Bu günkü yazımda ülke siyasetinin savrulduğu mecrayı ifade etme adına temsili bir hikâyeyi makalemin konusu olarak seçmek istedim. Temsili hikâyeden yola çıkarak fincancı katırlarını ürkütmek istemedim. Geçmiş dönemlerde bu yöntemi ıskaladığım için devrin zalimlerinden bir katır yükü kadar dayak yemiştik. Hikâye şöyledir: Bir zamanlar sultanın gözünden düşen bir vezir (bakan) saraydan ayrılmak zorunda kalmıştı. Hayat tarzını değiştirip dervişlere katılan eski vezir, zamanla tamamen değişti ve huzura kavuştu.
Mahkeme kadıya mülk değildir kaidesi gereğince bir zaman sonra sultanının yerine başka bir sultan geçmişti. Yeni sultan eski veziri sarayda tekrar görmek, onun tecrübelerinden yararlanmak istiyordu.
Ancak sultan vezirden red cevabı almıştı. Sultan bu duruma çok şaşırmıştı. Karşısında derviş kıyafetlerinin içinde duran adam, sarayın debdebesini, gösterişini ve zenginliğini adeta elinin tersiyle itiyordu. Sultan nedenini anlamak istedi.
"Ben siyasetle uğraşmak yerine bu sade hayatı niye mi tercih ediyorum sultanım?" diye açıklamasına başladı eski vezir. "Çünkü kim sakin bir hayatı seçerse rakiplerinin diş gıcırdatmalarından ve beddualarından uzak kalır. Üstelik artık vezirlik mührü elimde yok; bütün ayrıcalıklarımdan uzak kalmış olabilirim. Bundan böyle beni eleştirenlerin kötü sözlerine tahammül etmek zorunda da değilim artık.
"İşte ben tam da böyle bilge ve derinlikli bir vezire ihtiyaç duyuyorum" diye söze karıştı sultan.
"Bir insanda bilgeliğin işareti bu olsa gerek" diye cevap verdi eski vezir. " Asıl olan siyasetin sahte cazibesine aldanmamaktır. Hüma kuşu neden bütün kuşlardan üstündür biliyor musunuz? Hümâyı diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, belki onun kuru kemiklerle yaşamaktan hoşnut olması ve başka canlılara asla zarar vermemesidir. Hem cennet ve devlet kuşu olan Hüma kuşunun, yedi kat göğün üzerinde felekler ve burçlar arasında dolaşıp Allah'a ulaştığına inanılır. Yunus Emre divanında bu kuş için ne güzel buyurmuş:
"Ne erenler gelip geçti
Bular yurdu kaldı göçtü
Pervâz edip Hakk'a uçtu
Hümâ kuşudur kaz değil"
Eski vezir, sözlerine devam etti: "Peki sultanım siz vaşağın hikâyesini duydunuz mu? Bir zamanlar vaşağa sormuşlar: "Neden aslanın sarayında hizmetkârlık ediyorsun?"
Vaşak şöyle cevap vermiş: "Bu şekilde düşmanlarımın şerrinden korunabiliyorum ve kralın yemeklerinden arta kalanlarla da karnımı afiyetle doldurabiliyorum."
"Peki, neden diğer bazı hizmetkârlar gibi aslanın daha yakınına sokulmuyor, onun en güvenilir adamlarından biri olmaya çalışmıyorsun?"
Vaşak: "Eğer çok fazla yaklaşırsam, bu defa da aslan kralın öfkesinden koruyamam kendimi" demiş.
Bilge Vezir: "Sultanım, her gün ateş yakıp ısınabilir, yemeğinizi yapabilir ve evinizi aydınlatabilirsiniz. İçine düşmediğiniz sürece ateş size zarar vermez. Ancak yakınında duranlar, başlarına neyin konacağından hiçbir zaman emin olamazlar. Bu, devlet kuşu da olabilir, bir celladın kılıcı da! Hükümdarların değişken tavırlarına dikkat etmek gerekir; bunu herkes söyler. Bir sultan bir adamın saygılı bir selamını hakaret kabul eder, bir başka adamın hakaretlerini ödüllendirebilir. Sultanın beğenisini kazanmak için bir yılan balığı kadar kaypak olmanız gerekir. Bilge kişi olmak içinse daha yükseğini hedeflemeniz gerekir" demiş.
Elhasıl, Allah(c. c)'dan korkan, ehil ve liyakat sahibi insanların belli makamlara getirilmesi gerekir ki zulüm yol bulmasın. Devlet ağacına öylesine gelişi güzel kurtlar, kuşlar ve puştlar musallat olmasın ki adalet tecelli etsin. Hem kimyasıyla oynan bir bahçeden hasat vakti ne meyve devşirilir ne de bir verim alınabilir. Bir bahçe ki alttan puştlar, üstten de kuşlar tarafından rahat bırakılmıyorsa sahibi hangi ürünü devşirecek o bahçeden?
Devlet bahçesinden rant devşirme adına varsın birileri danışman, genel müdür ve vezir olmak için dalkavukluk yapsın, yalan söyleyerek idarecileri aldatadursun! Masa, kasa ve nisa zaafı olanlara itibar etmeyeceğiz. Evet, zorlansak da kendi insani ve İslami değerlerimizden asla ödün vermeyeceğiz; bize kendi dürüstlüğümüz ve namusluluğumuz yeter, diyorum.