CHP İzmir Milletvekili Ali Yiğit, birkaç gün önce şöyle bir açıklama yaptı:
“Cumhurbaşkanı, Başbakan kafa tutuyor, Dışişleri kafa tutuyor. 'Avrupa Birliği'ni istemiyoruz' diyorlar. 57 yıl bu kapıda bekledik. AB'ye girmek için kanun değişiklikleri yaptık yüzlerce. Biz Avrupalı olmaya hazırız. Hele İzmirliler bu işe çok hazırlar. Orası demokrasiye açılan, Avrupa'ya açılan bir kapı gibidir. Biz bazen diyoruz ki 'Gerekirse de İzmir ayrılsın' yani biz istemeyiz, bu şartlarda bunlarla yaşamayı. Biz Avrupalı olmaya çalışıyoruz.”
Bu açıklama son dönemlerde yaşananları düşündüğümüzde tekil bir yaklaşımı ifade etmiyor. Kemalist sol, sosyalist ve Marksistlerde topluca bir zihniyet değişimi yaşanıyor. Şöyle ki;
Eskiden solun en önemli sloganlarından biri “NATO'ya hayır” idi. Amerika, hem kapitalizmin hem de emperyalizmin en somut halini temsil ediyordu. Bundan 45 yıl kadar önce Amerikan 6. Filosuna karşı İstanbul'da yapılan eylem sol açısından her zaman övünülerek sahip çıkılan bir eylemdir.
Ama şimdilerde durum tam tersine dönmüş durumdadır.
Türkiye'deki militan sol, PKK'nin peşine takılarak Amerikan şemsiyesi altında “devrimcilik faaliyetleri” yürütmektedir. İşin garibi basit meselelerde bile ayrışan ve farklı örgütsel yapılar oluşturan sol hareketler Amerika ile kurulan ve ilkesel anlamda kendini inkâr anlamına gelen ittifak konusunda tepki göstermemektedirler.
Ali Yiğit'in açıklamasında da benzer bir çelişki söz konusudur.
CHP zihniyeti, Sultan Vahdeddin'i ihanetle ve Avrupa'ya kaçmakla suçlarken şimdi Avrupa ile birleşmek için Türkiye'den ayrılmaktan söz edebilmektedir. Avrupa dediklerinin içinde de daha önce İzmir'i işgal eden Yunanistan'ın olması ve halen daha bazı konularda çözülmemiş sorunlar olması önemli gelmemektedir.
Sol, PKK'nin peşine takıldı da CHP kimin peşine takıldığını ve şu meşhur “Stokholm Sendromu” na yakalandığını ortaya koydu?
Hâlihazırdaki durumun Deniz Baykal kasetleri ve Alman vakıfları ile bir alakası var mı?