Mesud Barzani'nin bağımsızlık için referandum kararı alması sonrası tepkiler yükselmeye ve gittikçe bu tepkiler bir öfkeye dönüşmeye başladı.
Herkesin durduğu yere göre yorumu farklı.
Amerika önce “Ertele” diye başlayan söylemini “Referandumu iptal et” seviyesine çıkardı. Kuzey Suriye'de PYD üzerinden hesapları olan Amerika, referandumun hesaplarına zarar vereceğini düşündüğü için öfkeli…
Türkiye tarafında MHP lideri Bahçeli'nin savaş çığırtkanlığı anlamına gelen sert söylemi yavaş yavaş hükümetin resmi üslubu haline geldi. Habur'da askeri tatbikat, 27 Eylül'de yapılacak olan MGK toplantısının 22 Eylül'e çekilmesi ve Erdoğan'ın “Bedel ödemek”ten söz etmesi, öfkenin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. Kılıçdaroğlu'nun ileri-geri adımları ise artık kimseyi şaşırtmıyor.
İran yönetiminden sınırların kapatılması ve anlaşmaların iptali gibi tehditler resmi kanallarla ifade edilirken, K. Süleymani'nin ofisinden “Kürdistan Bölgesel Yönetiminin ortadan kaldırılabileceği” yönünde yapılan açıklama tehdidin boyutlarını ortaya koydu.
Irak merkezi hükümetinin tutumu da ilginç…
İbadi'nin yumuşak bulunup devreye Nuri Maliki'nin sokulması Irak coğrafyasını ve Kürdistan'ı büyük bir kaosun beklediğini gösteriyor. Irak'ı her şeyiyle Amerika'ya peşkeş çeken ve hem etnik hem de mezhebi anlamda tam bir faşist olan Maliki'nin “Bölgede ikinci bir israil'e izin vermeyeceğiz” şeklindeki açıklaması komik olduğu kadar trajikti de. Öyle ya Irak'taki ayrışmada, DEAŞ'ın güçlenmesinde ve yaşanan katliamların çoğunda parmağı olan Maliki gibi birinin varlığı zaten bölgede ikinci bir israil'e ihtiyaç bırakmıyor.
Ve referanduma son bir hafta kalmış durumda.
Hem diplomatik yolla hem de açık açık tehditlerin yapıldığı bir süreçte Mesud Barzani, kararlılığını ortaya koydu ve referandumun gerçekleştirileceğini söyledi.
Eylül ayının sonlarına doğru öfke yükselişte, nefret simsarlarına gün doğmuş durumda.
Herkes, kendini, Rabbini, coğrafyayı ve yaşananları bir daha düşünsün!
Irak ve Suriye örneği ortada iken Ortadoğu'da yeni savaşlara yeni kaoslara zemin hazırlamanın kimseye hayrı yoktur.
Yazıya başlarken aklımda M. Hasaneyn Heykel'in bir kitabı vardı: “Öfkenin Sonbaharı; Bir Firavunun sonu”
Uluslararası üne sahip laik ve Nasırcı ideolojide Mısırlı bir gazetecidir Hasaneyn Heykel ve o kitapta Enver Sedat'tan, onun öldürülüşünden söz ediyor.
Kitabın arka kapağındaki şu alıntı ilgi çekici…
“Geriye bir soru kalıyor: Niçin batıda kahraman, ileri görüşlü devlet adamı olarak görülen biri, kendi ülkesinde, arkasından yas tutacak kimse bulamıyor, yıllarca TV ekranlarına hükmeden, gazete başlıklarından düşmeyen bir adam ölümünden hemen sonra unutuluveriyor? Batı, kendi dilini konuşuyor diye içtenlikle bağrına bastığı yabancı liderlerin -Suharto, Şah, Marcos, Sedat vb. kendi halklarının eğilim ve güvenlerini kazanmakta niçin bu kadar başarısız olduklarını düşünmelidir.”
Halktan kopuk; ama batılıların gözdesi durumundaki liderlerin hazin sonlarından söz ediyor ve bu konuda batının kendini sorgulaması gereğini vurguluyor Heykel.
Tabii bu işin dünyevi boyutu.
Biz Müslümanlar ise ahireti ve hesabı da düşünmek zorundayız.
Hayırla yad edilmek ve dualarda anılmak elbette önemlidir; ama ilahi adalet karşısında suçsuz yere öldürülen her mazlumun, yetim bırakılan çocukların hesabının da verileceğini bilmek gerekir.
Yıkmak yerine imar etmek, ayrışmak yerine kardeşliği tahkim etmek ve yaptıklarını etnik, mezhebi, stratejik çıkarlar için değil Allah için yapmak…
Sonbahar hüzünler kadar tevbeler taşısın istiyoruz.
Sonbaharda öfkeleri büyütmek, zaten yaralı olan mümin yüreğini biraz daha parçalamak demektir.