Önce VARAN-1 diyelim;
“Hakim bey beni evden uzaklaştırdın, eşim eve dostunu aldı. Nafaka bağladın ben de işin finansörü oldum. Böyle bir eserimiz oldu. Ne yapacağız şimdi?”
Sosyal medyada da geniş yankı bulan bu ürkütücü gerçeklik bir sonuçtur elbette.
Şimdi VARAN-2 diyelim;
“Şiddet türleri nelerdir? Ekonomik, psikolojik, fiziksel, cinsel.
Koruyucu tedbir kararlarının verilebilmesi için şiddet mağdurunun bununla ilgili DELİL veya BELGE sunma zorunluluğu yoktur.”
İktidar partisi kadın kollarının sosyal medya hesabında yer alan bu açıklama, aynı zamanda 6284 denen kanunun küçücük bir izahatı. DELİL veya BELGE sunma zorunluluğunun ortadan kaldırılmasının hukukta nasıl bir karşılığı vardır bilemem. Ama kanuni bir kisve ile karşımızda durmakta.
Biliyorsunuz “Kadına yönelik şiddet” ve “Kadın cinayetleri” denen bir toplumsal sorun var. Bu sorun bugünün sorunu olmadığı gibi, şiddet ve cinayet olgusu insanlık tarihiyle eşdeğer durumdadır. Ayrıca cinayet sadece kadınlara yönelen bir eylem de değildir. Kaldı ki neredeyse her gün kadınlara yönelik şiddet ve cinayet istatistikleri havalarda uçuşurken, erkeklere yönelen şiddet ve cinayetlerle ilgili herhangi bir istatistiğe rastlamak neredeyse imkansız.
Şiddet ve cinayet olgusu, çeşitli sebeplere dayandığı gibi, yine çeşitlilik arz eden sebeplerin tümüne yoğunlaşılarak en aza indirilebilir.
Türkiye’de belli bir dönemde alevlendirilen “Kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin önlenmesi” tantanası, bugün fecaat arz eden sonuçlarıyla tartışmaların konusu haline gelen 6284 sayılı kanunu doğurdu. Kanun tedbir amaçlı sert önlemler ve cezai müeyyideler öngördüğü için haliyle şiddet ve cinayetleri önemli oranda geriletmesi gerekirdi.
Oysa 2012 yılında kabul edilen mezkûr kanunla ne şiddette azalma ne de kadın cinayetlerinde bir azalmanın yaşanmadığını yayınlanan güncel istatistiklerden öğrenmekteyiz.
Mesela 2016’da 301, 2017’de 350, 2018’de 281 ve 15 Kasım itibariyle 2019’da 299 kadın cinayeti işlendi. Artan şiddet vakalarının ise haddi hesabı yok.
Durum bundan da ibaret değil ve asıl vahamet, uygulanan kanunun doğurduğu yeni sosyal felaketlerle toplumun yüzleşmek durumunda kalmış olmasıdır.
Şiddeti önleme bahanesiyle kadına verilen delilsiz belgesiz itham ve şikayet hakkı, evlenme ve aile kurmayı artık kabus haline dönüştürdü. Evlilik sayısında artan nüfusla ters orantılı şekilde azalma yaşanırken, boşanma oranları ise artarak devam ediyor.
Kanunun kabul edildiği 2012 yılında evlilik sayısı 603 bin iken boşanma sayısı 123 bin civarındaydı. 2018 verilerine göre ise evlilik sayısı 553 bin iken boşanma sayısı 142 bin olarak gerçekleşmiştir. Artan nüfus, azalan evlilik ve artan boşanma vakaları.
6284 sayılı kanunun diğer bir sonucu ise “Koruyucu tedbir” babından erkeğe verilen evden uzaklaştırma cezaları olmuştur.
Resmi kayıtlara göre son beş yılda 2 milyon erkek evden uzaklaştırıldı.
Evden uzaklaştırmada 2 milyon erkek rakamı aynı zamanda bundan etkilenen 2 milyon kadın demektir. Bunlardan birer çocuğu olanlarla beraber etkilenen sayısı 5 milyon, ikişer çocuğu olanlar 6 milyona tekabül eder. Nereden bakarsanız bakın cinayet, evden uzaklaştırma, boşanma, nafaka sorunu ve ortada kalan çocukları hesaba kattığınızda devasa bir toplumsal sorunla yüz yüze kalınıyor. Ortada kalan sorunların birçoğunun yeni sorunlara ve bu bakımdan yeni cinayetlere davetiye çıkardığı gerçeği, yine devasa bir toplumsal kısır döngüyü beraberinde getiriyor.
Kısır döngüyü çözmek yerine çıkarılan yasa ise tam tersine erkek düşmanlığı üzerine bina edilen yeni sorunları körüklemekten başka bir işlev görmüyor.
Tüm bunların sonucunda toplumu ayakta tutan “AİLE KURUMU” çökertilerek Avrupa’nın şu an en büyük sosyal yaralarından biri olan evlilik kurumunun akamete uğratılmasının, evlilik dışı ilişkinin yaygınlaşmasının, bireycilik ve yalnız yaşamanın teşvik edildiğinin hedeflendiği gözlerden kaçmamaktadır.
Kimlerin, hangi çevrelerin ne amaçla önceleri “Namus cinayetleri” kavramı üzerinden yaptıkları çığırtkanlıkların sebebi belliydi. Son demlerde ise kabul görmeyen kavram “Kadın cinayetleri” şeklinde değiştirilerek albenili hale getirildi ve “Muhafazakar” ve kimi eski “İslamcı” kesimin savunma mevzisine dönüştürüldü.
Mezkur muhafazakar ve eski İslamcı çevreler nezdinde eskiden tartışılması bile abes olan aile kurumunun selametinin bugün aileyi yıkıma uğratma mücadelesine dönüşmüş olması, akıl ve mantık sınırlarını bir hayli aşmaktadır.
Bu kesimin kendi elleriyle varlıklarını borçlu oldukları toplumun yapı taşını bu derece yıkıma uğratma çabalarına bakıldıkça kutuplarda ayı avlama taktiği akıllara gelmektedir.
Kutup ayılarının kana olan önlenemez tutkusu, avcıları enteresan tuzaklarla ayıları avlamaya teşvik etmiştir. Ağzı oldukça keskin olan baltaları buzların arasına yerleştirip biraz da kan sürerlerdi. Kanı yalamaya gelen ayılar, kanla süslenmiş baltaları görünce dayanamaz ve yalamaya başlar. Onlar baltayı yaladıkça baltanın sivri ağzı ayıların dillerini keser. Kesilen yerlerden akan kanlar ayıları daha iştahla baltayı yalamaya sevk eder. Akan kanın kendi kanları olduğunun farkına varamayan ayılar, belli bir süre sonra kansızlıktan yere yığılıp ölümle pençeleşir. Avcılar ise yerde yığılıp kalan ayıları rahatlıkla avlamanın keyfini çıkarır.
Aile kurumunu avcı-ayı benzeri tuzağa düşürenlerin sonuçta bundan kârlı çıkamayacaklarını öngörmek zor olmasa gerek. İş işten geçtiğinde ise geride avcı ve uyguladığı şeytanca taktikleri kalacak.