Ayasofya ve İstanbul sözleşmesinin bir anda gündeme gelmesinde bir gariplik yok mu?
Tamam, “sözleşme” denilen ifsad belgesi uzun süredir Müslüman kamuoyunda tepkilere neden oluyor, tartışılıyordu. Sözleşme esas alınarak yapılan düzenlemenin “kadına şiddeti” önleme ya da azaltma gibi bir işlev görmediği, aksine istatistiki verilere göre yıl yıl şiddeti ve ölümleri artırdığı da ortadayken Cumhurbaşkanı ve hükümetin neden bir adım atmadığı konusu önemli gündem maddelerinden biriydi.
Bir ara Cumhurbaşkanının “İstanbul Sözleşmesi nas değildir, bizim için ölçü değil!” şeklindeki sözleri muhafazakar camiada ciddi bir heyecan uyandırsa da konu kısa sürede “devlet nezdinde” unutulmaya terk edildi. Hatta tüm tepkilere rağmen Cumhurbaşkanı ve bakanlardan bir açıklama gelmeyince kimi “çokbilmişler” durumdan vazife çıkararak “sözleşmeyi savunma” pozisyonuna bile geçtiler.
Bazıları ise “devlet yönetmenin zorluğunu” öne sürerek sözleşmenin “uluslararası bağlayıcılığı” olduğunu iddia ettiler ve tabiri caizse “kraldan çok kralcılık” yapma yoluna gittiler.
Oysa sözleşme de maddeleri de ortadaydı.
Evlilik ile beraber “birlikte yaşama”, çiftler ya da eşler ile beraber “partner” ifadeleri kullanılarak sapkın cinsel eğilimler kanun nezdinde meşrulaştırılıyor ve hatta koruma altına alınıyordu.
Tabii sözleşmenin bunlardan ibaret olduğunu söylemiyoruz. Aksine mağduriyetlerin giderilmesi konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmıştı. Hükümetlerden sorunun çözümü noktasında düzenlemeler yapması isteniyordu.
Sözleşmeyi mevcut hükümet getirmiş ve çok ilginçtir ki, CHP ve HDP’nin (o zamanki ismi BDP idi) büyük desteği ile karşılaşmıştır. Teklifte imzası olan kimileri sık sık sapkın platformlarda ismi gündeme gelen kişilerdi ve sadece bundan dolayı bile şüpheyle yaklaşmak gerekirdi; ama dönemin güçlü “liberal rüzgarları” buna mani oldu.
Sonraki dönemlerde de AK Parti’ye yakın KADEM gibi kuruluşların sözleşmeyi desteklemesi “malum odakların” seslerinin biraz daha yüksek çıkmasına neden oldu.
Sapkın gruplar, bu tip düzenlemelerden yola çıkarak “daha fazla görünür olma” adı altında “aktivist” adını da kullanarak sapkınlığı meşrulaştırma ve hatta yayma ve teşvik etme yoluna gittiler. Sanatçı adını kullanan kimi şarlatanlar, küresel kapitalizmin temsilcileri, liberal ve Marksist solun düşünür ve siyasetçileri sapkınlıklara yazılı, sözlü ve fiili destekte bulundular.
Bir defa “aktivist” kelimesinin kullanılması “sapkın cinsel eğilimlere yaşam hakkından” söz etmiyor, aksine bunun teşvik edilmesi, yayılması için alanda faaliyet gösterilmesini ifade ediyor.
Yani mesele “kadına şiddetin önlenmesi” olmaktan çıktı ve bu da muhafazakar çevrelerin tepkisinin daha fazla artmasına neden oldu.
Ancak hükümet cenahından maalesef bir adım atılmadı.
Olay öyle sanıldığı gibi zor da değildi.
Bakın sözleşme ne diyor:
“Taraflardan herhangi biri, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle, herhangi bir zaman bu Sözleşmeyi feshedebilir.” (Madde:80)
Sonra birdenbire AK parti “sözleşmenin feshini” gündeme getirdi.
Siyasi ortamın sürekli yeniden şekillenmesi, “eski dostların düşman olması”, hükümete yönelik sözleşme üzerinden bir baskı uygulanması buna sebep olabilir.
İnşallah adımlar atılır.
Tabii “sözleşmenin feshi” ne “kadına şiddet” konusunu ne de mağduriyetleri ortadan kaldırmayacak.
Doğru olan inanç ve kültür değerlerinden yola çıkarak “herkesin” hakkını güvence altına alacak kanuni düzenlemelerin yapılmasıdır. Burada ailenin korunması birinci öncelik olmalı; ama aile bireylerinin şiddet ve istismara uğramaması için çaba harcanmalıdır.
Gelelim Ayasofya konusuna…
Ayasofya bir semboldür ve cami olarak açılması önemlidir.
Olayın siyasi boyutu elbette ki var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen sene bir mitingde “Ayasofya açılsın” diyen birine şöyle cevap vermişti:
“Buyurun mesele o değil. Bu işin siyasi boyu var. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, Ayasofya'yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah.”
Eskiyi bir taraf bırakalım; ama bu aralar “Ayasofya’nın açılması” gerektiğini en çok hükümete yakın kişi ve kurumlar dile getiriyor.
Amerika’nın Avrupa’nın, Rusya’nın, Yunanistan’ın “açılmasın” şeklindeki açıklamalarına Erdoğan sert cevaplar veriyor. Umuyorum bu sert tepkiyi -olumsuz bir karar verirse- Danıştay’a da gösterir ve “Cumhurbaşkanlığı yetkisini” kullanarak Ayasofya’yı açar.
Hadi hayırlısı…