Sina'da tarihi hesaplaşma

Sina Yarımadası 1948'den bu yana yerel, ulusal ve bölgesel olmak üzere farklı güçlerin çatışmasına sahne oluyor

Sinan Özdemir/ Dünya Bülteni - Brüksel

Sina Yarımadası, Mısır'a dönüşünün otuzuncu yılı sebebiyle ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Mısır'ın önemli gündem maddelerinin arasında yer alıyordu. On gün önce Sina'da yaşanan saldırılar bölgeye ilgiyi artırdı. Kahire'deki siyasi hesaplaşmanın Sina üzerinden gerçekleştiği yorumları yapılıyor. Ancak Sina Yarımadası'nda yaşananalar salt Kahire'de ki iktidar savaşlarıyla da izah edilemez. Sina Yarımadası 1948'den bu yana yerel, ulusal ve bölgesel olmak üzere farklı güçlerin çatışmasına sahne olmakta. İşbu yazı, yaşananların son halkasından yola çıkarak tarihi, siyasi ve jeopolitik eksenlerini de dahil etmek suretiyle Sina'da yaşanan hareketliliğin yerel, ulusal ve bölgesel boyutlarını mercek altına almayı hedefliyor.

Sina Yarımadası,  İngilizlerin Suveyç Kanalı'nı faaliyete geçirmesinden sonra 1906'da bugünkü  bölgesel sınırlarını aldı. İçişlerinde Osmanlı Devletine bağlı olan yarımada daha sonra Mısır'a dahil edilerek bir şekilde İngiliz denetimine geçti. İngilizlerin Filistinden çekilmesinden sonra başlayan birinci Arap-İsrail Savaşı'nın ardından (1948) Sina Yarımadası'nın sınırları ateşkes hattı olarak belirlendi. Ne var ki uluslararası statsüsü ancak Mısır-İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşması'ndan sonra (1979) kesinlik kazandı.

Sina Yarımadası'nın coğrafyası göz önünde bulundurulduğunda, tarihte,  Mısır, Arabistan ve Filistin/Suriye (Bilad-ı Şam) bölgesi arasında köprü veya tampon bölge görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Tarihi Mısır topraklarına dahil edilmesi çok sonraları gerçekleşti. Bölge yirminci yüzyılın ikinci yarısında İsrail ile yaşanan çeşitli savaşların merkezinde yer aldı. Cemal Abdül Nasır'ın iktidar döneminde esen panarabist hava her iki devleti önce Suveyş Bunalımı'nda (1956) ardından da Altı Gün Savaşları'nda (1967) karşı karşıya getirdi. Her iki savaşın stratejik noktası Akabe Körfezi idi. Suveş Savaşı'nın ardından bir yıl Sina'yı denetimine geçiren İsrail 1957'de çekildi. Ancak Altı Gün Savaşları'nın ardından bu defa 1982 tarhine kadar bölgede varlığını sürdürdü (Taba'dan çekilmesi ancak 1989'da gerçekleşti). Mısır ve Suriye, 1967 harbinde kaybettikleri toprakları yeniden kazanmak için 1973'te giriştikleri son savaştan da birşey çıkmayınca Mısır İsrail'le Camp David Antlaşması'nı imzaladı.

Varılan antlaşmaya göre Sina Yarımadası dört bölüme bölündü ve bölge silahsızlandırıldı. Antlaşma,  Mısır'ın doğusunda bulunan ve A bölge olarak isimlendirilen bölümünde Mısır'ın asker bulundurmasına,  B ve C bölümlerinde (orta ve batı bölümü), askersiz, polisin güvenliği sağlamasına ve D bölümünde, İsrail'in asker bulundurmasına izin verildi. Antlaşmanın diğer önemli bölümü Suveş bölgesinde bulunan  gaz rezervleriyle alakalı. Antlaşma İsrail'in gaz ihtiyacını bu rezervlerden sağlamasının önünü açtı. Suveyş gazı, Mısır-İsrail arasında 2005 tarihinde varılan bir antlaşmayla İsrail'e Sina Yarımadası'ndan sevk edilmeye başlandı. Hem bölgenin silahsızlandırılması hem de gaz sevkiyatı konusunda Canp David'te varılan kararlara itirazlar yükselirken, özellikle Nisan ayından bu yana (Sina Yarımadası'nın Mısır'a dönüşünün otuzuncu yılı sebebiyle) konu egemenlik bağlamında tartışılıyor.

