O yarışmalardan biri de ödüllü şiir yarışması idi. Şiir yarışmasında dereceye girenler İstanbul Kazlıçeşme'de yüz binlerin katılımıyla gerçekleşen etkinlikte açıklandı. Buna göre yarışmanın birincisi "Gönlümün Mihrabı" şiiriyle Trabzon'dan yarışmaya katılan Nihat Malkoç olurken, ikincisi, "Ümmet'in Göz Bebeği, Kâinatın Efendisi'ne" adlı şiiriyle Mardin'in Nusaybin ilçesinden Hüseyin Şayık, üçüncüsü ise, "Özgürlük ve Kurtuluşun Önderi Sensin" şiiriyle Çorum'dan yarışmaya katılan Mustafa Akkuş oldu.
İkra Eğitim-Der'in, resmi sitesinde paylaştığı "Gönlümün Mihrabı" şiirini sizinle paylaşıyoruz:
GÖNLÜMÜN MİHRABI
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su”(Fuzulî)
Teşrif etmeden evvel zemheriydi mevsimler
Ara renkler çekilmiş, siyah-beyaz resimler…
Sen geldin ey sevgili, mevsimler bahar oldu
Ay doğdu üstümüze, geceler nehar oldu
Yağmurlar, ayağının izini öpmek için
Hasretinden bulutlar ağlıyor için için
Geceyi yırtan ışık, dolunay gibi yüzün
Varlığın büyük devlet, yokluğun keder, hüzün
İçimizi ısıtır sevgin, şefkat güneşin!...
Mahlûkatın içinde yoktur benzerin, eşin
Süreyya’nın ışığı, gözlerimin nurusun
On dört asırdan beri ümmetin gururusun
Özgürlük bahçesinde açan gonca güldün sen
Kâinatı kuşatan ummandın, gönüldün sen
Ayrık sesler içinde, birliğe çağrı sesin
Müminlerin kalbine can katan bir busesin
Kurtuluşun öncüsü, aşkın kutlu kitabı
Yumuşattı kalpleri gül kokulu hitabı
Hakk’a kullukta buldun en büyük hürriyeti
Kaideye oturttun bozulmuş cemiyeti
Kula kulluk edenler seninle özgürleşti
Karanlıkları boğan, sımsıcak bir güneşti
Pas tutmuş kilitleri açan anahtardın sen!...
Zemheri soğuğunda gül yüzlü bahardın sen!...
Mekke’den Medine’ye hak din için göç ettin
Küffarın sürüsüne elhamdülillah yettin
Uhud Dağı şahittir, gül attın taş atana
Güler yüzle bakmadın inancını satana
Cennetin kapısında yazılı yüce adın
İnşallah sonsuza dek sürecek saltanatın
Yolunu göstermede müminlere sünnetin
Sonsuzluğa göçünce öksüz kaldı ümmetin
Gönüllerin sultanı, sonu gelmez bahardın
Müminlerin üstüne rahmet olup yağardın
Bir güneş gibi doğdun insanlığın bahtına
Ey Muhammedü’l-Emin kondun gönül tahtına!...
Sen yoksun ya âlemde yıllardır perişanım
Gönül bahçem tarûmar, sanki eksik bir yanım
Nurunu vasfetmede aciz kalır kalemler
Emrine amadedir cümle gizli âlemler
Günahımız olsa da ümitvarız kapından
Şefaat eyle bize, pay ayır sevabından
Bu dünya gurbetinde hasretinle yanalım
Mahşerde sancağının altında toplanalım
Onun ümmetinden ol, başka rehber arama!
Susuzluğa bengisu, odur merhem yarama…
Senin aşkın olmasa aşkı bilmezdi cihan
Gelmeseydin ey Resul hakikat kalır nihan!...
İsminle müsemmasın, Muhammed’sin, Ahmed’sin
Hakk’ın bizlere lütfü, müjdecisin, rahmetsin
Nûr-i dilârasın sen, kelâmın nur hâlesi
Getirdiğin hak Kur’an, kurtuluş meşalesi
İnkâr ateşlerini nurunla söndürensin
Küfre saplananları Hakk yola döndürensin
Ümmetinden olmakla şükür, şerefyab olduk
Sen gelmeseydin eğer hâlâ kullara kulduk
Eteğine tutunan kurtuluşa ermiştir
Nübüvvet bahçesinden iri güller dermiştir
Özgürlük ve kurtuluş önderisin ey Resul!...
