışı kokuyor. Amerikan ve diğer saldırgan ülkeler açıktan Suriye için bu kadar suspus olmuşken, Türkiye’nin aşırı ve normal dışı hamleleri böylesi bir gerginliğin zirve yapmasını sağladı.
“Keşif ve fotoğraf” amaçlı savaş jetinin uyarı yapılmadan düşürülmesi elbette ki izah edilemez. Bu, iki ülkenin savaşına zemin hazırlayan güçlerin işidir. Ancak başkasına çuvaldızı batırırken kendimize de iğneyi çok görmemeliyiz. Hatırlarsanız, Suriye tankları kendi topraklarında ama sınıra bir iki kilometre yakından geçti diye kıyametleri koparmıştık. “Vay efendim bu savaş ilanıymış… Bu, Türkiye’ye gözdağıymış vs.” diye manşetler atıyorduk. Kendi topraklarında tankları yürüttü diye kıyametleri koparan bizler, savaş jetlerini, her an müdahale endişesiyle yatıp kalkan bir ülkenin içerisine niye ve hangi amaçla gönderiyoruz. Davutoğlu uçağın, uluslararası sularda vurulduğunu ifade ediyor, ancak Suriyeli yetkili, bunun aksini ifade edip uçağın füzeyle değil, 2,5 km’de vurabilen uçaksavarla vurulduğunu ve dolayısıyla kendi topraklarında olayın cereyan ettiğini söylüyor. İki pilotun hayatına mal olmaması adına bile olsa bu ihlale dikkat edilmesi gerekmez miydi? Çünkü iki ülke arasında bir gerginliğin olduğu aşikâr. Buna göre bir hassasiyet siyaseti geliştirilmeli değil miydi?
Bakın bu konudaki amigolarımız çok olacak. Mavi Marmara gibi olmayacak. Mavi Marmara’daki canilik ve haksızlıklar had safhada olduğu halde, bizi bizden daha çok seven(!) bizim kara gözümüz ve karakaşımıza sevdalılar(!) bizi yapayalnız bırakmadılar mı? Bu konuda Türkiye ve İHH’nın yalnızlığını hep beraber müşahede ediyoruz. Oysaki gemisine çıkartma yapılıp dile kolay 9 (dokuz) insanı katledilen ülke, bir NATO ülkesiydi.
Dünya âlem biliyor ki Mavi Marmara gemisi bir savaş gemisi değil, yardım gemisiydi. Saldırıya uğradığı yer, saldırgan ve terörist ülkenin karasuları değil, uluslararası kara suları idi. Mağdurlar, silahsız ve savunmasızdı. Sivil, savunmasız ve silahsız yardım gemisine canlı canlı çıkartma yapıldı ve 9 insan göz göre göre bir, bir buçuk metreden infaz edildi. Peki, şimdiye kadar ciddi manada tüm bunlar için uluslararası toplum ve NATO nasıl bir adım attı? Samimiyseler, Mavi Marmara için de gerekli adımı atsınlar bakalım.
Onun için gerek içte gerek dışta dost ve düşmanı iyi tanımak lazım. Kimin, bizi hangi tuzağa düşürmek istediğinin farkındalığı çok önemlidir. Bu süreç bizi ummadığımız bir savaşın içerisine sürüklememelidir. Bir çatışma ortamını oluşturup sonra da sinsi sinsi seyredecek vampirlerin oyununa gelmemek dileğiyle...
Selam ve dua ile.
Doğruhaber Gazetesi