Sorularla Fıkıh

Allah’a hamd, Resulullah (sav)a, aline, ashabına ve ona tabi olanlara salat ve selam olsun.

Allah’a hamd, Resulullah (sav)a, aline, ashabına ve ona tabi olanlara salat ve selam olsun.

SORU: Muhterem Hocam! Malumunuz; ABD, İsrail, İngiltere ve onlarla ittifak halinde olan işgalciler, İslam’a ve Müslümanlara karşı kural tanımaz bir savaş yürütmektedirler. İslam’ın mukaddesatları çiğnenmekte, müslümanların namusları kirletilmekte, çocuklarının cesetleri bombardımanlar altında sokaklarda sahipsiz bırakılmakta, gençler esir kampları ve zindanlara tıkılmakta ve çaresiz ihtiyarların feryadı yer ve göğü inletmektedir.

Bir müslüman olarak, İslam şeriatı açısından bu duruma karşı mesuliyetimiz nedir? Bize ne düşmektedir ve ne yapmamız gereklidir? Bu hususta bizi aydınlatırsanız memnun oluruz.

CEVAP: Değerli Kardeşim! Bahsettiğiniz zulüm ve vahşete karşı müslümanların ne yapması gerektiği hususunda dünyanın muhtelif yerlerindeki İslami Cemaatler, alimler, yazarlar ve Yusuf Kardavi gibi değerli şahsiyetler fetva, yazı ve açıklamalarıyla ne yapılması gerektiğini beyan etmişlerdir. Bütün bu beyanlar birçok İslami gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda yayımlanmıştır.

Ben, yeni bir izah ve beyandan ziyade, bu konuda daha çok fedakârlığa ve pratiğe ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Yalnız madem sormuşsunuz, bir nebze de olsa fıkhi açıdan bu hususa değinmek gerektiğine inanıyorum, şöyle ki:

Tüm İslam alimleri ittifakla; Bakara, Al-i İmran, Nisa, Enfal ve Tevbe gibi Kur’an’ın nice surelerindeki cihad ayetlerine; Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve daha birçok hadis kitaplarının cihadla ilgili bölümlerine; Hz. Resulullah (as)’ın siyerinde geçen birçok gazve ve seriyyelere ve Sahabe-i Kiram’ın (Rıdvanullahi aleyhim) fiili ve kavli icmasına dayanarak; İslam’ı ve Müslümanları müdafaa etmek veya İslam’ın mesajını bütün insanlara duyurmak için cihad etmenin   -yeteri kadar kişi bu görevi ifa ediyorsa- farz-ı kifaye olduğunu beyan etmişlerdir.

Farz-ı kiyafe; yeterli sayıdaki müslümanların yapmasıyla yerine gelen farzlara denir. Bu durumda mesuliyet diğer müslümanların üzerinden kalkmış olur.

Lakin mezkur görevleri yapacak yeterli kimse yoksa, o zaman bunu yapmak tüm müslümanlar için farz-ı ayn olur. Yani, tümünün yapması gerekir. Dolayısıyla normal hallerde farz-ı kifaye olan cihadı ifa eden yeteri kadar kişi yoksa, cihad görevini ifa etmek bütün müslümanlar üzerine farz-ı ayn olur.

Ayrıca İslam düşmanları herhangi bir İslam diyarını işgal etmişlerse ve o diyardaki müslümanların düşmanı çıkarmaya güçleri yoksa, cihad yine farz-ı ayn hükmüne geçer.

Farz-ı kifayenin farz-ı Ayn’a dönüşmesi hususunda Bediüzzaman Said Nursi de şöyle der:

“Cihad farz-ı kifaye iken farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Hac ve zekat gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hatta adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarında niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet yakinen tebeyyün etmezse, cihad şehadet-i hakikiyeyi intaç eder. Zira vücub tezauf etse, teayün eder. İhtiyarı tazammum eden niyetin tesiri azdır.” (Hutbe-i Şamiye) Üstad’ın kendi zamanında vermiş olduğu bu fetva günümüzle ne kadar da benzerlik arz etmektedir.

Keza, şayet ‘Ulu-l emr’  -ki, çoğu müfessirlere göre İslam alimleridir- genel cihad çağrısı yaparsa, cihad yine farz-ı ayn haline gelir. Kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir bütün müslümanlar şer’an cihad etmeye mecbur olurlar.[1]

“Müşriklerle malınız, canınız ve dilinizle cihad edin” mealindeki Ebu Davud ve Nesai’nin rivayet ettiği bu hadiste ve buna benzer birçok ayet ve hadislerde de belirtildiği gibi cihadın çok çeşitleri vardır. Her müslüman kendi imkân ve gücüne göre saldırgan düşmana karşı İslam ve müslümanların müdafaası için elinden ne geliyorsa, onu yapmaktan geri kalmamalıdır. Aksi taktirde birçok ayet ve hadisin tehdidine hedef olur; hem dünya, hem de ahiret saadetini kaybeder.

