Ne de çabuk unutuldu 17 Aralık 2011 tarihi…! Ne de çabuk unutuldu “Arap Baharı” olarak adlandırılan fırtınanın Tunus'tan koptuğu! Ne de çabuk unutuldu Arap diktatörlerden ilk al-aşağı olanın Tunus Firavunu Zeynel Abidin b. Ali olduğu…! Hatırlanmalıdır ki; Tunus neredeyse kamusal alan bahanesiyle caddelerinde bile İslami tesettürün yasak olduğu başat ülkelerdendi…
Suriye, Yemen, Libya, Cezayir, Afganistan, Somali, Irak; kısacası tüm İslam Coğrafyasının hal-î pürmelali ortada iken; ve üstelik Tunus, bu felaket depreminin merkez ana üssü ve fırtınanın tam ortasında olmasına rağmen; tüm hile, tuzak, kumpas ve tahriklere rağmen, “Gemiyi henüz batırmamış olan bir kaptan mahareti ile” çabalayan, didinen Raşid el- Gannuşi'nin hakkını teslim etmek gerekir. Değerlendirmelerde insaflı olmak vicdanın icabıdır.
Suriye, Afganistan, Yemen vs. gibi, Müslüman iç savaşı ve kardeşkanı vebali yaşanmıyorsa, Gannuşi'nin bu konudaki çabası feraseti, basireti takdir edilmeli, hatta emsal amaçlı değerlendirilmelidir.
Raşid el Gannuşi'nin son dönemdeki “İslam'da Siyaset Ayarı” yaklaşımına da, tıpkı üstat Bediüzzamanın “Euzubillahi min siyaseti we şeytanî” (Siyasetten ve şeytandan Allah'a sığınırım) yaklaşımına olduğu gibi eksik, anlamadan ve itham edici art niyetlerle eleştiriler yöneltildi…
Güya İslami hassasiyet tazyiki ile yapılan bu tenkitlerin kimisi; “Tunus da neden Suriye – Afganistan gibi iç savaşta değil”der gibiydi; Kimisi “Neden Gannuşi de Muhammed Mursi, Muhammed Bedii gibi zindanda değil?” edasındaydı. Kimisi “Bekâra karı boşamak kolay” kabilinden ahkâmlar kesiyordu…
Geçmişlerin tabiri ile “Sırtında yumurta küfesi taşımayanların temkin diye bir derdi olmazmış…”
Öte yandan, her kesin bireysel hayatında da tecrübe ettiği şahit olduğu gibi, her arzulanan hemen gerçekleşmiyor. Siyasi ve toplumsal yol alışlarda da, tıpkı bireysel hayatta olduğu gibi “Teori ve pratik uyuşmazlığı” denilen bir olgu vardır. Masa başında üretilen teoriler, çoğu zaman sahaya sürüldüklerinde eğer yeterli imkân ile beslenemezlerse, sakat kalırlar. Bu nedenle geniş hayat tecrübesine sahip şahsiyetler, hareketlerinde tedriciliğin yöntem muvazenesinde vücut bulacağını bilirler. Söyledikleri de bu hesaplarından bağımsız değildir.
Tam bu noktada, Şeyh Gannuşi'nin durumuna geçmeden önce üstat Bediüzzaman Said-î Nursî'nin hayatındaki bir hususa dürbün tutmak anlaşılmayı kolaylaştırır.
Üstad Bediuz-zaman'a da; kendi dönemindeki siyasi yaklaşımlarına; bir takım siyasi olaylara destek vermesine ya da vermemesine; iktidarlarla ilişkilerine ya da mesafeli duruşlarına, kısacası hayatının her alanına tenkitler yöneltilmiş, bunların da bazılarında kast ve maksad aşılmıştır.
Fakat; zaman Üstad Bediuzzaman'ı haklı çıkarmış, eleştirenlerin zulmedenlerin esamesi bu gün okunmazken, Üstadın “Nur” olarak nitelendirip yola çıkardığı kervan, bu gün pek çok koldan, yine onun deyimiyle hayret feşan bir hızla tüm dünyaya yayılıyor. Bunun arkasında Üstad'ın ilminden de ziyade tetkik edilmesi elzem bir “HAYAT TECRÜBESİ” vardır.
ÜSTAD BEDİUZZAMAN'IN SAYFALARA YANSIMAYAN HAYAT TECRÜSEBİ
Üstad Bediüzzaman çok hızlı bir şekilde “yerelliği” “bölgeselliği” hatta “ülkesilliği” aşıp “ Evrensel Şahsiyet” koordinatlarında konumlandı. Eğer aşağıda sıralanan hususlar biraz hayalen canlandırılarak takib edilirse anlaşılma kolaylaşır.
-Üstad Bediüzzaman'ın hayatında iki “Cihan Harbi” gerçekleşti. Üstad, Birinci Dünya Savaşında hem asker, hem bürokrat – siyasetçi olarak görev aldı. ‘Üstad Doğu Cephesinde Gönüllü Alay kumandanlığı görev yaptı. Siyaseten de Balkanların Osmanlıdan kopuş sürecinde, Padişah'ın Bakanlar gazisi heyetinde Hatip, hatta Padişahın içinde bulunduğu Cemaate Cuma Namazı kıldıracak durumda görevlendirilmişti.)