Sina Yarımadası'nın bazı noktaları doksanlı yıllarda özellikle turizm faaliyetleri sayesinde hızla "gelişti", değişti.  İsrail'in bölgeden çekilmesine paralel olarak Sina bölgesi yeniden organize edildi.  Değişim daha çok inşaa edilen yapılarda gözlemlenirken, yerel halkın önemli bir bölümü (özellikel kuzey bölümü) bu değişim rüzgarının dışında kaldı. Mısır'la toprak bütünlüğünün sağlanması için 1980'de açılan tünelden yirmi bir yıl sonra 2001'de asma köprü tamamlandı. Sina'nın kalkındırılması için Kahire doksanlı yıllarda önemli planlar kabul etti ancak beklenen sonuç alınamadı. Önemli bölümü çöllerden oluşan bölgede irili ufaklı 23 klan bulunuyor. Denetimi ve merkezi otoritenin varlığını artırmak adına Enver Sedat döneminde kuzey ve güney Sina vilayetleri oluşturuldu.

Bölgenin iktisadi kalkınması başarısızlığa uğrasa da, güney bölümünde beliren turizm faaliyetleri dünyanın dört bir yanından turist çekerken aynı zamanda Mübarek döneminin de vitrinini oluşturdu. Çok önemli bölgesel ve uluslarası toplantılara evsahipliği yapan Şarm El Şeyh Mübarek döneminin de en güçlü sembolü olarak tarihe geçti. Güney Sina'yı 2005'te vuran terör eylemlerinin en kanlısının Şarm El Şeyh'te gerçekleşmesi rejime gönderilen bir meydan okuma olarak yorumlanmıştı (saldırıda 88 kişi hayatını kaybetti).  Mübarek'in 2011'de iktidardan ayrıldıktan sonra Şarm El Şeyh'i tercih etmesi taşıdığı anlam sebebiyledir.

Ancak ulusal politikaların tam manasıyla yansımadığı Sina'da özellikle Mübarek döneminde klanlarla toz pembe bir ilişkinin yaşandığını söylemek mümkün değildir. Kahire hedeflediği kalkınması projelerinden uzaklaştığı ölçüde bölge fakirleşti. Sina halklarının özellikle kuzey bölümünde yaşayanları sefaletin altında ezilmişlerdir. Taba saldırısının ardından (2004)  rejimin gazabı Sina'da bütün şiddetiyle kendini hissettirdi. Ordu çeşitli operasyonlarla kadın-erkek üç bine yakın bedeviyi tutukladı. Teröristlere yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesiyle yüzlercesi işkence gördü. Bu durum klanları ve devleti karşı karşıya getirdi. Uzun bir dönem İsrail'e yakın durmakla suçlanan bedeviler saldırıların ardından "milli bütünlüğü" bozmaya çalışmakla suçlandılar ve ezildiler.

Kahire, Sina Yarımadası'nı tarihine ve coğrafyasına entegre etmeye çalıştığı kadar yerel halkı sahiplen(e)memiştir, bütünlüğe dahil edememiştir.  Toprakları ellerinden alınanlar başta topraklarının iadesini talep ediyorlar. Bölgede yaşayanların önemli bir bölümü Mısır vatandaşlığını da alamamıştır. İşsizlik ciddi bir sorun ve gençlerin önemli bir bölümünü vuruyor (yerel halkın orduya ve polise alınmaması, memuriyetler nokatsında ayrımcılığın yaşanması ve turizm sektöründe iş bulamamaları) Yer üstünde sağlanamayan kazanç yer altından sağlanmaya çalışılıyor (Gazze'yle yapılan tünel ticareti). Son yıllarda silahlanan ve merkezi otoriteye başkaldıran grupların tamamı iddia edeldiği gibi Mısır'ın dışından gelmiyor (Mübarek döneminin güçlü söylemlerinin başında yer alıyordu). İçeride yaşanan baskıya direnmek ve haklarının korunması için silaha sarılanlar da yok değil (özellikle polis veya gözlemciler tarafından tutuklanan gençlerin serbest bırakılmalarını sağlamak için turist kaçırma olayları sık yaşanıyor).

