Tarihin sayfalarını karıştırdığımızda bizi en çok etkileyen şey, soru sorma biçimidir. Niçin soru sorma biçimi? Çünkü bazı anlayışlara göre soru sorma da bir sanattır. Özellikle Felsefi anlayışlarda “sorular cevaplardan daha önemlidir.” Bir soruyu tasarlamak, hazırlamak cevap vermekten daha zordur. Tıpkı müzikteki gibi. Bir eseri yazmak, bestelemek, söylemekten daha zor değil mi?
Asrısaadete baktığımızda sorular hep bir edep bir hayâ içinde sorulurdu. Cevaplarda aynı şekilde olurdu. Bu çok önemli bir şey. Karşılıklı bir nezaket olduğu gibi cevaplarda da bir hikmet ve genelleyici ifade söz konusuydu.
Nasıl mı?
Efendimize amel ile ilgili soru sorulduğunda: Peygamberimiz (sav) "Ameller niyetlere göredir." buyuruyor. İnsanın bir amelde niyeti ve ihlâsı önemlidir. Bazı zaman olur küçük gördüğümüz bir amel Allah'ın rızasına uygun olurken diğer taraftan çok büyük zannettiğimiz bir amel çeşitli sebeplerden dolayı insana hiç sevap getirmeyebilir. Hafife aldığımız insanlar Allah katında bizden daha kıymetli olabilir.
Soru açık, cevap açık ve hikmet dolu.
Geçmişte yaşamış olanlar ahiretini nasıl kısa yoldan kazanacağını düşünürlerken (Muaz bin Cebel )gibi. Günümüzde ise nasıl daha çok kazanabilirim mantığı hâkim. Bu yüzden olmalı ki kimi düşünürler soruyu anlamak cevabı anlamanın yarısıdır. Demişlerdir.
Kişilik analizlerinde hikmetli bir bakışla soru soranın hangi psikolojiyi yaşadığını, hangi özlemi duyduğunu, sorduğu soruların riyadan ne kadar uzak olduğunu kestirebiliriz. Hatırlayalım;
Hz. Ömer (r.a) diyor ki:
“Ben Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eden hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden hiç kimse onu tanımıyordu. Gelip Hz. Peygamber (s.a.v)'in önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
“Ey Muhammed, bana İslam hakkında bilgi ver.”
Hz. Peygamber (s.a.v) açıkladı:
“İslam; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğun şahadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a (gidip) haccetmendir.”
Yabancı, “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de tasdik etmesine hayret ettik.
Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?”
Peygamber (s.a.v): “Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmandır.” dedi.
Yabancı yine “Doğru söyledin!” diye tasdik etti.
Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (s.a.v) açıkladı: “İhsan, Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de muhakkak ki O seni görüyor.”
Adam tekrar sordu: “Bana kıyametin kopacağı saatten haber ver?”
Hz. Peygamber (s.a.v) bu sefer: “Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor!” karşılığını verdi.
Bundan anlıyoruz ki bilmediğimiz konu ya da sorularda bilmediğimizi söylemek bir erdemdir.
Erdemli bir karaktere sahip olmak dileğiyle.
Selam ve dua ile…