Ayrıca usulün bir kaidesidir: “Vacibi yerine getirebilmek için zaruri olan şeyin kendisi de vacibtir.”

İşte şu tartışılmaz ve kesin olan hükümlere binaen; madem Amerika, işgalci müttefikleriyle beraber İslam’a ve Müslümanlara karşı haçlı savaşını ilan etmiş; İslam için çırpınan ve onların egemenliğine baş eğmeyen tüm Müslümanları terörist ilan etmiş; Filistin, Afganistan, Irak’ı ve daha birçok İslam memleketini direkt veya dolaylı olarak işgal etmiş; yakıp yıkmış, binlerce müslümanı şehid etmiş, İslam’ın mukaddesatını ayaklar altına almış ve saymakla bitiremeyeceğimiz nice cinayetler işlemiş; o halde Amerika, İsrail ve işgalci müttefiklerine karşı cihad her yönüyle farz-ı ayndır. Allame Üstad Yusuf Kardavi’nin tabiriyle “O kadar açık bir farizadır ki; hakkında fetva vermeye bile gerek yoktur.”

Bütün dünya Müslümanları işgal altındaki müslüman kardeşlere yardım amacıyla ellerinden geleni yapmalı, işgalcilere karşı koymalı; büyük yardımlarda bulunmalı, imkanı yoksa bile, “Sadece yarım hurmalık imkana sahip iseniz bile muhtaç kardeşinize verin, ‘Azdır’ deyip esirgemeyin; o hurmayla kendinizi ateşten koruyun” mealindeki hadis-i şerifin ışığında hareket etmeli; İslam düşmanlarının mallarını alıp satmamak gibi davranışlarla ekonomilerine zarar vermeye çalışmalı; onlara karşı yürüyüş vb organizasyonlar düzenlemeli; bu organizasyonlara katılıp destek vermeli; zulüm ve barbarlıklarını dünyaya ilan etmeli; gafil Müslümanları uyandırıp düşmana karşı koymaya teşvik etmelidir. Bu hususta yazar ve hatiplere de çok büyük görevler düşmektedir. Zira Peygamber (as): “Hakkı anlatmayan dilsiz şeytandır” buyurmuşlardır.

Özellikle farz namazlardan sonra ve diğer hayırlı vakitlerde müslüman kardeşlere dua, İslam düşmanlarına da beddua etmeyi unutmamalı; hasılı, karınca kararınca herkes elinden geleni yapmalıdır. Zira damlalar birikerek göl olur da Allah’ın yardımı ile düşmanları boğacak hale gelir.

Son olarak şu ilahi fermanlara kulak verelim:

“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz.”[2]

“De ki: ‘Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.”[3]

“Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azabdan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve Peygamberine inanırsınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur. Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.”[4]

“Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.”[5]

SORU: Muhterem Hocam! Etrafında meal olan Kur’an-ı Kerimlere dokunmanın hükmü nedir? Bu konuda tafsilatlı bir şekilde bizi bilgilendirirseniz memnun oluruz.

CEVAP: İmam Ali (kv), İbn-i Mes’ud, Sad b. Ebi Vakkas, Said b. Zeyd, Ata, Zuhri, Nehai, Hakem ve Hammad’a; dört mezheb imamına; hasılı cumhur-u ulemaya (rıdvanullahi aleyhim) göre Kur’an-ı Kerim’e abdestsiz dokunmak haramdır.

Ancak aradaki bir engelle veya temiz bir çubuk ve kalem benzeri şeylerle dokunmak, sayfaları çevirmek ve askısı veya çantasında taşımak gibi durumlarda cevaz olduğu İmam Ebu Hanife ve İmam Ahmed tarafından belirtilmiştir. İmam Şafii ve İmam Malik’e göre ise Kur’an-ı Kerim’i, kendisini taşımak kastedilmeksizin, başka eşyalar içinde taşımak için abdestli olmak şartı yoktur. Ancak onu da taşıma kastı varsa abdestli olmak zorunludur.

İçinde Kur’an-ı Kerim’den bölümlerin yazılı olduğu muskaların ise su geçirmez mahfazalarda sarılı olduğunda abdestsiz, hatta cenabetli bir şekilde taşınmasına da cevaz vardır. Bu durumdayken tuvalete gitmekte de bir sakınca yoktur.

Tefsiri yahut meali, Kur’an-ı Kerim’den fazla olan Kur’anlara; sade (Mushafsız) meallere, fıkıh, hadis ve İslami kitaplara abdestsiz dokunmak, ittifakla caizdir. Ancak bunları kullanırken abdestli olmak müstehab, abdestsiz olmak ise mekruhtur.

