Milli Türk Talebeler Birliği (MTTB)'nin Türkiye tarihinde farklı bir önemi vardır. Bir dönemin etkili öğrenci konfederasyonlarından olan birliğin üyelerinin bugün Türkiye'yi yönettiği yersiz olmayan bir tespittir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MTTB'nin idarecilerindendir; bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MTTB'nin bir dönem sözcüsüdür. Meclis Başkanı İsmail Kahraman ise MTTB'nin genel başkanlığını yapmıştır. Bu isimler, MTTB'nin sadece yöneticileri değildir, aynı zamanda başta İsmail Kahraman olmak üzere MTTB'yi dönüştüren, ona İslamî bir söylem kazandıran kadronun da önemli isimleridir. Zira 1916'da kurulan MTTB, onların içinde yer aldığı kadronun yönetimine geçinceye kadar oldukça farklı bir durumdaydı.
MTTB, İttihat ve Terakki'nin Türkiye Türkçüleri kanadına bağlı olduğu düşünülen kişiler tarafından kurulmuş; seküler ve kavmiyetçi bir kimlik üzerine inşa olmuştur.
1929'a kadar birliğin faaliyetleri iyi bilinmemektedir. Ama Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul'da işgal karşıtı düzenlenen kimi öğrenci eylemlerinin kuruluş gayesini “Ülkenin içinde bulunduğu savaş hâline destek olmak ve ülkeyi işgalden kurtarmak, ‘Milli Kurtuluş'a fiilen ve fikren iştirak etmek ve gelecek tasavvuru oluşturmak” olarak beyan eden birliğin üyeleri tarafından organize edildiği düşünülmektedir.
1929'dan sonra ise birliğin başına Tevfik İleri getirilmiştir. İleri, müspet bir kişi olarak bilinse de o günün Türkiye'sinde resmi söylem dışında bir söylem içinde olmak mümkün değildi. Ayrıca dindar kesim, eğitimin dışında kaldığından birliğin yönetiminin dindarlardan oluşması da beklenemezdi. Buna rağmen ileri döneminde birlik, sömürgeci karşıtı bir tutum içinde bulunmuş. Türkiye içinde İslam karşıtı tutumlara sessiz kalsa da dışarıdaki Türklere yönelik İslam'ı hedefleyen menfi tutumlara karşı sesini çıkarmayı başarmıştır.
Nisan 1933'te hükümetin itirazına rağmen, Bulgaristan'da Müslüman Türklere yönelik insanlık dışı uygulamaları protesto edince birliğin seksen üyesi bir aya yakın tutuklanmış; 1936'da Hatay sorunu konusunda birlik yeniden hükümetle karşı karşıya kalınca kapatılmıştır.
Birlik, Şubat 1946'da “Talebe Birliği” adıyla yeniden kurulmuş ve Bakanlar Kurulu kararıyla aynı ay içinde “Milli Türk Talebe Birliği” adını almıştır. Bu dönemde her ne kadar “Ne puta tapacağız ne de put olup kendimize taptıracağız”, “Derneğimiz iman olarak benimsediği milliyetçilik anlayışına dayanarak vatan, millet ve aile gibi milli mukaddesat mefhumlarını inkâr eden komünizm ile daha şiddetli mücadeleyi şiar ittihaz eder” dese de hakikatte CHP'nin çizgisindedir. Adnan Menderes Dönemi'nde iktidarla arasını bozmak istemese de bu çizgisini korumuş, nihayetinde Menderes'in askeri darbeyle devrilip idam edilmesini desteklemiş, üniversite kampüslerinde “Yaşasın Cemal Paşa!” diyerek cuntanın getirdiği cumhurbaşkanını alkışlamıştır.
MTTB, ilk dönüşümü 1965'te Rasim Cinisli'nin genel başkan olmasıyla geçirmiştir. Erzurumlu olan Cinisli, namazında niyazında, sağ görüşlü bir öğrencidir. Cinisli, daha sonra Adalet Partisi ve Demokratik Parti'de milletvekilliği, 1994'te ise Doğru Yol Partisi İstanbul İl Başkanlığı yapmıştır. Son siyasi durağı ise Ak Parti'de iki dönem milletvekilliği olmuştur.
Dindar kesimin eğitime açılmasıyla okullarda Anadolu gençlerinin arttığı o dönemde MTTB içindeki sağ-sol çatışmasını başarıyla sağın lehine çeviren Cinisli, klasik dindar-sağcı bir kimlikte olsa da MTTB'de İslamî düşüncelere sahip olanların önünü açmış; MTTB'nin değişimine katkıda bulunmuştur. MTTB, 1967-1969 yılları arasında genel başkanlık yapan bugünkü Meclis Başkanı İsmail Kahraman Dönemi'nde geri dönülmez bir yola girerek seküler milliyetçilikten İslamîleşmeye doğru gelişimini sürdürmüştür.
