Bir yandan ciğerlerimiz mesabesindeki ormanlarımız yanıyor,
Bir yandan Konya’daki vahşet gibi ailelerimiz, evlatlarımız katlediliyor,
Bir yandan Rize, Van gibi yerlerde sel bir musibet olarak yüreğimize çöküyor,
Bir yandan Korona illeti Delta ve benzeri varyantlarla sağlımızı ve sosyal hayatımızı daraltıyor, hayatımıza alışık olmadığımız farklılıklar ve alışkanlıklar ekliyor.
Bu ve benzeri yaşanmışlıklarda sebepler ve sonuçlar araştırılabilir, konuşulabilir, masaya yatırılabilir, ihmaller veya kasıtlar ortaya konabilir. Ama tüm bunlarla beraber çok önemli bir şeyin es geçildiğini düşünüyor ve görüyoruz.
Sevgisiz bireyler, ortam ve kutuplar mantar gibi çoğalıyor. Sevgi, kâinatın mayası ve hayatın en önemli bileşkesi iken bir avuç ‘ırkçılık, mezhepçilik, ideoloji, tarafgirlik, beklenti ve hırs’ uğruna bonkörce sevgi tüketiyoruz. Öyle ki insani sermayemizin birçok pozitif tarafını çarçur ettiğimiz gibi sevgi de artık elde edemeyeceğimiz şekilde ‘gönlümüzden, gözlerimizden, sözlerimizden ve tebessümlerimizden’ kayıp gitmektedir.
Sevgi olmadığı için ayrıştık, birbirimize kin biledik, öfkeyi tepkiselliğimizin başına koyduk, hemen ötekini suçlama ve yağlı kazığa oturtma kolaylığına kaçtık.
Oysa Cennete girmeyi imana, birbirimizi sevmeyi imana ve aradaki sevgiyi arttırmayı selamlaşmaya bağlayan koca bir medeniyeti birkaç şehvet ve heva uğruna terk ettik.
Bu çerçevede çok sıkıntılı bir demde sıcak bir tebessüm, teselli aradığımız bir anda sırtımıza dokunan dost bir el, mutlu günümüzde gözlerdeki ışıltılı bir tebrikin gönüldeki kıpırtısını unutulabilir mi?
Nice kez hasta yatağında bir kardeş ziyareti, bir dostun menfaatsiz kapımızı çalışı, muhtaçlık soframıza ihlâsla bırakılan sıcak bir çorbayı ne ile izah edilebilir?
Yetimin hüznünü gideren, muhacirin hasretine katık olan, mahpuslara Yusufi sabrı veren, mücahidi ölüme aşkla koşturan gücü hiç düşündük mü?
Yırtıcı bir kuşun yavrusunu koruması, bir tavuğun yavruları için aslanla boğuşması, bülbülün seher vakti yanık yanık ötmesi, gülün mahcubiyetle en güzel kırmızılara bürünmesi, güneşin ısı ve ışığıyla şu yerküreyi yaşanır kılmasındaki etken nedir?
Bu kıpırtı, sıcaklık, güç ve etken SEVGİ’den başkası değildir ve olamaz.
Kulu Allah(c.c)’a ibadete yönelten, anneyi yavrusuna şefkatli kılan, kişiyi eşine sadakatle bağlayan, dostları birbirine fedakâr kılan, kardeşini nefsine tercih ettiren, iman cemaatinde fena olmayı öğreten, muhtaca karşı merhamet duygusunu coşturan SEVGİ’dir.
Bir güç ve kuvvet dengesi olan sevgi, seven ve sevilen arasında bir ittifaktır. Sevgi, hakiki anlamda bir kalpte bulunursa seveni yakıcı bir ateş misali sarar, sevgili uğruna seveni çöllere düşürür, belaları bir hoşluk eyler.
Mevlana’nın ifadesiyle: “Sevgi acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür. Demiri yumuşatan, taşı eriten, ölüyü dirilten sevgidir.”
Şair Fuzuli sevginin aşk derdine dönüşmesini bir teslimiyet lisanıyla dizer:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb.
Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır.
Sevgi, peygamber kıssalarındaki mihverdir.
Sevgi, Âdem(a.s)’in tövbesi, Habil’in samimiyeti, Nuh(a.s)’un duası, İbrahim(a.s)’in tevekkülü, İsmail(a.s)’in teslimiyeti, Yakup(a.s)’un şefkati, Yusuf(a.s)’un tahammülü, Eyüp(a.s)’ün sabrı, Musa(a.s)’nın mücadelesi, Harun(a.s)’un müşavirliği, Süleyman(a.s)’ın şükrü, İsa(a.s)’nın tevazusu, Ashab-ı Kehf’in direnişidir.
Sevgi, her şeyden önce Muhammed(s.a.v)’dır. Muhabbetin hâsılı MUHAMMED(s.a.v)’dir. Peki, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl olur?
Sevgi Allah’tan ve Allah içindir. O halde gelin canlar, sevgiyi kuşanalım; kin ve nefretten arınalım, güzel yarınları sevgiyle inşa edelim.