Hakikat bayrağının gönderisin ey Resul!...
Mübarek adın geçse mânâ kazanır kelâm…
Sana bin kez, yüz bin kez, sana salât ve selâm!...
Nihat Malkoç
Peygamber Sevdalıları Platformu Şiir ve Makale Yarışmasında Makale Kategorisinde 1. Dereceye Yerleşen Makale
ASIRLARIN KÖRDÜĞÜMÜ*
Bir yazgı, bir kader-i mutlak, olmayışın... Bundandır ki amansız bir intizarda yüklü kaldı, uğruna hücrelerimize yaymaya adadığımız hisler... Ne kadar da benzedi kalpler Bilal’inkine... Yanmaktan ancak kalpler anlar, ateşten ziyade...
Seni sımsıkı, kenetlenmiş ve açılması zor bir kördüğüm gibi sevdik! Ama bu kördüğüm inadından ve acımasızlığından değil, çözülürse sensiz kalacağımız ve bir bir çözülüp biteceğimiz için sağlam... Bu yüzden attıkça attık aşk düğümlerini; kalbimizin hakkını, aşkınla iade ettik...
Sana asırlar boyu benzemek için didindik. Bu derekeden adı “vefa” olan bir ipe tutunarak çıkabildik. Aşkımız vefanla örüldü diye hayrete düştü Ebu Sufyanlar. Biz Hubeybce yürümeyi şiar edindik, hakikate tutunduk ve hiç şekva etmedik...
Diyorlar ki asırlar var aranızda... Diyorum ki nedir zaman? Her ne kadar acımasızca geçtiyse de asırlar... Zaman mı ayırmış seni bizden? Yoksa kalpler mi ayrılmış çoktan senden? Kokunu hissetmek maharet değil, aşk ister. Bu köz tüm zamanları eritir, mesafeyi yok eder.
Diyorlar ki, bu ne biçim aşk, hiç firak bitmez mi? Diyorum; aşk yorgun düşmez ki! Firak aşkın yegâne mekânı ve makamı... Firak vuslata gebedir, her dem canlı... Vuslat aşkın bahar yanı, maşukun tacı. Alnına konan iftihar öpücüğü, elleri ısıtan divane bir tutuş anı... Vuslat bizim kördüğüm aşkımızın son düğüm konağı... Zaman kayıp gider, vuslat avutur aşkımızı... Sana kavuşmak ey Aşkın dayanağı, vuslatın asıl adı...
Bir kudret eli ki, seninle hizaya getirdi âlemi. Bağrımıza kanatmayan bir ok sapladı. Eğilmiş bedenler, büzülmüş niyetler dik durdu, ayıldı. Önümüze öncülüğünü yaptığın bir yol bıraktı. Sağımıza kutlu doğumunla, solumuza zaman üstü çağrınla, kendimize sesinle, yüreğimize sevginle yürüdük... Sonra karanlıklar hayâ etti kara’sına ve aydınlık yarınlara büründük...
Diyorlar ki, şimdi devir değişti. Evet, doğru diyorlar! Senden bigâne evler harab, ocaklar yıkılmış perişan, asıl zindan olmuş yüreklere mekân. Nefsin dehlizlerinde hazlarının kurbanı olurken yaralananlar... Evet, doğru diyorlar. Sensizken devir çok değişti...
Ey matem libası giymiş gece! Yüzünü dünyadan çevirip hicaba bürünme vaktinde misin? Ya sen umutsuz gözlerim! Şimdi kirli kirli taşıdığın dünya merkezli bakışlarını, gözyaşıyla yıkama derdinde misin? Ey adını “ben” “sen” koyduğumuz ümmetin fedaileri! Devir değiştiyse eğer, ruhumuzu coşturan cezbedar güvercinlere özenmekten vaz mı geçeceğiz? Özgürlüğü nefse teslim, aşkı cahile gelin mi edeceğiz? Haydi, benimle birlikte “hayır” de ey kâinat! Ve sen, küçük kâinat olan insan! Özgürlüğü de kurtuluşu da bulamazsın, böyle perişan...
