Tampon bölge, güven koridoru, barış hattı derken ‘Barış Pınarı Harekatı’ adıyla müdahale geldi Suriye’nin sınır ötesine.
ABD ve diğer şer güçlerin İslam coğrafyasının birçok yerinde ektiği fitneye benzer bir fitneyi de ‘hat boyu’na ektiği bugün var olan kargaşadan da anlaşılmaktadır.
Emperyalistlerin son dönemlerdeki stratejisi, coğrafyadaki karşıtların güç kabiliyetlerinin çatışmacı ortamı gerektirecek boyutta orantılanması veya onlara öyle hissettirilmesidir.
Zalimler, ölecek insan sayısını arttıracak her adımı, parasını ya mağdurun kendisinden ya da kaderdaşından tahsil ederek atarlar.
Suriye’ye de aynı strateji uygulandı. Trump’ın dengesiz gibi görülen sinsi siyasetinde de bu var. Gâh Türkiye’nin yanında, gâh karşıt örgüte destek veriyor tavrı halen devam ediyor. Bir taraftan ‘Türkiye’nin ekonomisini mahvederim’ derken, bir taraftan silah ve eğitimle desteklediği örgüte yönelik müdahaleye, askerlerini çekerek yol verir. Bununla kalmaz BM’de operasyonun-müdahalenin kınanmasını da veto eder. ABD ve diğer tüm emperyalist güçlerin dostluğu ancak böyle olur. Türkiye’ye dost ve müttefik göründüğü zamanlarda da PYD unsurlarına TIR dolusu silah gönderiyordu.
Bunu söylemek için belki daha erken olabilir ancak müdahalenin üçüncü gününde, 2014 yılından bu yana örgüte verildiği söylenen 30 bin TIR silahın mahiyeti ile ilgili emarelere de sanki daha pek rastlanmadı. Gerçekten verilen silah bu kadar büyük bir boyutta mıydı, yoksa bu bir propaganda mıydı? Bunu ilerleyen günlerde belki daha net görme imkanına sahip olacağız.
Her neyse... Şimdi demem o ki; müdahalelerin hesap kitapları iyi yapılmalı. Her ne olacaksa sınır-hudut farkı gözetmeksizin insanların yararı, huzur ve saadeti öncelenmelidir. Çünkü her menfi hareketin kötü yansıması bu coğrafyanın insanına olacaktır, başkasına değil.
Türkiye’nin sınır ötesine müdahaleye tepkinin çok yönlü olması dikkat çekici. Tepkinin yüksek olanı özellikle Batı’dan gelirken şehirlere atılan roket ve havan toplarıyla katledilen sivil insanlar için kimsenin sesinin çıkmaması ise ilginç.
ABD veya Batı’nın verdiği destekle Nusaybin’in göbeğine, şehir merkezine atılan roket ve havan toplarıyla Emine Yıldız(12), Leyla Yıldız(15) ve anneleri Fatma Yıldız(48) hayatlarından koparıldılar.
Akçakale’de de aynı şekilde katledilenler ve yaralananlar, hedefte salt bir devletin veya organik yapının değil, insanlarımızın kendileri ve huzurumuzun olduğunun göstergesi oldu.
Sınırın karşı tarafında kaç sivilin hayatını kaybettiği veya hayatlarını kaybedenlerin olup olmadığını henüz bilmiyoruz.
Çatışmacı ortamı ve sebeplerini ortadan kaldıracak takatın olmadığı yerde, çatışmanın şekli üzerine odaklanmaktan başka çare kalmamaktadır. Her nerede olursa olsun sivillere zarar verecek eylemlerin karşısında olmak herkesin boynunun borcu olmalıdır.
Savaş, çatışma, kargaşa istenmeyen bir durumdur; ancak tarafların bunu kaçınılmaz bulduğu durumlarda sivil ve savunmasız insanlara sahip çıkmak hem insani hem de İslami görevimizdir.
Sivil kayıplar Batı’nın veya Amerika’nın umurunda değildir. Katledilen 9 aylık Suriyeli Muhammed Ömer’in yasını onlar tutmayacaktır. Muhacir ananın acısını kimler nasıl paylaşabilecektir ki?!
Savaşlar, operasyonlar ve müdahalelerde sivil ve savunmasız insanların özellikle zarar görmesi bu alanın da kirletildiğinin delilidir...
Bunun günümüzde vebali, çatışmaları meskun mahallelere, şehirlere, sokak ve caddelere çekenlerin boynunadır.
Şehirlerimizi havanlarla, roketlerle veya füzelerle hedefleyenlere Rabbimiz fırsat vermesin, emellerini kursaklarında bıraksın.
Bu vesileyle, her şeyden habersiz kendi evlerinde veya sokaklarındayken atılan roketler sonucu can veren başta Nusaybin, Suruç ve Akçakale’deki mazlumlara Rabbim’den rahmet, yakınlarına sabır dilerken, yaralılara acil şifalar temenni ediyorum.
Selam ve dua ile..