Kötü adamın kanundan kaçarken bataklığa düşmesi gibi, kurtulmak için çırpındıkça daha hızlı bataklığın onu çekmeye başlaması gibi, aslında böyle bir durumda çırpınmak yapıp edebileceğimiz en kötü şeydir. Yapmamız gereken sırt üstü yatıp kollarımızı açmak ve yüzeyde yatar halde mümkün olduğu kadar hareketsiz şekilde kalmaktır. (Sonra da atımızı gelip bizi kurtarması için ıslık çalmaktır.) Böylesi bir durumda, etkili bir eylem ortaya koymak ustalık ister, çünkü içgüdülerimiz bize kaçmaya çalışmamızı söyler; ama çırpınmayı bırakmazsak, kısa sürede yüzeyin altına batarız.
Bize mutluluk gibi gözüken mutsuzluklar da mutluluk bataklığı gibidir. Biz onda mutlu olmak için çırpındıkça mutsuzluk bataklığının altında boğulup gideriz.
Zihnimizin arka tarafında bir elektrik düğmesi olduğunu farz edelim; biz buna mücadele düğmesi diyelim. Düğme açık olduğu zaman, karşımıza çıkan her türlü fiziksel ya da duygusal açıyla mücadele edeceğimiz anlamına gelsin; ne tür bir rahatsızlık yaşarsak yaşayalım, bundan kurtulmaya veya kaçınmaya çalışırız.
Örnek: Baş gösteren duygumuz kaygı olsun. Mücadele düğmelerimiz açıksa, bu duygu asla kabul edilemez. Bu yüzden kendimizi duyduğumuz kaygı nedeniyle öfkeli hissederken bulabiliriz; “ne cüretle bana böyle hissettiriyorlar!” Ya da kaygı duyduğumuz için kaygılanırız, “ bu bana iyi geliyor olamaz, acaba vücuduma ne hasarlar veriyorlar?” Ya da duyduğumuz kaygı yüzünden suçluluk hissederiz. “Canımın böyle sıkılmasına izin vermemeliyim, böyle yapmam gerektiğini biliyorum. Yine çocuk gibi davranıyorum.” Hatta bu duyguların hepsini bir arada hissedebiliriz. Tüm bu ikincil duyguların ortak yönü can sıkıcı ve faydasız olmaları… Enerjimizi ve zihnimizi tüketmeleri sonrasında bu nedenlerle sinirlenebiliriz, kaygılanabilir ya da mutsuz hissedebiliriz.
Şimdi de mücadele düğmemiz kapalı ise neler yaşayabileceğimizi düşünelim. Bu sefer hangi duygu atmosferi baş gösterirse göstersin, bu duygu ne kadar can sıkıcı olursa olsun, bununla mücadele etmiyoruz. Bu yüzden kaygı baş gösterdiğinde bu bir sorun teşkil etmiyor. Tabii ki bu tatsız bir duygu ve bundan hoşlanmıyoruz. Ama korkunç bir şey de değil. Mücadele düğmemiz kapalı iken duruma göre kaygı seviyemiz yükselip alçalabilir. Kimi zaman da hiç kaygı hissetmeyiz ama daha önemlisi, zamanımızı ve enerjimizi bununla mücadele etmeye harcıyoruz. Tıpkı günahtan kaynaklanan mutsuzluğun mutluluğunu yaşar gibi. İlk adımda (yani ilk günahta) geri dönmemiz gerekirken yanlış yapıp sözde kurtulmak için adım attıkça bataklığa saplanan adamın bataklıktan kurtulmak için çırpındıkça batması gibi.
Mücadele etmeksizin tecrübe ettiğimiz şeyler, kim olduğumuza ve içinde bulunduğumuz duruma bağlı olarak, normal bir seviyedeki fiziksel ve duygusal rahatsızlıktır. ACT’de (Kabul ve Kararlılık Terapisi) buna temiz sıkıntı deniliyor. ‘Temiz sıkıntıdan’ kaçınmanın bir yolu yok; öyle ya da böyle hayat hepimize bunu yaşatıyor. Ama bununla mücadele etmeye başlayınca, rahatsızlık seviyemiz hızla artıyor. Tüm bu ilave ve sıkıntıya ise ‘kirli sıkıntı’ diyoruz…
Mücadele düğmemiz tıpkı bir duygusal yönetici gibi; düğmeyi açınca kaygımız yüzünden, öfkemiz yüzünden kaygı, depresyonumuz yüzünden depresyon ya da suçluluk hissimiz nedeniyle suçluluk hissedebiliyoruz. Hatta kaygımız yüzünden hissettiğimiz öfke sebebiyle suçluluk duyabilir ve bu nedenle de depresyona maruz kalabiliyoruz!
İnsanoğlu, can sıkıcı duygulardan kaçınmak için sayısız yöntem buluyor; sigaradan cinselliğe, alışverişten internette gezmeye kadar daha önce gördüğümüz üzere, bu kontrol yöntemleri aşırıya kaçmadan uygulandığı sürece bir sorun teşkil etmiyor ama aşırı derecede alış-veriş yaptıkları için çok fazla kredi kartı borcu biriken veya akıl almaz cinsel talepleri nedeniyle ilişkilerini tahrip eden davranışlarımız oluyor. Tüm bu ikincil sorunlar ve bunlara bağlı gelişen acı veren duygular, ‘kirli sıkıntı’ başlığı altında toplanıyor.
Mücadele düğmesi kapalıyken;
1.Duygularımızın hareket serbestisi vardır;
2.Zamanımızı ve enerjimizi duygularımızla kavga etmek ya da onlardan kaçınmakla ziyan etmeyiz.
3.Tüm bu kirli sıkıntıları üretmeyiz.
Mücadele düğmesi açıkken;
1.Duygularımız takılıp kalır.
2.Bunlarla mücadele ederek zamanımızın ve enerjimizin çoğunu ziyan ederiz.
3.Bol miktarda, üzücü ve bize faydası olmayan kirli sıkıntılar üretiriz.
Panik atak esnasında, hasta soluksuz kalma, göğüs ağrısı, hızlı kalp atışları, boğulma hissi, sersemleme, el ve ayaklarda karıncalanma, sıcak basma, üşüme, terleme, bayılma hissi ve titreme gibi tedirgin edici durumlara bağlı olarak kötü bir şey olacağına dair yoğun bir duygu yaşar.
Kaygının korkunç ve tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyor ve bundan kaçınmak için mümkün olan her şeyi yapabilir. Bu nedenle, kalp çarpıntısı ya da göğüs sıkışması gibi az da olsa kaygıyı çağrıştıran bedensel bir duyum hissettiğimiz an, bu duyum kendisinde daha fazla kaygıyı tetikliyor. Sonrasında, kaygı seviyesi arttıkça istenmeyen bu tür bedensel duyumlar daha fazla şiddetleniyor.
Böylece kaygı hissi daha fazla tetikleniyor; ta ki kendisini tam anlamıyla bir panik halde bulana dek. Ancak kaçınma ne kadar alışkanlık haline gelirse, uzun vadede o kadar fazla sıkıntı yaşamaya başlıyoruz.
Geçmiş Hac’ul-Ekber bayramımız mübarek olsun. Selam ve dua ile…
Mehmet Akif İkbal