Özgür kalmak ve kurtuluşa varmak için her birimiz Muhammedî olacağız. Allah-u Ekber!
Ve şimdi ey hasreti bile güzel Can! Attık üstümüzden bulutların kasvetini... Gördük sonra şemsin himmetini... Hayran olduk ümmetçe yürürken, toprağın şakirtliğini... Yaşarken her gün vuslatın yorgunluğunu, Efendim hissettik Enes bin Nadr gibi cennetin lezzetini...
Yoluna şehidler kanlarıyla asfalt döküyor. Nedendir bilir misin, hep gül kokuyor... Musab’ın kefeniyle kefenlenmiş Sana gülüyor. Kalanlar arkasını unutmuş, yürüyor! Efendim hepsi muhacir, ahirete yoksul göç ediyor...
Ey içimdeki kördüğümün müsebbibi! Tüm kelimeleri şikâyet ediyorum hislerime, gör! Neden bu kadar aciz kalıyorlar hasretimi anlatmaya, anlamıyorum. Senin için dizilmeye yetmiyorlar. En güzellerini göndermeye gecikiyorlar. Ya hepsi birden hücum ediyor, ya da bir anda kayboluyorlar. Söz dilsiz, ben yetersiz, ben aciz...
Ben Seni nasıl yazayım? Adın kâinata yazılmışken... Herkes anlatır da ben seni nasıl anlatayım? Ben bir damla sen bir umman iken? Sadece sensizlikten açılan yaranın acısını döküştür benimkisi... Efendim, affet bu cüretimi!
Nidanla susar dünya, çığlıklar da dâhil... Sevginle biter elem, eller birleşir. Tebliğinle diner kavga, fitne ki büyük katil...
Şimdi günahları bir bir döktüm yollara... Tüm sevapları almak için boynuma... Muhammedî bir edadır süs diye takındığım. İliklerime kadar gül nefesiyle avunduğum... Bükmem dizlerimi ram olmuştur yoluna Efendim. Sana seslensem, ötelerden beni dinler misin?
Gökyüzünü; yokluğunun vurduğu, kasıp kavurduğu dünyaya siper etmek geliyor içimden desem...
Gücümün çocuksu yumruğuyla ama işe yarar masumluğuyla dağları kaldırıp soysuzların yüzüne kapatmak istesem...
Ben bu ondört asırlık kördüğümü şahid ederek, sensizliğin adının aslında kopmaz bir bağ olduğunu söylesem...
Senli hayallerimde koşup bu kördüğümü Uveys’e götürsem...
Sevban’ın sabırsız aşkı sarsa her yanımı ve o da bir düğüm atsa da cenneti düşlesem...
Amine anamdan sorsam kutlu doğumunu, bir de ondan dinlesem...
Bütün yanık cümleleri aşkına korkmadan sarf etsem...
Seni unutarak büyüyen küçük insanlara ‘vitamininiz bu aş(k)tadır’ desem...
Ey sabrı avutan, ihlâsı zengin, dünyası fakir, hasreti bıktırmayan, yokluğu yakan yar! Ben asırlara gömülecek olan aciz bir beden ve sana meftun ruhum ile aşkına tutunan bir kölenim...
Ben yoluna kurban, ahlakına hayran, aşkına giriftar bir kölenim...
Sana köle olmak, nefse efendi olmaktır, bilirim...
Diyorlar ki, artık geçti! Evet, doğru diyorlar. Artık sensiz günler geçti! Ben sana asırların eskitip yıpratamadığı ve yok edemeyeceği bir sevgiye sesleniyorum. Asırlık ve üst üst üste binmiş bir aşk yumağının sahibi olmakla iftihar ediyorum.
Ey Allah’ın ebedi hediyesi ve ey hasreti güzel Can! Ben seni kördüğüm gibi seviyorum...
Hacer Akiz