Mardin’e bir gün gelmişler ve demişler, “burası sınırdır, artık aşağı yok.”
Bu o güne kadar Mardin’in hiç alışık olmadığı bir şey, Mardinli ne yapsın; tabi gidip gelmeye devam etmiş.
Sonra yine gelmişler. “Sizin medreselerinizi kapattık” demişler. 11 medrese kapanmış. Biri Ortodoks Süryani Kadim Cemaati’ne ait olan Deyrulzafaran Manastırı.
İlk darbeyi 1800’lü yılların ikinci yarısından sonra açılan altı Protestan mektebi ile yiyen ve misyoner edasıyla çalışan bu okullarda Protestanlaştırılan Ortadoks Süryaniler son darbeyi 1932’de Deyrulzafaran Manastırı’nın kapatılması ile yemiş.
Mardin, o tarihten itibaren Süryanilerin Patriklik merkezi olmaktan çıkmış.
Bu tedbirler Mardin’i Mardin olmaktan çıkaramayınca bir gün yine gelmişler aşağı ile yukarı Mardin’in ortasına tel örgü çekmişler, yetmemiş mayın döşemişler “artık yeter aşağıya gitmek yasak” demişler.
Akrabaların yarısı aşağıda yarısı yukarda kalmış. Mardinli bu durumu hiç anlamamış.
İcat ettikleri sınırın yanına bir de “sınır namusumuzdur” diye yazmışlar. O “namusu” beklemek için tarihi Mardin Kalesi’nin içine NATO Radar üssünü kurmuşlar.”
Hiç bilmedikleri, olmayan sınırı “namus” olarak ilan edenler, belli ki o sınırın ancak kendileri tarafından korunabileceğini de biliyorlarmış.
Zaten “NATO düzenine bağlı” olanlar dışında o sınır hiç kabul görmemiş.
Mustafa Aydın “buradan baktığımızda” diyor “aşağıda 15 km ilerimizde kurulan hattı görmüyoruz. Orada var olan tel örgüler bizim ovayı tüm olarak görmemizi engellemiyor.”
Memur-Sen Mardin Şube Başkanı Mustafa Aydın, şehrin sosyolojisini, tarihini çok iyi biliyor ve Mardin Kalesi’nin eteğinden bambaşka bir ufka bakıyor.
Ermeniler, Abbasiler, Handaniler, Eyyübiler, Artuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Osmanlılar dönemini yaşayan Mardin ve Kalesi hiçbir zaman savaşla el değiştirmemiş.
Timur ordusu ile gelip Mardin Kalesi’ni kuşatmış, tam bir ay beklemiş, “insanlar açlık ve susuzluktan kırılmıştır, artık kale teslim olur” diye düşündüğü sırada kendisine Kale’den taze süt ile yapılmış yoğurt ve yeni kesilmiş hayvanın mis gibi kokan kebabı bir elçi ile gönderilince kuşatmayı kaldırmış.
Mustafa Aydın’ın naklettiği bu hikaye bize Mardin’in siyasetteki ustalığı kadar, uzun süre dayanma, zorlukları aşma konusunda her dönem tedbirli olduğunu gösteriyor.
Çözüm İçin Sen de Konuş programı çerçevesinde geldiğimiz Mardin’de çözümün ötesine geçen, bambaşka şeyleri hayal eden insanlar gördük.
CHP eski İl Başkanı Mehmet Kılıçaslan Genel Merkez’in aksine bir görüşe sahip. İşleyişle ilgili bazı çekinceleri var ama “ben süreci destekliyorum” diyerek tavrını net ortaya koyuyor.
Mahmut Yavuz, unutturulmaya çalışılan Kürtçeyi annesi anlayabilsin diye şiir yazabilecek kadar geliştiriyor.
Kapatılan medrese ruhuna inatla sahip çıkan Ali Özgüç, bize Mardin’i Mardin yapan geleneğin devam ettiğini gösteriyor.
Mazlum Der Başkanı Bahattin Uncu, tüm inanç ve kimlik sahiplerinin uğradığı haksızlığa itiraz ediyor, sistem ile vatandaş arasında yaşanan sıkıntıyı aşmanın bize silaha başvurmadan nasıl mümkün olabileceğinin ipuçlarını veriyor.
Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu ise şehre akın akın gelen yerli yabancı turistlere Mardin’i olduğu gibi sunmanın çabasına düşmüş.
Çok zengin bir tarih, kültür ve gelenek henüz yeterince ortaya konup sunulabilmiş değil.
Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler varlar ama Mardin’de bile çok azlar. Geçtiğimiz yüzyıl onlar için acının yaşandığı yıllar olmuş.
Oysa 639’da yapılan Ruha (Urfa) anlaşması ile Müslümanların idaresi altında birlikte yaşamayı savaşmadan gönüllü olarak kabul etmişler. Ve o tarihten son yüzyıla kadar rahatça yaşamışlar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzen, onların düzenini bozmuş.
Şimdi yeniden bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.
Çözüm süreci bu yeni dönemin ilk adımı.
Dün beraber tarih yapan bu insanlar bugün yeniden bir tarih yapmaya çalışıyorlar.
Ovaya birlikte baktığımız Mustafa Aydın, bizi “yeni ufuk-yeni umut” ile yolcu etti.
celalkazdagli@gmail.com