Laik bir yapı ile temeli atılan Cumhuriyet, yönünü Batı’ya çevirmişti. Öyle bir yönelişti ki bu, olur olmaz kararlarla Batı memnun edilmeye çalışılıyordu. Koca Osmanlı tarihi bir çırpıda siliniyor, geçmiş ile ne kadar bağımız varsa hepsi tek tek geri dönüşüm kutusuna atılıyordu.
Geri dönüşüm kutusuna atılmasının bir tek avantajı vardı. O da atılanın tekrar geri alınabilmesi imkânına sahip olunması idi. Bilindiği üzere 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi ve kararı tüm Türkiye’ye bildirdi. Tabi halk karara uymak istemedi. Ancak 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere buna uymayanların cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi.
İnsanımız, 1950 yılına kadar tam 18 yıl Türkçe okunan ezana alışmadı, alışamadı. Türkçe ezan bir türlü kabul görmedi. Nitekim 1950 yılında seçimleri kazanıp iktidara geçen Demokrat Parti’nin en önemli icraatı ezanı aslına çevirmek oldu. Ezan-ı Muhammedi’nin üzerindeki Arapça okunma yasağı 16 Haziran 1950 tarihinde kaldırıldı. 17 Haziran’ın ikindi vaktine denk gelen Arapça ezanı, müthiş kalabalıklar tarafından dinlenmiş ve ağlaşmalara neden olmuştu.
Şundan emin olun ki bu manzaraların benzerlerine, 24 Temmuz 2020 gününde de rastlanacak. Çünkü Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararı de bu halk tarafından hiç mi hiç kabul görmedi. Neyse ki o da geri dönüşüm kutusundan geri alındı da, göğüs kafeslerimizdeki kalplerimiz ferahladı.
Fakat Cumhuriyetin kurucularının kabul görmeyen pek çok icraatı vardır. Acaba onlara da sıra gelecek mi? Örneğin Şeyh Said’in İngilizlerle bir ilgisinin bulunmadığı, sırf Din-i İslam’ın ahkâmının kaldırılmasını engellemek için kıyam ettiği söylenecek mi? Ya da ona çok görülen bir mezar yeri tahsis edilecek mi?
Kıyamdan sonra rejimin bölgede işlediği cinayetlerle yüzleşilecek mi? Mesela Zilan deresine doldurulan mazlum Kürtlerin tayyarelerle bombalanması neticesi kıyımdan geçirilen o küçücük bedenlerin hangi suçtan ötürü öldürüldükleri halka arz edilecek mi?
Kıyamdan haberi dahi olmayan bu insanların tepesinde dolaşan tayyarelerden birinin pilotu olup, hâlihazırda bir havaalanına ismi verilen manevi kızın ismi, buranın tabelasından silinecek mi?
Velev ki rejime başkaldırmış dahi olsa, Seyyit Rıza’nın barış görüşmeleri için Erzincan’a çağırılmasının ardından yolda tutuklanmasının, bir çeşit ihanet olduğu halka arz edilecek mi? İdam sehpasına giderken Seyyit Rıza, olanlara isyanını; "Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir." sözleri ile dile getirmişti. Bu sözlerin ne anlama geldiği şerh edilecek mi?
Laikliğin yerleştirilmesi babından çıkarılan;
*Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923),
*Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924),
*Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin Kaldırılması (1924),
*Tevhid-î Tedrisat Kanunu (1924),
*Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925),
*Medeni Kanununun Kabulü (17 Şubat 1926),
*Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanunun Kabulü (1926),
*Medreselerin Kapatılması (1926),
*“Devletin Dini İslam’dır” Maddesinin Çıkarılması (1928),
*Kılık Kıyafet Kanunu’nun Kabulü (3 Aralık 1934),
*1924 Anayasası’na Laiklik İlkesinin Girmesi (1937),
Ve bilumum bütün kanunların halka rağmen kabul edildiği, aslında memleketi din, iman, ezan için kurtaran yığınların, yukarıdaki kanunları görünce şok geçirdikleri ve gönül kırıklığı yaşadıkları, bu ülkenin yakın tarihinin kısa olduğu ancak yaşatılanların “Az zamanda çok iş yaptık” türü olduğu anlatılacak mı?
Geri dönüşüm kutusu orda duruyor. Bu güne kadar kutudan geri alınanlar, alınmayanların yanında devede kulak gibi kalıyor.
Acaba sıra onlara da gelecek mi?