İmam Ebu Hanife’ye göre ise Kur’an, tefsirden fazla olduğunda mekruh olmakla beraber caizdir.

Şafii alimleri ortada Kur’an, yanlarda da meal veya tefsirin bulunduğu Kur’anlar hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii alimlerinden Süleyman-ı Kürdi ve Alkami;  -tefsir veya meal Kur’andan az veya çok olsun- abdestsiz dokunmayı caiz görmezken; yine Şafii alimlerinden Cemal Remeli ‘Fetava’sında, Hatib ‘Büceyremi’sinde, İbn-i Hacer ‘İab’ında, “Bu tür Kur’anların hükmü ötekilerinki gibidir. Tefsir fazla ise caizdir. Kur’an fazla ise caiz değildir” demişlerdir. Diğer mezheblerin kitaplarında ise böyle bir ayrıntı göremedim.

SORU: Kur’an dersi alan veya veren bayanlar, aybaşı (hayız) ve loğusa (nifas) hallerinde, derslerini aksatmamak için buna devam edebilirler mi? Ayrıca Kur’an dersi alan çocuğun abdestli olma şartı var mıdır?

CEVAP: Bu hallerde bulunan kadınların, kan kesilmediği sürece Kur’an okumaları ve ona dokunmalarına İmam Malik cevaz vermiştir. Ancak erkek veya kadın olduğuna bakılmaksızın cünüplülere bu durum caiz değildir.

Dört mezhebe göre okuma çağında bulunan çocuk abdestsiz de olsa Kur’an taşımaktan ve ona dokunmaktan alı konmaz. Hatta İmam Malik, Kur’an öğrenen ve öğreten herkes için abdestsiz dokunmaya cevaz vermiştir.[6]

Her halükarda takva ve azimet yolunu seçmek ve zaruret olmadıkça ruhsat ve fetvalara yönelmemek kâmil müminlerin şiarıdır.

SORU: Kur’an-ı Kerim’e karşı hürmet vacip midir? Kur’an-ı Kerim’den bölümler yazılı bulunduğu halde; takvim, gazete vb sayfalarını bir şeyler sarmada veya başka işlerde kullanmak caiz midir?

CEVAP: Kur’an-ı Kerim’e tazimde bulunmak vaciptir. Bu sebeple  -yüksek bir yerde değilse- Kur’an-ı Kerim’in bulunduğu tarafa ayak uzatmak haramdır. Kur’an-ı Kerim için ayağa kalkmak ise sünnettir.[7]

Bu münasebetle Üstad Bediüzzaman’ın bir rüyasını da zikretmek yerinde olacaktır:

“…Bir gece Cenab-ı Peygamber (sav) Efendimizi gördüm. Bir medresede Huzur-u Saadet’te bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber (sav) bana Kur’an’dan ders vereceklerdi. Kur’anı getirdikleri sırada Hazret-i Peygamber (sav) Efendimiz, Kur’an’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın ümmeti irşad için olduğu birden hatırıma geldi.”[8]

Kur’an-ı Kerim üzerine ekmek, tuz vb bir şey bırakmak saygısızlık sebebiyle haramdır.

Yıpranıp kullanılmaz hale gelen Kur’an-ı Kerim’ler temiz bir maddeyle silinebiliyorsa silinir, kâğıt kıyım makineleri ve mengene gibi aletlerle harflerin birbirinden ayrılmasına çalışılır. Ayrıca, yakılmaksızın ve yakılarak kül haline getirildikten sonra temiz bir araziye gömülebileceği gibi, yakılıp külü temiz bir suya da bırakılabilir.

İçinde Kur’an, kutsal bir isim, hadis ve şer’i bir ilim yazılı bulunan herhangi bir şeyi, kutsiyetlerine aykırı bir muameleye tabi tutmak, hafife almak haramdır. Şayet bu bilinçli yapılırsa neuzu billah küfürdür.[9]

Buna binaen, içinde ayet, hadis ve İslami makaleler bulunan gazete ve dergi sayfalarını sofra, ambalaj vb olarak kullanmamak ve çöplük gibi yerlere atmamak lazımdır. Aksi halde, yukarıda da geçtiği gibi, büyük mesuliyet  söz konusudur. Aynı durum İslami takvimler için de geçerlidir. Ayrıca İslami kitaplar üstüne kül tablası, radyo vb şeyleri de koymamak lazım gelir.

Yine, çok küçük yaştaki çocukların eline Kur’an’ı bırakmamak lazımdır. Nitekim onu muhafaza edemeyip yırtabileceği ihtimali vardır.