1969'da Kayseri kongresi sırasında Mustafa Bilgi'nin “kavmiyetçi”ler tarafından şehid edilmesi, o kesimin tasfiyesini daha da hızlandırmış; Kahraman'ın ardından birliğin başına geçen Burhanettin Kayahan Dönemi'nde ise MTTB gençleri artık kendilerini “İslam Gençliği” olarak tarif etmeye başlamışlardır. Ondan sonra seçilen Ömer Öztürk Dönemi'nde İslamî söylem Sedat Yenigün'ün basın yayın müdürlüğüne getirilmesiyle doruğa çıkmıştır. 5 Temmuz 1980'de yine kavmiyetçiler tarafından şehit edilecek olan Yenigün, “Kapitalizm merhalesinden sonra Marksizm merhalesine geçen Batıcılar, bu ülkeye hiçbir fayda sağlayamazlar. Yerli düşünceyi boğmaya çalışan ideolojilerdir. MTTB olarak bu ithal malı düşüncelere karşıyız. Biz anti - komünist ve anti - kapitalist gençliğiz” diye haykıracak kadar klasik sağcılığa uzak, İslamî söyleme yakındır. Oysa bu dönemde Mehmet Şevket Eygi gibi isimler ve bazı “Nur” talebeleri, Amerika'nın faziletlerine dair yazılar yazıyor, kapitalizmin nasıl da İslam'a yakın olduğunu ispatlama yoluna gidiyor, dünyanın en liberal düşünürü olarak İmam Ebû Hanife Hazretlerini gösterme fütursuzluğunda bulunuyorlardı.
Sedat Yenigün ve arkadaşları “yeşil komünist” damgasını yemeyi dahi göze alarak bu çizgide ısrar etmişlerdir. Bu çizgi, İslamî kesimin klasik sağcılardan farklılığını hemen ortaya koymuş, ümmetçi bir çizgiye yaklaştırmış, ümmetçi çizgi MTTB'ye içeride ve dışarıda bereket getirmiştir. Kavmiyetçilikten arınma, MTTB'ye başta Kürtler olmak üzere çok sayıda farklı kavim kökeninden gelen öğrencinin katılmasını sağlamış, MTTB'yi hızla büyütmüş; öte yandan MTTB, bu kimlikle Uluslar arası İslâm Talebe Federasyonu Teşkilatı üçüncü kongresine ev sahipliği yapmış, 25 ülkeden 50 temsilci kapitalist de komünist de olmayan bir anlayış etrafında bu kongreye katılmıştır. MTTB, İslam aleminde tanınma imkanı bulmuştur. Necip Fazıl bile o kongrede kürsüye çıkarken ümmeti savunmanın bereketini görmüş, “Sizi Türk milletinin değil, içinde Türk'ün de eridiği İslâm bütünlüğünün genç ve aydın temsilcileri sıfatıyla selamlarım.” diye hitap etmiş, ümmet şuuru heyecanına katılmıştır.
Gittikçe prestij kazanan ve 1975'ten sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün yönetici sıfatıyla görev aldıkları MTTB, halkla iç içedir, yoksulun yanındadır. Sedat Yenigün, ““Gel ey Zulüm, Zulmün ta Kendisi!" yazısını yazacak kadar devrimci bir yaklaşım içinde halkın sorunlarını kucaklamış; kapitalist anlayışa “Sen çocuk! Halinden memnun musun? Oynayacak bir sahan, parkın, bahçen var mı? Sen ihtiyar! Artık sana otobüste yer veren genç görüyor musun? Sen ey hasta sahibi! Telaşla bindiğin taksiyle pazarlık fırsatı bulamadıysan kaç para isteneceğini biliyor musun? Sen ey hasta! Paran yoksa seni nasıl kapı dışarı atacaklarını tahmin edebiliyor musun? İşte bunlar, çok küçük, ama muhtevaları zulümle dolu sahneler…” sözleriyle savaş açmıştır.
Türkiye'de İslamî söyleme sahip kesimler, bu söylemle, komünizmle mücadele derneğinin kısır söyleminden kurtulmuş, anti-kapitalist, halkın sorunlarına duyarlı, İslam'ın sosyal yönünü özellikle vurgulayan, bununla birlikte ümmetçi yaklaşımla kitlelere açılmışlar, 1980 sonrasının en olumsuz koşullarında bile halkın desteğini kazanmayı başarmışlar, nihayetinde Türkiye'de en güçlü ses olmuşlardır.
