Geçen hafta bir masal yazmıştık.
Bu hafta da bir hikâye ile devam edelim:
Kuşların hükümdarı olan Simurg, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.
Bu kuşun özelliği, gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra küllerinden yeniden dirilmesiymiş.
Kuşlar, Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş.
Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış.
Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü, Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş.
Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmış ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş.
Oraya varmak için “yedi dipsiz vadi”yi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi...
İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamış.
İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüş.
Yorulanlar ve düşenler olmuş.
"Aşk Denizi"nden geçmişler önce.
"Ayrılık Vadisi"nden uçmuşlar.
"Hırs Ovası"nı aşıp "Kıskançlık Gölü"ne sapmışlar.
Kuşların kimi "Aşk Denizi"ne dalmış kimi "Ayrılık Vadisi"nde kopmuş sürüden...
Kimi hırslanıp düşmüş ovaya kimi kıskanıp batmış göle...
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp.
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş.
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış.
Baykuş yıkıntılarını özlemiş.
Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "Şaşkınlık" ve sonuncusu olan Yedinci Vadi "Yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş...
Böylece çoğu ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolmuş;
ya aç susuz can vermiş ya denizlerde boğulmuş
ya yüce dağların tepesinde can vermiş
ya güneşten kavrulmuş ya vahşi hayvanlara yem olmuş
ya ağır hastalıklarla geride kalmış
ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılmış.
Bu sayılan engellerin hepsi de “Hakikat yolu”ndaki zulmet ve nur hicaplarmış.
Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçmiş.
Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksutlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurg’u sormuş.
Sîmurg tarafından bir görevli gelmiş…
Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını istemiş.
Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıymış.
Tam bu sırada, Sîmurg tecelli etmiş…
Fakat otuz kuş, tecelli edenin bizzat kendileri olduğunu görüp şaşırmış.
Çünkü kendilerini Sîmurg olarak görmüşler.
Kuşlar Sîmurg, Sîmurg da kuşlarmış.
Sonunda işin sırrı, çözülmüş:
Farsça "si", "otuz" demekmiş, murg" ise "kuş".
Öğrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş.
Onların hepsi Simurg'muş.
Her biri de Simurg'muş.
30 kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileriymiş ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculukmuş.
Simurg; beklemekten vazgeçerek, “Şaşkınlık” ve “Yokoluş”u da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürmüş.
Bir Müslüman ve bir davetçi olarak kendi küllerimizden yeniden doğabilmemiz için;
Kendimizi davamız için yakmalıyız.
Yedi dipsiz vadiyi geçmeyi göze almalıyız ki birer Simug olalım.
Aksi takdirde bataklığımızda, tüneğimizde ve kafesimizde yaşamaktan kurtulmayacağız.