“Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir” diyor Necip Fazıl.
Kanalizasyon borusundan içme suyunun akması mümkün mü?
Peki sınav sorusu çalarak bir yere gelenin kul hakkından dem vurması inandırıcı mı?
Veya bir fahişenin ahlak dersi vermesi ne kadar etkili olur?
Soruları çoğaltmak mümkün.
Ülkemizde ne yazık ki bunların hepsini görmek mümkün.
Milletsefili diye bilinen Mahmut Kanal, yine her zamanki gibi lağım borularını açıp bir genç kıza iftira attı.
Genç kızın Cumhurbaşkanının kızı olması bizi hiç ilgilendirmez. Sorun olan bu lağım borusunun patlaması ve etrafa yaydığı iğrenç kokudur.
Mahmut'un kanalından nasiplenmek isteyen taşeron firmanın çakalı Orhan Yaydın da lağımdan akan kirli sudan nasiplenmek için ara sokaklara tweet boruları döşemeye başladı, olmayan aklınca belden aşağı vurma gayretiyle…
Mahmut, kanalı açar; Orhan, yayar da Kobay's Saman bundan nasiplenmez mi? O da bu müptezellikten nasiplenip, lağım borularını uluslararası arenaya taşıdı.
Marina çukurunun rekorunu kapmaya çalışan bu müptezeller, adeta kendi aralarında görev dağılımı yaptılar.
Yani;
Mahmut, lağımı patlattı,
Orhan, boruları döşedi,
Paralel İhanet Çetesi de “hani bana, hani bana!” dedi.
Biliyorum, midenizi bulandırdım.
Öyleyse sifonu çekin!
Aklı çirkeflikte olan sefil, Cuma'yı nerden bilecek?
Cahilin akılmend sayıldığı toplumlarda gelecek felaket olur.
Derya SAZAN da uzun yıllar kendisine altın tepside bahşedilen köşesinde akıl verdi bu topluma.
Üstelik hiçbir insan çıkıp da "İnsan, fakiri olduğu bir şeyi nasıl dağıtır?" demedi, çünkü ondan beslenenler hem akıl hem de ilim fukarasıydı.
Ayaklarının altına konulan sırıkla yüce zannedilen bu SAZAN'ın ayaklarının altındaki sırıklar çekilince yüceliğin cücelik olduğu anlaşıldı.
Sap gibi ortada kalan tatlı su balığı, sağa sola saldırarak “ergenlerin dikkat çekme sendromunu” yaşamaya başladı.
Çırpındıkça battı, battıkça çırpındı.
Bin yıl önce İslam'la tanışmış bir toplumun, altı yüz yıl İslam'a öncü bir toprağın, affedersiniz, eşeği bile Cuma namazının farz olduğunu bilir.
Toplumun kutsalından bu kadar habersiz yaşayan bir zavallının yıllarca bu ülkede hatırı sayılır bir gazetede köşe yazarlığı adı altında fikir sakarlığı yaptığını söylesem yeni yetme gezizekalılar bana inanmayacaktır.
Son kullanma tarihi geçen çakma aydınların ömürlerinin son demlerinde başvurdukları klasik bir yöntem var:
Toplumun kutsalına hakaret et, toplumdan gelen şiddetli savunmaları hakaret say, aç bir tazminat davası, bir ay gül gibi geçin.
Oh ne ala memleket!.
Şimdi o balık hafızanla sen bunu düşüneceksin de, sence ben oltaya gelir miyim?
Hayır, beklemen beyhudedir.
Bu ülkenin eşeğinin bile bildiğini SAZAN'ın bilmemesi ve yüzlerce sıpanın “vallahi adam haklı” solosuyla koro biçiminde anırması da bu akıl fukarası zevata hakaret etmemi sağlamayacaktır.
“Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.” diyen bir geleneğin takipçisi olarak diyorum ki
Beni dinle tatlı su SAZAN'ı!
Cuma namazı, Humeyni'nin koyduğu bir farz olmadığı gibi bir yönetimin koyduğu, bir yönetimin kaldırdığı bir tarz da değildir.
Cuma namazının farz oluşu Kur'an-ı Kerim'de sadece ayetle değil sure ile sabit iken sen bu ilminle “Eşekler Korosu”nun assolisti olursun.