Kur’an-ı Kerim ve diğer İslami kitapları üst üste bırakmak gerekiyorsa, en üstte Kur’an-ı Kerim konduktan sonra sırayla şu düzeni takip etmek gerekir: Buhari, Müslim, diğer hadis kitapları, tefsirler, hadis şerhleri, akide kitapları, fıkıh usulü kitapları, nahiv kitapları, sarf kitapları, maani-bedi-beyan kitapları ve en alta da şiir kitapları.[10]

SORU: Bir keresinde zorunluluktan dolayı teyemmüm almam gerekiyordu. Ancak çevremde toprak olmadığı için duvara el vurarak teyemmüm alıp namazlarımı kıldım. Şafiyim. Buna göre teyemmümüm ve namazlarım sahih midir? Kazaya gerek var mıdır?

CEVAP: Temiz toprakla teyemmüm alınabildiği hususunda alimlerce ittifak vardır. Ancak saf toprak dışında; taş, çakıl, kum ile ve toprağın diğer parçalarıyla teyemmüm alma hususunda ihtilaf söz konusudur.

İmam Şafii ve İmam Ahmed’e göre teyemmüm, sadece saf toprakla alınabilirken, İmam Malik’e göre yerin tüm parçaları (taş, çakıl vb) ile de alınabilir. İmam Ebu Hanife de, toprak, yerin tüm parçaları ve onlardan meydana gelen (kireç vb) her şeyle teyemmüm alınabileceğini belirtmiştir. Ayrıca dört mezhebe göre elbise ve keçe içinde biriken tozla da alınabilir.[11]

Bir müslüman kendi mezhebine göre sahih olduğunu sanarak işlediği herhangi bir şeyin akabinde bunun, kendi mezhebince sahih olmadığını ancak başka bir mezhepte sahih sayıldığını tespit ederse, o mezhebi taklit ederek kaza etmekten kurtulur.

Bir gün İmam Ebu Yusuf, hamamda yıkanıp Cuma namazını kıldıktan sonra hamamın su deposunda fare ölüsünün bulunduğunu öğrenmiş ve; “Biz de Medineli kardeşlerimize (Malikilere) uymuş olduk” diyerek öğle namazını iade etmemiştir. Zira İmam Malik’e göre; su, necasetle muğayyer olmadığı sürece, az veya çok olsun necis sayılmaz.[12]

Hanefi ve Malikilere göre tozsuz, nemli zeminlerde de teyemmüm alınabilir. Keza yerde donmuş bulunan su ile de alınabilir. Ancak teyemmümde kullanılacak şeyin mutlaka temiz olmazı gereklidir.

Sonuç olarak; duvar ile aldığın teyemmüm İmam Azam ve İmam Malik’e göre sahihtir. Bu konuda; “Onlara uydum” diye kalbinden geçirirsen, kıldığın namazları kaza etmene gerek kalmaz.

Tozlu elbise veya halı gibi bir şeyle teyemmüm alan kişinin dört mezhebe göre de teyemmümü sahihtir. Dolayısıyla onun için kaza söz konusu değildir.

Bu gibi durumlarla karşılaşan kardeşlerimiz, mezkur imamlara uyup ibadetlerini eda edebilirler. Ancak duvarlar boyalıysa (yerin parçalarından üretilmiş kireç vb boya hariç) ve teyemmüm alacak başka bir şey de yoksa, o vaktin hürmeti için namaz kılınır, sonra da kaza edilir.

En doğrusunu Allah bilir. Allah’a emanet olun. Dua ederken bizi unutmuyorsunuzdur İnşaallah.

Not: Siz değerli kardeşlerimizden bir çok soru gelmektedir. İmkanlarımız dahilinde bu soruları yeri geldikçe cevaplandırmaya çalışacağız İnşaallah.

İnzar Dergisi
---------------------------------------------

[1] El-Muğni İbn-i Kudam, C:8, S: 347-348; Kurtubi Tefsiri Beraet Suresi 41. Ayetin tefsiri; Nihayet-ü’l Muhtaç, Şerhi’l Minhaç, Remeli C: 8, S: 59 ve Haşiyet-u İbn-i Abidin C: 4, S: 123-127

[2] Hud: 113

[3] Tevbe: 24

[4] Saff: 10-13

[5] Bakara: 286

[6] Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ans. C: 1 S: 214

[7] Seyyid Bekri, Fethul Muin’in şerhi, İanetüü-Talibin, C: 1 S: 69

[8] Risale-i Nur Külliyatı, Sunuhat

[9] Remeli, Ninhac’ın Şerhi Nihayetül Muhtaç, C: 7 S: 416

[10] Ahmed Hilmi, Hediyyet-ül Habib, S: 261

[11] Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ans. C: 1 Teyemmüm Bahsi, Bidayet-ül Müctehid C: 1 S: 55

[12] İbn- Abidin Haşiyesi C: 1 S: 75, Bidayetül Müctehid C: 1 S: 18 Ayrıca: Kurtubi Tefsiri ve El-Muğni-İbn-i Kudame’den de faydalanılmıştır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?
Namazda gözleri kapatmak mekruh mudur?