Öğrenci konfederasyonlarına sağlanan seçim özgürlüğü sayesinde Türkiye'de seçimli dönüşümün mümkün olduğunu pratikte öğrenen İslamî kesimler, MTTB'ye aynı zamanda kapitalizm karşıtlığı ve ümmet yanlılığının bereketini de katmışlardır.
Ne yazık ki bugün MTTB'nin geçirdiği bu değişim öncesine dönme yönünde nahoş işaretler vardır. Milliyetçi söylemin öne çıkması ve kapitalistleşme.
Milliyetçi kesimlerin geçmişe göre çok dindarlaşması ve onların 15 Temmuz'da görüldüğü üzere anti emperyalist bir çizgi üzerinde karar kılmaları hem Türkiye hem İslam alemi için büyük bir kazançtır. İslamî bir söylemden gelenlerin milliyetçiliğe yönelmesi bu dönüşümü durduracak; bundan hem Türkiye hem bütün dünya Müslümanları zarar görecektir. Milliyetçi söylem, başta üretken görünse de sonra kötüce bir kısırlığa yol açar, tam büyüme umudu verirken küçültür ve imha olmanın sebeplerini hazırlar.
Kapitalistleşme de en az onun kadar tehlikelidir. Ne yazık ki kapitalistleşme Türkiye'de inanç ve ideal farkı gözetmeksizin bir yaşam tarzına dönüşüyor, kurumsallaşarak gerçek bir sınıf anlayışına dönüşmek üzeredir. Geçmişin sosyalisti, Kemalisti, İslamcısı şimdi aynı sitede, halktan kopuk olarak yaşıyor, aynı araçlara biniyor, Türkiye'nin sorunları konusunda benzer düşünceler öne sürebiliyor. Sosyalist ve Kemalistin artık İstiklal Caddesi'ndeki izbe barlar yerine AVM'lerdeki lüks eğlence mekanlarını tercih etmeleri anlaşılabilir. Ama artık dünün İslamî söyleme sahip kişisinin de sitesi gibi mescidi, çocuğunun gittiği okul, yazın tatil yaptığı yer, yemeğini yediği mekan tamamen ayrışıyor.
Geçmişin İslamî söyleme sahip idarecileri geçmişte bir cemaatin veya platformun gönüllüsü olarak halkla iç içe idiler, yoksulların sorunlarını bizzat görüyorlardı. Şimdi uzak ama çok uzak lüks sitelerde belki yıllarca bir yoksul evi görmeden yaşıyorlar. Yardımlarını dahi bankalar üzerinden veya sivil toplum kuruluşları aracılığıyla uzaktan yapıyorlar. Yoksulluk onlar için ya geçmişteki bir hatıra ya filmlerde bir sahne ya da sadece edebiyatı yapılan bir yalandır.
Yoksulluk hikâyelerine dudak büküyorlar, gün geçtikçe sosyal yardımlaşmayı “vergi ödenen” devletin sorumlu olduğu, “sorunlu” bir alan olarak görüyorlar. Aralarından Suriyeli göçmen edebiyatı yapanlardan çok azı bir kez olsun, Suriyeli göçmenin on-on beş nüfusla oturduğu “bizim semtlerimiz”in bodrum kat ya da yıkılmayı bekleyen barınaklarını görmüştür.
MTTB'nin 1967'lerden sonra kısmen, 1970'lerden sonra ise kesinlikle karşı çıktığı anlayış ve yaşam tarzı tam da böyle bir yaşam tarzı ve böyle bir anlayıştır.
Bu yaşam tarzı önce ayrıştırır, sonra bereketsizleştirir, kısırlaştırır, nihayetinde yok eder.
Yaşananlar, şu soruyu ister istemez sorduruyor: “Biz, her yönüyle MTTB'nin değişim geçirmeden önceki döneme mi dönüyoruz?”
Türkiye'de siyasette İslamî bir söylemle kalmak isteyenlerin bugün bu hakikati esaslı sorgulaması gerek.
Zira MTTB'nin değişim geçirmeden önceki hâlinde yoksulun kapısı da kavmiyetçi ayrımcılığa tabi tutulanların yolu da sahte bir umut olarak sosyalist gruplara çıkıyordu. Bugün o gruplar, yeteri kadar faal olmayabilir. Ama Batı, bu sorunları suiistimal eden gerçek bir kapitalist olarak her evin kapısında bekliyor ve her kesime umut vermeye çalışıyor”