Bu nokatada Cumhurbaşkanı Mursi'nin Sina'da yaşanan hareketliliği kontrol altına almasının yerel halkın gönlünü kazanmasıyla, adaleti sağlamasıyla kolaylaşacağını düşünüyoruz. Aksi takdirde, son günlerde Sina'da yaşananlar sebebiyle başarıyla gerçekleştirdiği siyasi menavranın anlamını yitireceğini ve askerle yaşanan güç savaşında askerin elini güçlendireceğini düşünüyoruz.

Sina'nın ulusal ve yerel boyutları kadar bölgesel boyutları içinde Filistin (Gazze) ve İsrail bağlantısı önemli. İkinci intifada ve 11 Eylül saldırılarının ardından bölge kontrol dışı bir silahlanmaya tanık oldu. Bir tarafta İsrail'e ulaşmak için Afrika'dan yollara düşen umut yolcuları diğer tafata Sina'da beliren silahlı gruplar. Gerçekleştirilen en önemli saldırılar 2004-2006 tarihleri arasında Akabe'de yaşandı. İsrail makamları Eilat'ta 2011'in yazında yaşanan saldırının Sina üzerinden gerçekleştirdiğini söyleyerek güvenlik meselesini gündeme getirdiler.

Bir yanda Mısır Sina'nın silahsızlandırılması sebebiyle iç bölümlerdinde beliren -iç ve dış- silahlı grupları ve Sina-Gazze sınırında ki "kaçakçılığa" karşı mücadele etmekte zorlandığını söylerken, İsrail güvenliğinin tehdit altında olduğunu ve somut adımların atılmasını beklediğini ifade ederek Sina'da yaşanan hareketlilikleri bir içgüvenlik meselesi olarak görmeye devam ettiği mesajını gönderiyor.  Eilat saldırısın ardından İsrail Sina'ya müdahalle ederek beş Mısırlı polisi öldürmüştü. Bunun üzerine Mısır ordusu silahsız bölgeye girdi.  Bu noktada İsrail "kum saati projesi" çerçevesinde Sina-İsrail sınırına yeni bir duvar inşaası başlattı.

Mısır'da Camp David Antlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiği yönünde sesler yükseliyor (bölgenin silahsızlandırılması ve gaz sevkiyatı konuları birinci sırada yer alıyor). Ancak İsrail Mısırlıların taleplerini anladığın ifade etmekle birlikte konunun tekrar pazarlığa açılmayacağını ve bu konuda Temmuz ayında Hillari Clinton'un Mısır ziyreti çerçevesinde görüştüğü Cumhurbaşkanı Mursi'den sözler aldığı ifade ediliyor. İsrail, Mısır'ın yaşanan silahlı hareketliliği bastırmak için gerektiğinde antlaşmanın dışına çıkmasını "anlayışla" karşılıyor (ör. Eilat saldırısının ardından Mısır ordusu sihasız bölgeye girdi).

Sina'nın Mısır'a dönüşünün otuzuncu yılında Sina'da yaşanan hareketlilik bütün boyutlarıyla mercek altına alınmak durumunda. Salt siyasi mülahazalarla değerlendirilmesi ekonomik ve sosyal boyutlarının ötesinde adalet duygusunun sağlanamaması, arkeolojik kazılardan çıkarılan eser veya kalıntılarla Mısır'ı Sina'ya yakınlaştırabilir ancak Sina'nın Mısır'dan "uzaklaşmasını" engelleyemiyeceğini düşünüyoruz.


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İlim Tarih Haberleri

28 Şubat postmodern darbesi ve 27 Nisan e-muhtırası
Zilan Katliamı
Zilan Katliamı
Karaismailoğlu: Halkımızın yüzde 70'ini 2023 yılında hızlı tren konforuyla buluşturacağız
Fırat Kalkanı bölgesine saldırı hazırlığındaki PKK'li öldürüldü