Sene 1993-94 yıllarında Laboratuar Teknisyenliğini kazanan ve henüz Rabbini tanımayan bir genç kızdır. Laboratuarda kanın yapısını incelerken Eritrositler, Lökositler ve Trombasitler onun hayatını etkilemeye başlar. Mikroskop altında onları incelerken kendisinde bir takım sinyaller verir yüreği. Adeta EHAD çığlığı yükselir fıtratından. Ama henüz neye EHAD diyeceğini bile bilememektedir. İçinde hep doldurulamayan bir boşluk vardır. Kanı incelerken her hücrenin farklı amaca hizmet ettiğini ve farklı vazifelerinin olduğunu fark eder. Her şeyin bir gayeye hizmet ettiği düşünceleriyle kendi kendine “Peki ben ne için var edildim? Beni yaradan ne için yarattı ki?” Sorularını sormaya başlar. Kendi kendine yaradılış gayesini bulmak için bir araştırma içine girer. Gayet çağdaş geçinen bir mahallede oturduğu için kendisine kılavuzluk edecek kimseyi bulamaz. Yaradılış gayesini bulmak için gözyaşlarıyla Rabbine dua eder. Evde hiç açılmadığı için tozlanmış olan Kur’an mealini açarken “Rabbim bana yol göster. Bana varlığımın hakikatini kavrat” diye dua eder ve karşısına zariyat suresi 56. Ayet çıkar. “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım” ayeti. Kendi kendine “Artık ne için var edildiğimi buldum” diye haykırır. Artık yalnızca Yüce Rahman’a kul olacağına dair söz verir. Kısa bir süre sonra örtünür. Eline geçen namaz hocalarından sure ve dua ezberleyip namaz kılmayı öğrenir. İlk yıllar örtülü olduğu halde başını okula gidince açar. Fakat yüreğinde devamlı bir çelişki vardır ve bu konuda kendisini kimse aydınlatamaz. “Ben, Rabbim emrettiği için başımı örtüyorum. Peki, okulda neden onun emrini çiğniyorum? Hâlbuki ben yalnızca O’na kul olmak için örtünmemiş miydim?” diye çelişkilerle boğuşurken başını bir daha açmamaya karar verir. Sorgu odaları, baskılar, teklifler peşini bırakmaz. Koca okulda tüm bakışlar ona dikilmiştir artık. Hiçbir şekilde örtüsüyle sınıfa giremez. Mesleği ve örtüsü arasında seçim yapmak zorunda kalmıştır artık. Okuduğu bölümü çok severek okuyordu. Kan bilimleri onu Rahman’a yaklaştırmıştı. Rabbinin gücünü, iradesini, kudretini idrak etmesine vesile olmuştu. Hayrandı mesleğine. Ama iş Allah’n emrine gelince Rabbinin emrini çiğnememe uğruna canından bile vazgeçmeye hazırdı. Öğretmenleri onun verdiği kararı öğrenince eve kadar gelip örtüsünü açması için ısrar ediyorlar, ikna edemeyince suçluyorlardı. Müdür yardımcısı yanına çağırıp kendisine yardımcı olacağını söylemişti. O da bir ümitle yanına gidince örtüsünü açması karşılığında hiç ders çalışmasa bile tüm derslerden geçmesini sağlayacağını, diplomasını bizzat kendisinin hazırlayacağı ve istediği şehre tayinini aldırabileceğini teklif etmişti. İkna edemeyince o da hakaretler savurmuştu. Onurluydu, kölelik zincirlerini kırıp yalnızca Allah’a kul olmuştu çünkü. Fakat içi yaralıydı. Sızım sızım sızlıyordu yapılan zulme.
Sırf başını örttüğü için eğitim- öğretim hakkı elinden alınmıştı. O haksızlığın acısını 19 yıl olsa bile halen yüreğinde hissediyor, inceleme yaptığı laboratuar, okuduğu sıralar rüyalarına kadar giriyordu. Şu anda o da bir anne. Maalesef yıllar geçse de bu zulüm bitmediği için büyük kızı örtüsünden dolayı okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Küçük kızı da örtüsüyle okumak için direniyor. Daha küçük yüreğiyle sorgu odalarına alınıyor. Hakarete maruz kalıyor. Tehdit ediliyor. Yıldırılmaya çalışılıyor. Tutanak tutuluyor. Şimdi de kızının acısına ortak olup yeniden inancının savaşını veriyor. O hem anne hem de örtüsü için kızıyla beraber alın teri döken, eğitim-öğretim hakkı elinden alınmış, haksızlığa uğramış bir Müslüman kadın. Bir buçuk senedir okul avlularında, okul kapılarında kızını bekliyor. Onun gözyaşlarını bir zamanlar kalem tuttuğu parmaklarıyla siliyor. Kızıyla beraber yeniden yürek teri döküyor. İnancının acısını çekiyor. Ama kızının inancı uğruna çektiği sancıyı sevdayı görünce kendi sevdası geliyor aklına, akıttığı gözyaşları uğradığı hakaretler. Ve kızının yüreğine merhem olurcasına hep yanında olacağını söylüyor.
Peki bu zulüm ne zaman bitecek? Yaklaşık 20 yıldır devam eden haksızlık ne zaman sona erecek?
27 Kasım’da kılık kıyafet serbestliğine dair bir yasa çıkacağı söylendi. Duyunca çok sevindik, fakat ”başı açık olacak” ibaresini duyunca damdan düşer gibi olduk. Sanki okulda kılık kıyafet serbestliği çok önemli bir konuymuş gibi, sanki yıllardır insanlar bu mesele için meydanlara dökülmüş de çözüme ihtiyacı olan bir meseleymiş gibi özgürlük getiriliyor. Fakat uğruna yıllardır dökülen gözyaşları görülmüyor. Meydanlara dökülen kitleler, mesleğinden ve eğitiminden insanlar görmezden geliniyor. Müslümanların temsilcisi olacağını söyleyen Başbakan’ı lider yapan; O’nun zulme uğrayışı, O’nun mazlumiyeti değil miydi? Yoksa bu gün mazlumiyetten zalimliğe mi terfi etti? Üstelik de yasağı kesinleştirerek. Böyle bir yasakla ve Batı’dan getirilen eğitim sistemiyle mi dindar bir nesil yetiştirmeyi hedef ediniyor? Cumhuriyetten bu yana bu ülkenin Müslüman evlatlarının heba olduğu yetmiyor mu? Üstelik Erdoğan’a soruyorum bu ülkenin Müslüman evlatlarının taleplerine itibar etmiyorsa kimlerin taleplerine göre hareket ediyor? Neden dindar neslin alanlarını daraltıp yalnızca İmam Hatip Liselerine sıkıştırıyor? Nesilleri bloklara, sitelere mi ayırmayı hedefliyor? Diğer okullarda dindar neslin yüzüne kapılar kapatılıyor. Yoksa Başbakan’ın korktuğu birileri mi var? Bu işin mahşerdeki faturasını hesap etsin. Allah’ın gazabı o korktuklarının gazabından daha çetindir. Bunu hatırında tutarsa bu iş çözülecektir.