Bir CHP milletvekili, ırkını üstün gördüğünü dile getiren bir açıklama yaptı. Türkiye’den haberi olan; kurulduğu günden beri uygulamalarını bilen; anayasasını, kurumlarını az çok duyan herhangi bir insana göre, son derece normal bir açıklama. Aslında kadın sadece malumun ilanını yapmış. Ve bana göre “Irkçılık şeytandandır” dediği halde ırkçı uygulamaları kaldırmayan Başbakan’dan daha büyük bir cürüm işlemiş de değildir. Neticede bakan değil, başkan değil; ateş olsa cürmü kadar yer yakar. Neyse; ona tepki olarak CHP Adıyaman milletvekili istifa etti. AK Partiden bir milletvekili tarafından da hemen partisine davet edildi.
Diğer taraftan 18 aydır her icraat ve sözüyle sayısızca camcı dükkânını harap eden bir bakan görevden alındı; ona da hemen “Devlet” baba şefkati yetişti. Oysa aynı bakan daha düne kadar ihanetle suçladığı bir hükümetin has adamı idi. MHP’de biraz umut ve cesaret olsaydı; onlar da muhakkak, adı İdris –içini bilmiyoruz- bu eski bakanı, partilerine davet ederlerdi. Adam kapma yarışı mıdır yoksa futbolcu transferi midir belli değil. “Av, önce kapanındır” ve “top yuvarlaktır” biliyoruz ama siyasette biraz ilke olmalı. Yoksa siyaset, ormanların kralı olma yarışı mıdır veya siyasetçi de mi yuvarlaktır?
Asıl değinmek istediğim konu ise; Erdoğan’ın tutuklu paşalara olan özlemidir. Ring araçlarında insanlar yandı; birkaç gün konuşuldu, geçti. Cezaevlerinde insanlar yandı; günlerce cezaevlerindeki hukuksuzluklar konuşuldu; gündem değişti, mesele kapandı. Sevkler, sürgünler yaşandı; onu kör gözler görmedi bile, o da geçti. Ama bu Erdoğan’ın tutuklu paşalar için çabası bitmedi. “Samanyolu” galaksisini karıştırma ve karşısına alma pahasına kanun değiştirdi ama gene olmadı.
Erdoğan, çırpınışına devam ediyor ve yeri geldikçe yargıya sitemini dile getiriyor. En son, “biz gerekli düzenlemeyi yaptık, artık iş yargıda” diyerek hâkimlere gereğini yapma isteğini tekrar iletmiş oldu. Bir keresinde içindekini açığa vurarak bir konuda “yargıya gerekli talimatı verdim” demişti ama bu kez dikkat ettim; yoğurdu üfleyerek yiyordu. Ama gene de yiyordu. “Tanırım iyi çocuklardır” darb-ı meseline taş çıkarırcasına “eski mesai arkadaşlarımdırlar, hassasiyetlerini biliyoruz” açıklamaları; cenaze imamının “cemaat, merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusunu hatırlattı bana. Mel’una dahi “iyi adamdı” denir ya hani…
Ölmüş olanın ameli kendine ama yaşayanların -en azından kendi yaptıkları kanunlara göre- dünyada da hesap vermeleri bir mecburiyettir. Yıllarca dindar insanlara, her 3–4 ayda bir duruşma işkencesi çektirilen memleket, sanki burası değil. Hele 10 yılı aşınca bir kanundan faydalanıp dışarı çıkanlara verilen; “Kral böyle buyurdu” kabilinden jet kararlar, sanki bu ülkede verilmedi.
Zatı-ı Muhterem Başbakan da kalkmış yufka yüreklilik yapıyor. Yıllardır her tehlikeyi göze almış Kara Murat edasıyla meydanlarda nutuklar attığı ve o nutukların muhataplarının da bugün tutuklu olan o eski “mesai arkadaşları” olduğu halde; kalkmış onların hakkını savunmaya kalkıyor.
İçerde birçok davadan binlerce insan var, hatta çok kötü şartlarda kalıyorlar ama varsa yoksa paşalar. “Ben 70 milyon insanın başbakanıyım” diyen insanın az buçuk şerefi varsa; o yetmiş milyonun içinden fotokopi ifadelerle yıllardır mahkûm edilen, o yetmezmiş gibi oradan oraya sürgün edilen insanları görmemesi; mümkün olur mu? Ama bunların “gözleri var göremezler, kulakları var işitemezler.” Hatta başbakanın pratiğinde gördüğümüz kadarıyla; kendileri de söyler ama anlayamazlar.
Wesselam