Ayet, sure, nas, farz... biliyorum bunlar sana uzak kavramlar, bunları algılamanı beklemek, anlamanı sağlamaya çalışmak, boşa kürek çekmek olur.
Akıl fukarasına ilim yüklemek Çin işi oyuncaklara melodi yüklemekle eşdeğerdir, ancak yıllarca senin bu çakma melodiyle bir sürü sıpaya bağırsak gurultularını felsefik düşünce gibi bellettiğini söylemeyeceğim.
Hem sen mesai saatlerinin Cuma namazına göre ayarlanmasını AKP'nin seçim yatırımı biçiminde görmüşsün.
Hakaret olmasaydı olaya gözünle bakmadığını yazacaktım.
Nerenle baktığını yazmama edebim elvermez, ancak bir harfin kudreti her şeye kadirdir.
Mesai saatlerinin Cuma namazına göre düzenlenmesi bir milyon üyesi olan Memur Sen'in talebiydi bayat balık!
Memur SEN dedimse senin memur olduğunu anlatmadım. Biliyorum ilim fukarası olman !
Memur SEN, Türkiye'nin en büyük memur konfederasyonudur...
Memur SEN'in talebi de mesainin Cuma namazına göre düzenlenmesi değil, Cuma gününün resmi tatil sayılması biçimindeydi.
Hani Yahudilerde Cumartesi, Hıristiyanlarda Pazar kutsal gün sayılır ya, onun gibi.
Şimdi de bu ülkede her şey dine ve dindarlara göre mi ayarlanacak, eşeklerin hakları yok mu, diyeceksin.
Eşeğin tatili, arpalığı dolu olduğu demlerdir .
Sahi sen hangi demlerde demlenirsin?
Sen ağa, ben maraba!
Nursel Aydoğan…
HDP'ye Bursa'dan transfer olup Diyarbakır'da milletvekili oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Yakup Kadri'nin Mardin'i görmediği halde Mardin'e vekil olarak atanması gibi bir şey.
Niçin atandığı veya kime hizmet ettiği bir muamma.
Kürtlere ve Kürt haklarına hizmet etmediği bilinen bir vakıa.
AYDOĞAN, katıldığı bir programda “Türk devleti neden Barzani zihniyetine ses çıkarmıyor, gidip Güney'e müdahale etsin, orada federasyon var. Kürtler devlet istemiyor. Kürtler Öcalan'ın sözüne bakar. Abdullah Öcalan ‘bana devleti altın tepside verseniz yine kabul etmem' dedi. Öcalan devlet konusunda gerekeni söylemiştir.”
Metnin hal tercümesi şöyle:
Kürtlerin yararına çalışan Barzani Türk devleti için bir tehlike oluşturuyor, devlet ne zamana kadar böyle seyirci kalacak? Bak, Barzani neredeyse bağımsız bir devlete doğru gidiyor. Türk devleti, elini çabuk tutmazsa yarın geç olabilir. Treni kaçırmamak için hemen müdahale şart. Bize, yani PKK/HDP'ye saldırmanın anlamı yok. ÖCALAN, zaten devlet istemiyorum, diyor.
PKK'nın geldiği noktaya bakınca aklımıza o meşhur hikâye geliyor:
Hani ağanın biri lüks bir araba alır. Ağanın marabası arabayla ilgili beğenilerini sununca, ağa:
- Bu b.ku ye, arabayı sana veririm, der.
Maraba günlerce düşünür ve bir defa b.k yiyerek çok şey kaybetmeyeceğine kanaat getirir. B.ku yedikten sonra gururu incinir ve nedamet duygusu içinde kara kara düşünür. Arabayı kaybeden ağa da üzülmüştür, ancak arabayı kurtarmak imkânsız.
Bu duygularla marabaya:
- Beleşten araba sahibi oldun, der.
Gururu incinen maraba, bunu fırsat bilip:
- Sen de b.ku yersen, bu defa arabayı ben sana veririm, der.
Ağa, marabanın ilk duygularıyla hareket edip, b.ku yer.
Maraba bu defa:
- Bak ağa, sen ağa; ben maraba, araba senin araba. Sonra b.ku bir ben yedim, bir sen yedin. İşin sonunda yine sen ağa, ben maraba; yine araba senin araba… İyi de biz bu b.ku niye yedik?
