Siyaset Gemisi / Köşeden Köşeye

Hüseyin KAYA

Yılmaz Özdil (Sözcü):

“Ankara belediye başkanı “aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun” diyerek, ABD büyükelçiliğinin önündeki Nevzat Tandoğan caddesinin adını Zeytindalı caddesi olarak değiştirme kararı aldı. (…)

Amerikalılara posta koyuyormuş gibi yaparken Nevzat Tandoğan'ın adını neden siliyorsunuz?

Nevzat Tandoğan Amerikalı mı?

Amerikalılara mı gıcıksınız, yoksa aslında Nevzat Tandoğan'ı mı ortadan kaldırmak istiyorsunuz?

Mesela neden ABD elçiliğine gelen herkesin her gün göreceği Paris caddesinin adını değiştirmiyorsunuz?

Paris, yerli ve milli mi? (…)

“Aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun” diyerek, güya ABD elçiliğinin sokağının adını değiştiriyorsunuz ama…

Aynı ABD elçiliğine daha kocaman elçilik binası yapmaları için Atatürk Orman Çiftliği'nin 37 bin metrekaresini peşkeş çeken kimdi?

Nevzat Tandoğan mı?

Başkentimizin göbeğinde Afrin kadar araziyi Amerikalılara vermediniz mi kardeşim?”

“Doğruya doğru” dersek eğer, Yılmaz Özdil haklı; ama kısmen.

Yani bir taraftan Amerikalılara Atatürk Orman Çiftliği'nde kocaman bir arazi satacaksınız, öte taraftan tam da “Reklam kokan hareketler bunlar” sözüne uyan bir uygulama ile bir sokağın adını değiştireceksiniz.

PYD'ye silah veriyor diye Amerika'ya kızacaksınız, öte taraftan PYD'ye her türlü iletişim yardımında bulunduğunu bildiğiniz İncirlik Üssü için bir şey yapmayacaksınız.

Evet, Yılmaz Özdil haklı; ama neden “kısmen” dedik oraya gelelim.

Yılmaz Özdil'in Nevzat Tandoğan'a olan ilgisi “Beyaz Türk” refleksinden başka bir şey değil.

Bir tarafta “Ulan öküz Anadolulu” diyen Tandoğan, öte tarafta istediği yönde tercih kullanmayan halka “Bidon kafa” diyen bir Yılmaz Özdil…

O yüzden Özdil'in asıl tepkisi Amerika'ya değil, Nevzat Tandoğan'ın ismini değiştiren hükümetedir.

Halime Kökçe (Star):

“Abant Platformu gibi o dönem için meşru gözüken çatılar altında bir araya geldiler ilk. Görüşmeler sıklaştı sonra. Sırrı Süreyya Önder ve Ekrem Dumanlı görüşmesi gerçekleşti, Abdullah Öcalan'ın bilgisi ve koordinasyonuyla tabii.

Amaç birliği yavaş yavaş söylemlere de yansımaya başladı. Bahoz Erdal'ın açıklamalarından rahatsız olan Öcalan "Dikkat edilmesi lazım. Aslında bu dönemde herkesin birbirine karşı kullanacağı dil ve üsluba dikkat etmesi gerekir. Cemaat'le ilgili şeye gelince, o dedikleri gibi değildir. Biz kendilerine Ortadoğu'da demokratik ittifak bile teklif ettik, değil mi? Öyle düşmanlığımız falan olmaz. Söyleyin, Gülen'i en iyi anlayacak olan yine benim" dedi.

"Ortadoğu'da demokratik ittifak" sözünün altını ayrıca çizmek gerekir. Bu FETÖ'nün nasıl bir güce, etkinliğe ve nüfuza sahip olduğunun devletten çok önce PKK tarafından bilindiğini gösteriyor. Ayrıca "Rojova devrimi" denilen hikayenin FETÖ ile işbirliğine bağlandığını da gösteriyor.”

Halime Kökçe bir çırpıda FETÖ ve PKK ilişkisini, küresel boyutlarını ve hatta bu işte Öcalan'ın rolünü çözmüş, tebrikler!

Tabii bu arada bize cezaevindeki Öcalan'ın hangi devlet yetkililerinin “kuryeliği” ile örgütünü yönettiğini de söylerse mesele biraz daha aydınlanacak. Mesela bize “Öcalan süreci daha iyi okuyor” diyen devlet yetkilisinden, Öcalan'ın mektubunu bizatihi Demirtaş'a teslim eden Başbakan Yardımcısından söz etse…

Net bir örnek verelim:

Öcalan'ın Bahoz Erdal ile ilgili sözlerinin alındığı görüşme tutanağının tarihi 18 Mart 2013.

