Kerbelâyı, aşurâyı inşallah (hicri olarak) üç hafta sonra yâd edeceğiz ama miladi 10 Ekim 680 Hz. Hüseyin’in(rh) hunharca şehid edildiği tarihti. Ondan birkaç gün önce de tüm yârenleri şehid edilmişti.
Bugün Kur’an ehli ve Hz. Muhammed Mustafa’nın(sav) muvahhit ümmeti, her nerede hareket halinde ise, orayı Kerbela ötesini de Kufe yaptılar. “Her gün aşurâ her yer Kerbelâ” sözü, sadece ağıtların dizesi değil artık.
Kavminin rezil eşkıyalığına karşı, Hz. Lut’un(as) çaresizce çırpınır gibi; “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere sığınabilsem”(Hud 80) diye söylediği sözü ne dillere girdi ne diyarlar gezdi bilinmez.
Şu gök kubbe altında millet-i İbrahim’in(as) ateşe atıldığı ne mancınıklar kuruldu, kaç yerde kaç bin kez inananlar için ateş dolu hendekler kazıldı, Allah bilir.
Taif’e gidip de imanı anlatacakken, kendi kavmi tarafından taşlanıp şehid edilen, Urve b. Mesud(rh) için Allah Rasulü(sav), “Benim ümmetimden de bir Yasin sahibi yani Habib-i Neccar gönderen Allah’a hamdolsun” demişti.
Nice yerde bu ümmetten daha kaç bin tane Yasin sahibi gönderildi bilmiyoruz ama en son herhalde Yasin’in bizzat kendisi gönderildi desek, aşk makamında mazur görülmeli. Şu an okuduğumuz hakikat, Yasin’in, Cuma’nın, Hasan’ın, Hüseyin’in, Riyad’ın, Turan’ın bizzat kendisi. Ve 108 sure daha var. Onları da okumaya hazırız.
Çünkü tarih, katliamların elbetteki bin bir çeşidi ile doludur da öldürmede kimi kafatasçı Kürtlerin(!) atalarından kabul edip övündükleri Nemrut da dahil böyle bir esfel-i safilin örneği herhalde sayılıdır.
Öyle ya, evleri yakıp yıkan çoktur da, evine sığınan mazlumu, öldürmesi için zalime teslim eden azdır. Katliamları duyarsızca izleyen çoktur da, kendilerine hiçbir kötülüğü dokunmamış masum bedenler parçalanırken sevinç naraları atan komşu kadınlar azdır.
Yardım gitmediği için hayatını kaybeden insan çoktur da, yardım ettiği için hayatına kastedilen insan azdır. Hiçbir silahı olmadığı halde kurşunlanarak şehid edilen sivil Müslüman çoktur da, şehid edildikten sonra yüksekten atılıp, üzerinden araçla geçip yakılan ve başı taşla ezilen şehid sayısı azdır. Böyle bir zamanda böyle eşi benzeri görülmemiş vahşilerle aynı coğrafyada yaşıyoruz işte, tabi buna yaşamak denirse.
“Allah sevdiği dostlarını dünyaya küstürür” diyor ya Üstad. Ne yöne baksanız kan ve gözyaşı gördüğünüz bir dünyaya küsmemek mümkün mü?
Hele hele şu son Diyarbakır’daki olaylardan sonra “dünyaya küsmedim” diyecek olanınız var mı? Bakışımda tadışımda hiçbir değişme yok, diyeniniz var mı?
Ne bileyim, kadere küsmek değil, takdire kızmak değil ama belli belirsiz bir dünyayı istememe hali işte. Aldatıcı bir oyalanma, birkaç günlük konaklama, geçici bir faydalanma denir de yaşatanları da koparıp aldığında ne denir, şu vefasız dünya için.
Neyse böyle karmaşık duygulara şöyle bir teselli arası verelim.
“Şehid verdik’ demeyelim; ‘şehid kazandık’ diyelim. Çünkü şehid, evet, zahiren aramızdan ayrılıyor ama kanı ile daha büyük hizmetler yapıyor.
Biz aşk ehliyiz, akıl ehli değil. Akıl ehli, hayatta kalmanın bin bir yolunu hesap ederken; aşk ehli, şehadet için bir yol bulma sevdasındadır.
Sırf akıl ehli olanlar, davaları için sadece tedbir peşinde koşarlar. Aşk ehli olanlar ise, davaları için önce kendilerini feda etmeyi göze alırlar. Her bir Müslüman, inancına aşkla bağlanmalıdır; sadece akılla değil!” (Şehid M.Hüseyin Beheşti)
Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun ki ahiret var, tekrar dirilip hesap görmek var.