İTTİHADUL ULEMA'nın 2015 yılından bu yana dünyanın bir çok yerinden değerli âlimlerin katılımıyla Diyarbakır'da gerçekleştirdiği "Âlimler Buluşması" programı bu sene pandemi sürecinden dolayı online olarak düzenleniyor.
Sosyolog Abdurrahman Arslan, programda "Corona sonrası sosyal hayat; değişen toplum sosyolojisine karşı yeni yaklaşımlar ve alınması gereken tedbirler" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Alimlerin, Müslümanların önderi olduğunu ancak bir asırdır bu önderliğin entellektüellerin elinde olduğunu söyleyen Arslan, "Bu bizim düşünce geleneğimize, Resulullah'ın bıraktığı mirasa ve onun buyurduğu hadislerden gösterdiği gibi uygun bir şey değildir. Dolayısıyla âlimlerimizin seydalarımızın bu önderliği hiçbir zaman bırakmadığını biliyorum ama daha kuvvetlice buna sarılıp entelektüellerle gerektiğinde daha çok tartışarak bu önderliğin sürdürülmesinin bizim geleceğimiz açısından çok önemli olduğuna inanıyorum." dedi.
"Sağlığın devletin tekeline geçtiği toplumlarda dinin hükümleri ihmal edilir"
Salgınla birlikte sağlıkla ilgili vesilelere sarılması gerektiğini fakat günümüzde sağlığın devletleştirildiğini vurgulayan Arslan, "Dolayısıyla dünün dünyasındaki sağlık sorunlarını çözmekle bugünün dünyasında karşılaştığımız sağlık sorunlarını çözmek arasında otorite açısından biraz fark vardır. Sağlığın devletin tekeline geçtiği toplumlarda, ki modern toplumlarda geçmiştir, o zaman dinin hükümleri ihmal edilir."
"Sağlık deyip sadece insanın bedenini ele alırsanız din olmak üzere bütün dünyasını yıkarsınız"
Arslan, "Her hastalık, her afetin bilimsel yanıyla birlikte onun insanlar ilgili bir tarafı var. Ve insanın da sosyal bir varlık olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla siz sadece sağlık deyip sadece insanın bedenini ele alırsanız onun başta din olmak üzere bütün dünyasını yıkarsınız. Bugün beden öne çıkmıştır. Sadece insanın o bedenini iyileştirmeye yönelik bir çaba söz konusu." diye konuştu.
"Tarihteki büyük salgınlarda insanlar mabetlere sığınmış ama günümüzde bunun tam tersi yapıldı"
"Bir sürü tedbir alınıyor ama dinin bunun içindeki yeri nedir?" sorusuna işaret eden Arslan, "Hastalık çıktığından beri her şeyi konuşuyoruz ama dinin yerini konuşmuyoruz. Bu, Müslümanlar açısından zihinsel bir kırılmadır aslında. Tarihteki büyük salgınlarda insanlar mabetlere sığınmış ve dua etmişledir. Ama günümüzde bunun tam tersine mabetler kapatılmıştır. Bunu birilerini suçlamak için söylemiyorum. Sadece karşılaştığımız durumun resmini çekmeye çalışıyorum. Dolayısıyla insanlar tedbir derken birbirinden yalıtılmış, birbirlerinden uzaklaştırılmış bir durum yaşamakta. Bunun adına tedbir diyoruz. Gerçekten bunun ne kadar sağlığımızı koruduğun hakkında çok bilgi sahibi değiliz. Çünkü hastalık hakkında da çok detaylı bir bilgiye sahip değiliz." ifadelerini kullandı.
Salgınla birlikte insanların ölümden ne kadar çok korktuğunun ve hayatın ne kadar çok sevdiğinin ortaya çıktığını vurgulayan Arslan, "Eğer ölümden bu kadar korkmasaydık sağlık paradigması, tıp bizi bu kadar şemsiyesi altına alıp istediği gibi güdemezdi. Dolayısıyla burada itikatla ilgili bir sorunumuzun olduğunu hatırlatmamız gerekiyor."
Deprem ve salgınla ilgili bir konu hakkında daima bilim insanlarının ekranlarda boy gösterdiğine dikkat çeken Arslan, alimlerin bu tür salgınlara karşı bir dil oluşturması gerektiğini ve sürekli bunu halka anlatması gerektiğini ifade etti.
"Dünya sisteminin salgın nedeniyle en çok korktuğu şey insan ölümleri değil. Ekonomik sistemin çökmesidir." diyen Arslan, salgının, insanı hayat hakkında güvensizliğe de sevk ettiğini; bunun da beraberinde çocuk arzusunu körelttiğini kaydetti.
Salgının getireceği bir diğer değişikliğin de işyerlerinin eve taşınması olduğunu söyleyen Arslan, "Burada da iki değişiklik meydana gelecektir. Özel hayat ile kamusal hayat birbirinin içine girecektir ve iş hayatının ekonomik endişeleri, ekonomik idealleri; özel alanı, mahremiyeti yiyip bitirecektir. Dolayısıyla zaten çözülmekte olan aile ekonomize olacaktır. Bunun neticesinde mahremiyet hepten ortadan kalkarak ekonomik bir bütünlüğe dönüşecektir."