Evet, elli bine yakın insanın ölümü, beş bin köyün boşaltılması… Yüz binlerce yetim ve öksüz… Örgütün iç infaz olarak katlettiği on beş bin insan… Osman ÖCALAN'ın ayrılarak telef ettiği iki bin militan… Ajan damgasıyla katledilen binlerce vatandaş… Katliam biçiminde infazın yapıldığı dört yüze yakın köy… Yola döşenen mayınlar… Yetimler… Öksüzler ve bunlara sebep olan boynuzlu öküzler…
Sonuç:
TC ağa; siz maraba… Araba eski araba…
Hakikaten o b.ku neden yediniz Nursel Hanım!
TIR yakan kaTIR
Bu bir aylık süre zarfında PKK militanları tarafından çoğunluğu TIR'lardan oluşan 211 araç ateşe verildi.
Yere izmarit atmayan cici çocukların TIR'lara saldırmasının mantıklı bir izahı olamaz. Olsa olsa emri veren bir kaTIR olur.
TERS KÖŞE
Bu Kadar Açık Vermeyecektiniz!
Çok değil yaklaşık on gün önce Kandil'in şahin kanadı ve Türk olduğu halde bağımsız bir Kürdistan(!) için dağları mesken edinen Duran KALKAN, TSK'ya seslenerek: “Bu savaş AKP ile aramızda geçen bir savaştır, TSK kendisini kullandırtmasın.” dedi.
Duran KALKAN TSK'ya böyle seslenirken, dağlarda yaşayan birinin toplumu okuması ancak o kadar olur deyip mesajla ilgili bayağı mizah üretmiştik.
Çünkü, darb-ı mesel şekline dönüşen bir sözdür bu: ”İzahı olmayan şeyin mizahı olur.”
KALKAN'nın sözlerinin izahını yapmak mümkün görünmüyordu.
Ancak gözlerden kaçan bir şey vardı ve izahta zorlanmamızın nedeni de gözden kaçan ayrıntıyı göz önünde bulundurmamızdı,
Bilindiği üzere ABD'yi mesken edinmiş bir zat-ı şahane ve ABD'yle flört halindeki eski devrimcilerin valsı Ekim 2014'te ABD'de maskeli baloda gerçekleşmişti.
Kapalı kapılar ardındaki balo, seçim süreciyle birlikte ifşa edilmeyene kadar kimsenin buna inanası yoktu.
Dindar bir yapının bu denli kindar olacağına kimse inanmak istemiyordu bir türlü.
Hele “Yankee go home! ” diye yırtınan bir zihniyetin “Bijî Serok OBAMA!”ya doğru evrilmesinin izahı olamazdı. Ancak bu defa mizah üretmeye çalışmayacağım.
Abdullah ve Fethullah'ın flörtüne aracı olan ABD, düğün masraflarını da üstlenerek ekim ayında izdivacı gerçekleştirdi ve düğün için 6/8 Ekim olayları adıyla elli iki kurban kesildi.
Balayı için ABD'nin dışında kır evi niyetine Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde buluşuldu.
Bundan sonra kararlar
Abdullah'ın şahin kanadı Duran KALKAN, çağrı yapınca Fethullah'ın yarbayı da bütün kariyerini silme pahasına da olsa “lebbeyk” dedi
Verilmiş bir görevi ifa etmenin huzuru olduktan sonra kariyer de TSK da vız gelirdi.
Yarbayın, dudaklarından sözlerin dökülüşünde el hareketlerine, kullandığı cümlelere ve tonlamasına dikkat edin.
Sonra Pansilvanya'daki Orkestra şefinin o meşhur “Allahumme ehzimhum ve zelzilhum ve şettit şemlehum…” höykürmesini inceleyin.
Yarbay “harakiri” yapar da izdivacın tarafları ona sahip çıkmaz mı?
Elbette çıkacaklar.
Ancak bu kadar açık olmasaydı daha iyi olurdu sanırım.
…
Birkaç gün sonra iki gazete “Genç Şakirtler Rahatsız” diye manşet atsa, hiç mi hiç şaşırmayacağız.