“Bir Başbakan Yardımcısı”nın “Öcalan'ın mesajları bizim de düşüncemiz” dediği tarih ise 6 Haziran 2014…

Halime Kökçe'nin matematiği iyi olmayabilir, o yüzden yardımcı olayım. İki açıklama arasında kaba bir hesapla 15 ay fark var.

Yani bu demek oluyor ki, Öcalan'ın, Gülen grubuyla irtibat kurduğunu söylediği tarihten itibaren 15 ay geçmiş ve halen milletvekili olan “Bir başbakan yardımcısı” bunları söylemiş.

Kendisi mi uyumuş, birilerini mi uyutmuş, onu da bize Halime Kökçe izah etsin.

Fatih Altaylı (Habertürk):

“Bir gazeteci, Kurtuluş Tayiz adında biri, İlker Başbuğ'a yönelik olarak “Kötü bir komutandı, kötü bir siyasetçi oldu” diye bir eleştiri yazısı yazdı.

Bunu hangi askeri bilgiye dayanarak yazdığını bilemiyorum.

Ancak aklıma bir tek şey geliyor.

Belki biliyorsunuzdur, Kurtuluş Tayiz eski bir PKK'lı.

Yargılanıp hapis yatmış bir PKK'lı.

Diyecek bir lafımız olamaz.

Cezasını çekmiş.

Şimdi de gazetecilik yapıyor.

Kurtuluş Tayiz, acaba İlker Başbuğ'un kötü bir komutan olduğunu PKK saflarında yer aldığı dönemde mi fark etti?

PKK'lı olduğu sırada karşısındaki Türk ordusunun harekâtları yanlış yönettiğine mi şahit oldu?”

“Her konunun uzmanı” olan Kurtuluş Tayiz'in askeri konularda da yazması işte beraberinde böyle sorunları da getirebiliyor.

Fatih Altaylı haklı. Kurtuluş Tayiz, İlker Başbuğ'un “kötü bir komutan” olduğunu nereden biliyor?

Kendisi 17 yaşında iken PKK'den cezaevine girmiş. 13 yıl yattığına göre müebbet ceza alıp “yaş küçüklüğünden” çıkmış.Tayiz cezaevine girdiği yıllarda Bağbuğ “General” rütbesinde olduğu için çatışmada karşı karşıya gelme ihtimalleri yok!

Öyleyse…

Daha fazla deşmeyelim. İşin içerisine PKK çevrelerinin iddiaları girer ki, onlar Tayiz için hem “itirafçı” hem de Jitemci” diyorlar.

Hilal Kaplan (Sabah):

“Tevekkül Karman, Arap dünyasında Nobel Barış Ödülü'nü alan ilk kadın. Aslen Yemenli olan fakat hissettiği gönül bağından ötürü Türkiye vatandaşlığına da geçen, uluslararası sivil toplum çalışmaları yöneten ünlü gazeteci-aktivist ile hem bölgedeki sorunlar hem de Türkiye'nin dünyadaki rolü üzerine konuştuk. İşte söyledikleri:

 Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Yemen'i istikrarsızlaştırdığını belirttiniz. BAE'nin Yemen'deki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yemen'de BAE tarafından atılan her adım BAE'nin çıkarlarına aykırı. Abu Dabi Yemen'de silahlı gruplar kurdu ve bu gruplar ne Yemen'in milli ordusuna bağlı ne de meşru hükümetin emirlerini takip ediyor. Abu Dabi, limanları ve havaalanlarını kontrol ediyor ve buraları Yemen'in meşru hükümetine teslim etmeyi reddediyor. Abu Dabi, Yemen'deki ihtiraslarına karşı çıkan Yemenli vatandaşlara karşı her türlü işkencenin uygulandığı gizli hapishaneler kurdu. Abu Dabi, meşru cumhurbaşkanının geçici başkent Aden'e dönmesini engelliyor ve cumhurbaşkanına uygun olmayan bir biçimde muamele ediyor. Maalesef BAE, Husilerin darbesinin ve devam eden savaşın sebep olduğu ülkedeki zayıflığı kendi amaçlarına ulaşmak için kullandı.”

Tevekkül Karman'ın söyledikleri çok önemli.

