Geçenlerde Sad-i Şirazi'nin meşhur Gülistan kitabını okuyordum. Kitabın bir yerinde vefat etmek üzere olan bir hükümdarın kendi yerine geçecek oğluna nasihatleri anlatılıyordu. Tecrübeli hükümdar halk-devlet ilişkisi konusunda oğluna şu tavsiyelerde bulunuyordu: “ Bak oğlum! Bir ülkede halk ağacın kökü gibidir. Yönetim kurumları da o ağacın dalları mesabesindedir. Kök kurur veya çürürse dalların ayakta kalması mümkün değil. Her zaman halkınla birlikte ol, onların isteklerine kulak ver. Halk devletin kendine değer verdiğini, önemsediğini, arzu ve isteklerini dikkate aldığını, kendi huzur ve mutluluğu için çalıştığını, inanç ve değerleri doğrultusunda politika belirlediğini, kendine karşı adil olduğunu görürse o devleti destekler, zor zamanlarda devlete sahip çıkar, iç ve dış düşmanın devlete zarar vermesine müsaade etmez.”
Sad-i Şirazi'nin bu öğütleri her zaman geçerli tavsiyelerdir. Günümüzün yönetimlerinin de dikkate alması gereken uyarılardır. Eğer bir dereceye kadar Türkiye halkı mevcut yönetimin yaptıklarından ötürü umuda kapılmasaydı ve geleceğe dair olumlu beklentilere sahip olmasaydı 15 Temmuz darbe girişimine bu şiddette karşı çıkmayabilirdi. Yönetim kendi halkının hassasiyetlerini, beklentilerini dikkate aldığı ölçüde kendini koruyabilir, iç ve dış düşmana karşı direnebilir, ayakta durabilir. Kendi halkına güvenen, emperyalist güçlerin değil halkının istek ve beklentilerini karşılayan bir yönetimin sırtı çabuk çabuk yere gelmez.
Türkiye'nin Müslüman halkının birçok önceliği, devletten birçok beklentisi var. Bu beklentilerinde devleti yanında görmek istiyor. Gerçek anlamda yanında görmek istiyor. Bu beklentilerinden biri de siyonist çeteyle olan ilişkilerdir. Halk, en kutsal değerlerine vahşice saldıran, ilk kıblesi Mescid-i Aksa'yı yıkmak için sinsice tuzaklar kuran, İslam'ın üç kutsal şehrinden biri olan Kudüs'ü Yahudileştirmek için Filistinli Müslümanlara yapmadığı zulüm kalmayan, Müslümanların evlerine el koyup oralara göçmen Yahudileri yerleştiren israil çetesiyle daha ciddi ve gerçekçi bir mücadelenin yapılmasını istiyor. israili cinayetlerinden caydıracak, onu korkutacak, menfaatlerine zarar verecek yaptırımlar istiyor.
Kuşkusuz siyonist çeteyi kınamak, cinayetlerini deşifre etmek, dünya halklarına bu çetenin çirkin yüzünü göstermeye çalışmak, gösteriler düzenlemek, yürüyüşler yapmak önemlidir ve yapılmalıdır. Halkın bu anlamda bilinçlendirilmesi, öfkesinin siyonist çeteye yönlendirilmesi, yapılanların her zaman gündemde tutulmaya çalışılması daha ciddi tepkilere iyi bir zemin hazırlar. Lakin bunlar yeterli değil…
Filistinli kardeşlerimiz siyonist haydutların siyasi, ekonomik ve askeri ablukası altında inim inim inleyip en temel haklarından mahrum bırakılırken siyonist çeteye ekonomik destek sağlayan yüzlerce firma ülkemizde her türlü yatırımı yapabiliyor ve onlara her türlü kolaylık sağlanabiliyorsa; alış veriş merkezlerimiz, mağazalarımız, marketlerimiz siyonist çetenin ürünleriyle dolup taşıyorsa, bu çeteyle yapılan mücadele elbette yeterli ve caydırıcı olmaz.
Yine Filistinli kardeşlerimiz evlerinde bile güvende olmazken, gencecik masum Filistinli kardeşlerimiz cadde ve sokaklarda infaz ediliyorken, zorla evlerine el konulup yaka paça dışarı atılıyorken, haydut rejimin zindanlarında on binlerce Filistinli mazlum işkenceler altında esaret altında yaşamaya mecbur bırakılıyorken, ülkemizden israil'e trilyonlar akıyorsa siyonist çeteyle mücadelemizde istediğimiz sonucu alamayız elbette.
Hükümet, halkının sesine kulak vermeli, halkının beklenti ve önceliklerini dikkate almalı. Siyonist çetenin ve arkasındaki güçlerin tepkisinden çekinmemeli. Halkına dayanıp güvenmeli. Halklarını önemseyen, halklarının gözü, kulağı ve dili olmayı başarmış hükümetler her zaman güçlü olmuş, saldırılara güçlü bir şekilde direnebilmişlerdir.