Genç avukat o gün çok heyecanlıydı. Yıllardan beridir cezaevinde olan hasta müvekkili için çok uğraşmış ve sonunda mevzuatın gerektirdiği her şeyi hazırlamıştı. Geriye sadece hazırlanan belgeleri mahkemeye sunmak kalmıştı. ‘Adalet Sarayı'na gitmeden son kez belgelerini kontrol etti. Elinde birçok rapor ve belge vardı. Hele Adli Tıp'tan aldığı belgeye ise çok güveniyordu.
Nihayet Adalet Sarayı'na ulaşmıştı. Müvekkilinin yakınları ondan önce gelmiş heyecanla beklemeye başlamışlardı. Avukatın geldiğini görünce de hemen ona yöneldiler. Herkes sorular soruyordu. Hasta Müvekkilin yaşlı anne ve babası da oradaydı.
Yaşlı annenin her zaman ki gibi yine ağladığını gören Avukat, “Ağlama anacım bu sefer tamam inşaallah. Allah'ın izniyle oğlun bugün tahliye edilecek. Çünkü elimizdeki raporlar onun sağlık koşulları dolayısıyla cezaevinde kalamayacağını ispatlıyor” dedi.
Nasıl ağlamasın ki anne. Oğlu hem yıllardır suçsuz yere hapisteydi, hem de kanserle mücadele ediyordu. Cezaevindeki yetersiz koşullar dolayısıyla da hastalık her geçen gün daha da artıyordu. Avukatın sözleri yüreğine su serpmişti.
Nihayet mahkeme başlamıştı. Ananın gözleri oğlunu arıyordu ki; mahkeme başkanı cezaevinden kendilerine gelen bilgiye göre, sanığın ağır hastalığı dolayısıyla duruşmaya katılamayacağının bildirildiğini, söyledi. Ana üzülse de Avukat bu habere sevinmişti. Çünkü gelen haber kendi tezlerini destekliyordu.
Söz sırası kendisine geldiğinde Avukat, çok iyi bir savunma yaparak müvekkilinin sağlık sorunlarını bir bir anlatmış anlattıklarını da belgelendirmişti. Her şey ayan beyan ortadaydı. Mahkeme heyeti de ikna olmuş görünüyordu.
Adet olduğu üzere duruşmaya ara verilmişti. Herkes mutluydu. Avukat olaya hukukçu gözüyle bakıyor, fakültede öğrendikleriyle, önceki içtihatlarla karşılaştırınca kendi içinden, nihayet oldu, diyordu. Çünkü müvekkilinin nasıl mağdur edildiğinin en yakın tanığı kendisiydi.
Ara bitmiş heyet yerini almıştı. Mahkeme Başkanı, “heyet olarak yaptığımız değerlendirmelerde dosyadaki eksiklerin giderilmesi gerektiğine hükmettik” demiş ve “tutuklunun tutukluluk halinin devamına” diyerek mahkemeyi ileri bir tarihe ertelemişti.
Salon bir anda buz kesilmişti. Avukat teamülleri zorlayarak hemen itiraz etti.
“Ama efendim, dosyada her şey tamam. Adli tıp raporu, özel hastanelerden aldığımız raporlar, Cezaevi doktorundan gelen günlük bilgiler de gösteriyor ki, Müvekkilim ağır sağlık sorunları nedeniyle cezaevinde kalamaz.”
Avukat sinirlenmişti, bir anda mahkemede olduğunu unuturcasına, “Kanser bu adam, kanser yahu. Kim bilir kaç ay ömrü kaldı. Söyleyin efendim ne eksik var dosyada.”
Hakim, usulen de olsa cevap vermek zorundaydı. Ama verecek cevabı yoktu. Aslında vardı ama o bile söyleyeceğinden utanıyordu. Sessizce avukata baktı ve “Müvekkilin bekar değil mi?” diye sordu ve salonu terketti.
Avukat meseleyi anlamıştı.
Soru dolu gözlerin kendisine yöneldiğini gören Avukat, elindeki raporları yanında bulunan çöp kutusuna atarak, “Ben hukuken ne yapmam gerekirse yaptım. Bundan sonrası benim değil sizin işiniz. Hakimi duydunuz, vicdan azabı içerisinde, müvekkilin bekar değil mi? Diye sordu. Aile olarak bu sorunu ancak siz halledebilirsiniz.”
Babanın kafasında bir anda bir ışık yanmıştı. Hemen hanımına döndü ve “Haydi hanım burada oyalanmayalım. Sen hemen hazırlıklara başla, akşam oğlan için dünürcü gidiyoruz. Ben de çiçeği çikolatayı hazır edeyim” diyerek hızlıca kapıya yöneldi.
Ana şaşkınlık içerisinde, “Ne dünürcüsü, nereye, kime gidecez” diyerek kocasına yetişmeye çalışıyordu.
Hanımına dönen baba, “İstanbul'a hanım İstanbul'a, Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gidiyoruz. İnşaallah bizim oğlana uygun bir kızları vardır. Yoksa oğlan içerde ölecek” diyerek merdivenlerden hızlıca indi.
Arkalarında kalan avukat ise üzerindeki cübbeye bakarak, “Senin için o kadar okudum ama hiçbir işe yaramıyorsun. Keşke Nikah memuru cübbesi olsaydın da o zaman müvekkile Topbaş'lardan birini alır ve onu kurtarırdım” dedi.
Ne diyelim, Allah tamamına erdirsin. Acı ama gerçek bu...