-Üstad Bediüzzaman hayatında, beş imparatorluğun yıkılışı ile beraber yüzlerce devletin kuruluş ve yıkılışına hem şahit oldu, hem de bazıları ile birebir muhatap kaldı. Üstad döneminde, Osmanlı imparatorluğu, Avusturya – Macar imparatorluğu, Alman imparatorluğu, Çarlık Rus İmparatorluğu, yıkıldılar ikinci Dünya savaşına kadar da bütün Avrupa, İran, Hindistan, Çin, Japonya tarumar oldular. Yeniden kuruldular…
-Üstad Ruslarla direk savaştı. Esir düştü. İngilizlerin İstanbul işgali sürecinde bizzat İngiliz Hükümeti tarafından tutuklanma emri çıkarıldı. Rus Esaretin sürecinde Almanya'ya geçti. Bütün dünyada olup bitenleri gün be gün takip ediyor ve detaylarına vakıftı.
-Gazete ve dönemin mecmualarına dünya siyaseti ile ilgili makaleler yazıyor, matbuat işinde bizzat rol alıyordu.
-En önemlisi de, Osmanlı imparatorluğunun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyet ininde kuruluş aşamasında hatta Milli Mücadele döneminde hem tanık hem aktör olarak bulunmuştur. Hem son dönem Osmanlı Padişahları ile bire – bir ilişkileri olmuş, hem Cumhuriyetin kurucu kadroları ile – Atatürk dâhil – ortak dönemlerinde de baskı, sürgün, zindan ve zulüm görmüştür.
-Pek çok siyasi kişilik, siyasi teşkilat, siyasi partiler ile kontaktları olmuştur.
Sadece genel bir çerçeve çizmek için sıraladığımız bu hususlar dairesinin içi, bir Kürt Köyünden bir Dünya İmparatorluğuna kadar uzanan sayısız detay tecrübe ve tecrübe detaylarıyla doludur.
Bu gün bir şirkette, bir siyasi partide ya da siyasi bir cemiyette ömrünün bir kısmını geçirmiş 40 – 50 yaşlarında biri ile konuşursanız, pek çok gözlem ve tecrübesi hem sizi etkiler, hem de onun hayatında derin tesirler bıraktığını görürsünüz.
Böylesi bir hayat nehrinde akan Üstad Bediüzzaman'ın bazı meselelere yaklaşımında elbetteki bu tecrübelerin önemli bir kısmı pek çok sebeplerle sayfalara yansıtılamaz, yansıtılmamıştır da. Bunu en iyi Üstadın öğrencileri bilir. Üstadın “her zaman doğruyu söylemelisin fakat her doğruyu her yerde söylemeyi hakkın bilmemelisin” vecizesi de bu gerçekliği remz ediyor.
Dikkat edilirse bu günkü İslam coğrafyası da Üstadın yukarıda sıralanan dönemlerinden pek farklı mecrada değildir.
Bu yüzden, Tunusun bu günkü durumu, Raşid Gannuşinin ihtiyatı elden bırakmayan hareket tarzı ile; Üstad Bediuzzaman yukarıda sıralanan serencamından sonra, özellikle 1930'ların sonuna gelebildiğinde, hayatını “Eski Said”- “Yeni Said” taksimatlandırması arasındaki bazı haklı yaklaşım benzerliklerini görmemiz gerekiyor.
Raşid El-Gannuşi; Muhammed Hamidullah Hocanın (rahmetullahi aleyh) öğrencisidir. Hamidullah hoca da İslam âlemi açısından Üstad Bediuzzamandan aşağı değildir. O da sürgünde yaşadı ve sürgünde vefat etti. (Üstad Bediuzzamanla da mektuplaşmışlardır.) hamidullah hoca da (ra) evrensel bir kişilik ve evrensel bir tecrübeydi. Fransada sürgünde iken üç önemli öğrencisini- üç önemli şahsiyet olarak yetiştirdi. (Bu üç şahsiyetin ortak özelliklerinden birisi de ihtiyatlı hareket tarzlarıdır.) birisi rahmetli Hasan Turabi, birisi Raşid el-Gannuşi öteki de Muhterem İhsan Sureyya Sırma Hocadır.
Hasan Turabi, Sudan da İslami hareketi besledi, ihtiyatı nedeni ile direk değil de dolaylı olarak General Ömer el-Beşiri ön plana çıkardı. Sonrasında onun hışmına ve ihanetine uğradı. (inşallah şeyh Gannuşi'nin sonu da öyle olmaz.)
Şeyh Gannuşi de Tunus'un zorlu şartlarında En-Nahda hareketini icra etti. Hak teala yardımcısı olsun. O da hocası merhum Muhammed Hamidullah gibi sürgündeydi. Olaylardan sonra döndü.
Üstad Bediuzzamanın hemşehrisi olan İhsan Sureyya Sırma hoca ise biraz fazla temkinli çıktı. Siyasete pek yanaşmadı. Fakat akademik alanı seçti. Çok sıkıntılı, baskılı bir akademik hayatı geçti. Fakat şunu teslim etmemiz gerekir ki, muhterem İhsan Sureyya Sırma hoca, merhum Hamidullah Hocanın da etkisi ile; son nesil İslam gençliği arasında müthiş bir İslam Tarihi şuuru dinamiği inşa etti. “Mekke Dönemi…” “Medine Dönemi…” siyer kitapları başucu klasikleri haline geldi ve bir çığır açtı.
Allah hepsinden razı olsun….
Şifa Allah'tandır elbette… fakat doktor ve tedavi gereksiz değildir.
Bu yüzden, Müslümanların bu ömürlük dünya tecrübeleri, İslam'ın en has ürünlerindendir. Değerlidirler. Kuru kuruya tenkid edilmekten ziyade desteklenmelidirler. Tecrübe ve sözlerine kulak verilmelidir. Destek olunamıyorsa da bari köstek olunmamalıdır.
Hak Teâlâ mübarek Ramazanın hürmetine, İslam Coğrafyasına ve Müslüman âleme inşallah hayırlı kapılar açsın.
Bu dua ve ümit ile;
Allah'a emanetsiniz…