Yazarlık eğitimine yeni başlayan gençlerle farklı farklı yazı çalışmalarında bulunuruz. Mesela boş bir kâğıt dağıtıp sadece bir kelime yazdırarak sayfayı doldurmalarını isterim: Keşke… Genellikle çok güzel, sıra dışı hikâyeler, anılar, denemeler, masalsı anlatımlar çıkar ortaya.
Keşke… Ne de sık kullanıyoruz bu kelimeyi, değil mi? Mesela şu an bu satırları yazarken bile bir yandan Haluk Levent'in “Keşke seni tanımamış/Keşke sevmemiş olsaydım” şarkısını mırıldanırken diğer yandan da tam bir paradoks olarak Cemal Süreya'nın mısraları geçiyor zihnimden:
hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
seninle geçen her anı bir ömre değiştim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
metinler yazdım toplasan hepsini hiç
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
son çırpınışımdın sen insanlar arasında
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
Evet, keşke ile bir cümle başlatsak devamını getirecek o kadar çok şeyimiz var ki… Keşke, kimi zaman geçmişte yapamadıklarımıza dair, kimi zaman yapıp da pişman olduklarımıza dair ve kimi zaman da gelecekte yapmak istediklerimize dair…
Ama sanırım, kullandığımız keşke kalıpları daha çok yapıp edip pişman olduklarımıza dair, bireysel ve toplumsal hayata ilişkin. Keşke lisede daha çok çalışsaydım, keşke sınava daha iyi hazırlanıp şu bölümü kazansaydım, keşke şu mesleği elde etseydim gibi cümleleri günlük hayatta çevremizden çokça duymuyor muyuz?
Bunlar yine bireysel hatalar, bireysel keşkeler, bir de kurumsal/toplumsal olanları var, daha acı, daha geniş kitlelere zarar veren keşkeler…
Mesela keşke yüzyıldır Kürt insanı haksız ve adaletsiz uygulamalarla boynu bükük, gönlü kırık, kaşları çatık bırakılmasaydı, kendileri birer ulus-devlet olan yirmi dolayında Arap ülkesi, ona yakın Türk devleti, ya ümmetin yetimlerinden de bu hakkı esirgemesiydi ya da ulus-devlet yerine İslam devleti olmayı tercih etseydi.
Yine keşke kırk yıldır gücü elinde bulunduran farklı siyasi aktörler, Fetö'ye her istediklerini verip Anadolu insanının, bir felaketin eşiğinden dönmesine yol açmasaydı.
Ve yine keşke Suriye'de şu iç savaş olmasa, komşu ülkeler bariz hatalar yapmasa, binlerce insan hayatını, milyonlarca insan evini barkını, yurdunu kaybetmeseydi. Ya Irak, Yemen, Mısır, birer yangın yerine dönen İslam coğrafyası…
İlk âdem de yasaklanmış elmayı yediğinde, keşke yemeseydik, demiştir muhakkak. Yaradılıştan bu yana insanın doğasında var, hata yapmak, yanlış yapmak, istenmeyen durumlara sebebiyet vermek, keşke dedirtecek eylemlerde bulunmak. Fakat yine insan fıtratı, yapılan yanlıştan pişmanlık duymayı da gerektirir. Sadece pişmanlık duymak da yetmez tabii ki. Peşi sıra hatada ısrar etmemek, hatasını telafi etmeye çalışmak, doğru adımlar atmaya başlamak…
Biz âdemoğluyuz, insanız. Birey, kurum veya devlet olarak keşke yapmasaydım dediğimiz şeyler de olacak, keşke yapsaydım dediğimiz şeyler de. Asıl bundan sonrası önem arz ediyor. Şeytani sese kulak verip İblis gibi, bir şekilde, hatalarımıza mantıksal bahaneler bulup yanlışta ısrar mı edeceğiz, yoksa atamız Âdem gibi hakikaten pişmanlık duyup bir daha o hatayı işlememek üzere af mı dileyeceğiz, hatalarımızdan ders çıkarıp ileriye dönük adımlarımızı daha temkinli mi atacağız, hala elimizde bir şans varken.
Evet, hala elimizde bir şans varken diyorum, maazallah, kendimize çekidüzen vermeyip son keşkeye kalırsak eğer, ne pişmanlığımız fayda eder ne de ikinci bir şansımız olur:
“Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün insan, önceden yaptıklarına bakacak ve inkâr eden: ‘Keşke toprak olsaydım!' diyecektir.”(Nebe-40)