Bölgenin en kirli ve en kullanışlı maşasının BAE olduğundan kuşku yok!

Sadece Yemen'de değil, Mısır, Libya, Tunus ve Suriye'de ne kadar Amerikan ve israil planı varsa arkasında BAE vardır.

Yücel Koç (Türkiye):

“Hülasa artık boş laflara karnımız tok.

Belli ki PKK'yı Suriye'de boşuna beslemiyorlar, büyük planları var.

Koridoru tamamlasalar, Türkiye'ye yönelecekleri gün gibi aşikâr.

İstiklal mücadelesi vere vere bakın nereye geldik…

Peki, ABD ile savaşı göze almalı mıyız?

Türkiye'nin cevabı kararlı ve net…

Birileri israil'i sınırımıza taşırken biz izlemeyeceğiz…

Sınırımızda hiçbir terör örgütü üzerinden, egemenliğimizin tehdit edilmesine göz yummayacağız.

Nasıl ki Gezi'yi, 17/25 Aralık'ı, 15 Temmuz'u püskürttüysek, bunu da başaracağız.”

Yani bu kadar kararlıyız öyle mi?

Ben aynı kanaatte değilim.

Türkiye'nin asıl talebi Amerika'nın bölgede yürüttüğü terörden, israil'e verdiği destekten vazgeçmesi değil, PKK'yi bırakıp kendisiyle işbirliği yapması…

Hemen kızmayın, bunu ben demiyorum, ülkenin bakanı diyor.

Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, ABD savunma bakanı Mattis ile yaptığı görüşmede ona şunları ifade ettiğini söylemiş:

“Ve beklentimizin de terör örgütleriyle işbirliği yapmak değil, tamamen müttefikiyle yani Türkiye ile birlikte çalışmak olduğunu, doğru yöntemin bu olduğunu ifade ettik.”

Hüseyin Gülerce (Star):

“Kılıçdaroğlu'na göre Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan, bir darbe yaparak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ı devre dışı bıraktılar. Bu iki bürokrat, siyasi iradeyi tanımayarak el ele verdiler ve Afrin operasyonunu başlattılar.”

Hüseyin Gülerce'ye göre bu sözler, hastalıklı bir zihniyeti, demokrasiye inançsızlığı, cunta özlemini yansıtıyormuş!

Yanlış!

Aslında Gülerce'nin üslubu hakkında çok şey konuşulabilir; ama gerek yok.

Kılıçdaroğlu'nun meselesi ise sadece “Acemi fitneci” rolünü oynamak…

Daha açıkçası,

Kılıçdaroğlu, aklınca istihbarat ve askeri bürokrasi ile hükümetin arasını açmaya çalışıyor; ama bunu çok acemice yapıyor.

Cem Küçük (Türkiye):

“Sevgili okurlarım şu an Türkiye Cumhuriyeti olarak dört ayrı cephede vatan savunması veriyoruz. Hem dış düşmanlarımız hem de bu düşmanların içerideki iş birlikçisi olan vatan hainleri sistematik kara propagandalarla vatan savunması yapan DEVLET ve millet güçlerini parçalamaya çalışıyorlar. Bu kara propaganda çetesinin başında da şu an FETÖ'nün gizli yayın organı olmakla yargılanan Sözcü gelmektedir.

Savcılığımızın tespitine göre FETÖ karşıtı gibi gözüken ama özellikle Gezi olayları ve 17-25 Aralık darbe teşebbüsünden itibaren FETÖ ile ortaklığı açık olan bir FETÖ müsveddesidir bu gazete.”

Cem Küçük, FETÖ'den yola çıkarak birilerine yükleniyor; ortada saklanması zor çelişkiler var.

Mesela…

FETÖ'nün korunup kollandığı en önemli yer Amerika'dır ve ne ilginçtir ki, TGRT'nin patronu olan Mücahit Ören de Amerikan vatandaşıdır. Odatv, Amerikan vatandaşı olmak için edilen yemini paylaştı ki, bunun yenilecek, yutulacak bir tarafı yoktur.

Amerika, FETÖ ve PKK üzerinden Türkiye'yi kuşatmaya çalışıyor ve patronu “ABD'ye bağlılık ve sadakat göstereceğime; kanunun gerektirdiği hallerde ABD ordusuna hizmet vereceğime” şeklinde yemin etmiş olan Cem Küçük, birilerini vatana ihanetle suçluyor.

Cem Küçük, önce bunlara cevap vermeli.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.