DALKAVUK
Bilirsiniz “Dalkavukluk” en eski mesleklerdendir. Zamanın birinde bir Hükümdar, dalkavuk seçimine bizzat katılmış. Kendi dalkavuğunu kendi seçmek istemiş. İlk adaya sormuş:
-Sen dalkavuk musun?
-Evet efendim.
-Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun?
-Olur mu efendim? deyip referanslarını sıralamış. Hükümdar biraz düşünüp ona yol vermiş.
Bu şekilde epey elemeden sonra yine biri huzura alınmış:
-Sen dalkavuk musun? demiş Hükümdar.
-Dalkavuğum sultanım, demiş.
-Hiç de dalkavuğa benzemiyorsun?
-Haklısınız efendim; pek dalkavuğa benzemem.
-Sanki biraz benziyorsun?
-Evet sultanım, biraz benzerim.
Bu meyanda sorular ve cevaplardan sonra Hükümdar:
-Geri kalanlarla görüşmeye gerek yok. Ben dalkavuğumu buldum, demiş.
DEVE İLE YAVRUSU
Vaktiyle adamın biri, bir deve ve yavrusunu alıp yola çıkmış. Yavru deve:
-Anne, dizlerim titriyor. Hissi kablel vuku bir tehlike seziyorum, dönelim.
Anne deve, başını çevirip yavrusuna bakmış ve yola devam etmiş. Yavru deve bunu tekrar edince anne deve:
-Yavrum, sezdiğin tehlikeyi ben de yola çıkmadan sezmiştim. Senin veya benim bu tehlikeyi sezmem önemli değil. Asıl sahibimizin bunu sezmesi gerek. Yoksa biz de onunla beraber helak olacağız.
SİZ NE KADAR VARSINIZ?
Siyasilerden biri bir tımarhanenin yanından geçerken dışarıya doğru bakıp duran deliye sormuş
-İçerdeki mevcudunuz ne kadar?
Deli ona bakıp tanıyınca biraz düşünmüş:
-Ben içerdeki mevcudu bilmiyorum; ama siz dışarda ne kadarsınız, demiş.
HEM RED HEM KABUL
Vaktiyle bir Kral zamanında kanun taslakları hazırlanıp meclise sunulur, lehte aleyhte konuşmalardan sonra el kaldırma usulüyle kanunlar her hâlükârda kabul edilirmiş.
Bir gün meclis başkanı lehte el kaldıranlardan sonra aleyhte de el kaldıranların içinde de aynı şahsı fark etmiş:
Efendi, dalgın mısın? demiş.
Ne münasebet değilim.
İyi de niçin hem aynı mesele olduğu halde hem kabul eden hem de etmeyenlerle birlikte el kaldırdınız?
Ne fark eder ki demiş, vekil. Biz burada sadece baş sallayıcı ve kralın isteği doğrultusunda el kaldıranlarız.
İKİSİ DE DOĞRU SÖYLÜYOR
İki siyasetçi her nedense aralarında geçinemiyorlarmış. Araları tamamen açıldığı için onları barıştırmak adına hatırı sayılır birine götürmüşler. Birinci siyasetçi “Bu ahlaksız yok mu..” deyip adamın tüm ayıplarını ortaya döküp rezil/kepaze etmiş. Diğer siyasetçi de “Bu edepsiz, bu soysuz yok mu…” deyip ondan aşağı kalmamış. Dinleyenler hatırlı adama dönüp: “Her iki tarafı da dinlediniz. Söyleyecekleriniz yok mu?” diye sormuşlar. Adam gülümsemiş:
-Her ikisi de doğru söylüyor, demiş.
PABUÇ
Bir gün bir Sultanı bir alim ziyaret etmiş. Çıkışta Sultan, Alimin pabuçlarını düzeltmiş. Yanındaki dalkavuğu “Madem sultanımızın eli pabuçlarınıza değdi. Layıktır ki bundan sonra onları ayaklar altında değil de başınızın üzerinde taşıyasınız.” Alim dönüp konuşmuş: “Yüce Allah “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız” buyurmuş. Ben de pabuçlarımı çok sevdiğimden sana hediye ediyorum. Al, başına koy, demiş.
SİYASETÇİ
Babası eski bir siyasetçi olup ölmüş olan bir adam:
-Ya Rab! Annemi bağışla diye hep dua edermiş.
-Babana da dua etsene demişler.
-Babam uzun seneler siyasette bulundu. Kendini kurtarmak için bir hile yapabilir. Lakin annem çok zavallı bir kadındı, demiş.
CİMRİ SİYASETÇİ
Bir dilenci bir Siyasetçiden dilenince, yanındaki adamına seslendiğini duymuş:
-Anber'e söyle Cevher'e söylesin. Cevher de Yakut'a, o da Elmas'a, Elmas da Firuz'a, Firuz da Mercan'a desin ki bu dilenciye “Allah versin” desinler.
Dilenci bunun üzerine ellerini kaldırmış:
-Allah'ım! Cebrail'e emret Mikail'e söylesin. O da İsrafil'e, İsrafil de Azrail'e desin ki şunun canını alsın.
Emin olun her siyaset ve siyasetçi böyle değildir. Fakat memleketteki siyaset ve siyasetçileri oldukça kötü örneklik teşkil ediyorlar. Hal böyle olunca bu fıkralara ne diyebiliriz ki!