Darbe girişiminin başarısız oluşu, batılı müttefikleri o kadar sarstı ki, bir yandan bunu gizleme telaşları bir yandan da içerdeki dostlarını koruma kollama çabaları gözlerden kaçmıyor. Tabi her zaman olduğu gibi Türkü'yle, Kürdü'yle, Lazı, Çerkezi, Arabıyla koskoca bir halkın aklıyla ve zekâsıyla alay ederken o kadar rahatlar ki, toplumun IQ düzeyinin, milletin halihazırdaki açlık sınırı seviyesi ile aynı olduğunu zannediyorlar.
Demirel'li dönemlerde olduğu gibi, her seçim döneminde yeni vaadler, yeni sloganlar ve yeni propagandalarla oluşturduğumuz algılarla yumurtaları toplamaya, sütleri sağmaya devam ederiz diye düşünüyorlar. Halbuki, ingiliz anahtarı artık iyiden iyiye paslanmış halde.
Her halükarda batıya teşekkür edip boyun eğmesi gerekenler, bugünlerde aykırı davranıyorlar. Batılıların dikte ettiği demokratik cumhuriyet rejimi ile yönetilenler, laik bir sistem ile idare edilenler, seküler bir devlete vergi ödeyip askerlik yapanları uyutmak için artık ne maçlar ne de pembe diziler filan yetiyor.
Kendi ürettikleri sistemin anormal işleyişini diyalektik olarak açıklayamıyorlar. Çünkü kendilerine karşı hiç hesapta olmayan bir karşı irade beyanının kaynağını tespit etmekte zorlanıyorlar.
Kemalist kadrolarla dizayn edilen projenin, seçim sandıklarının kontrolsüz kullanımı halinde el değiştirme ihtimalini tabi ki biliyorlardı. O yüzden bir yüzü kendilerine bir yüzü de Müslüman topluma dönük, yani iki tarafa da hizmet eden gönüllü bir sınıf teşkil ettiler.
Dolayısıyla bugün FETÖ diye tesmiye edilen bu biyomekanik mühendislik eseri, 1960'larda planlandı. Bu öyle ince hesaplanmıştı ki, bir yandan Bediüzzaman gib meşhur bir âlime ait öğeler kullanılmalıydı ki etkileyici olsun, öte yandan da bireysel ibadetlere açık olmalıydı ki inandırıcı olsun.
Ve bu cihaz her engeli aşacak fikri bir kıvraklıkla, her kalıba uyacak esnek bir yaşam formülüyle imal edilmişti. Bu özellikleri ile doğal olarak son hükümetle de sorunsuz çalışırken, bir anda tılsım bozuldu ve malum süreçle bu noktaya gelindi.
Şimdi aracı üreten firma şaşkın. Pazarlayanlar şaşkın, kullananlar şaşkın. Tamir etmeye çalışan servis şaşkın. Hani makamın uygunluğu bir yana, Erkin Koray'ın “şaşkın” şarkısındaki sözleri gibi: “Şaşkın sana ne dedim, sen ne yaptın. Dün gece gördüm seni, ters yola saptın…”
Tüm bunların üstüne 15 Temmuz'u berbat etme de eklenince şaşkınlık neredeyse yılgınlığa dönüşüverdi.
Adeta millete sessiz sessiz yalvarıyorlar: “Ya daha önceki darbeleri, yıkımları, katliamları nasıl unuttuysanız bunu da hadi unutun işte. Hepsi bir gececik maceraydı, zaten tiyatroydu, yapanı belli değil, kaçanı belli değil. Ölenler de kader işte, ecelleri gelmiş ölmüşler.”
Ne yapsın pilotlar, subaylar, emre itaat gibi bir fazileti işlerken birazcık yanılmışlar. Hem parti, gazete, siyasetçi, memur bunların suçu ne? Çok abartıyorsunuz. O gece zaten kahramanlık destanı yazmış olan halktan birkaç yüz kişi ölmüş ama bakın atlatmışsınız daha ne istiyorsunuz.
Zaten ülkenizde terör ve trafik yüzünden bundan kat kat fazlası ölüyor. Niye bu meseleyi öyle büyütüyorsunuz. Bakın nice musibetleri kolayca unuturken buna niye bu kadar takılı kaldınız, hiç size yakışıyor mu?
Hadi kardeşçe barışın, kucaklaşın, gidenler için bol bol dualar okuyun, süslü anıtlar yapın ama şu içinizdeki öfkeyi atın artık. Ve tesadüfen gelişmiş bir takım uğursuz hadiselerde neden bu kadar kasıt arıyorsunuz?”
Bu şirinlemeler çok farklı boyutlarıyla işlenecektir. Ne zaman ve ne kadar sonuç alırlarsa, bu onlar için kâr olacaktır dolayısıyla hiç pes etmeyeceklerdir.
Ve aradan zaman geçtikçe soğuyan yaralar onların işini kolaylaştıracak, tüm enerjilerini darbe girişimine rağmen ülkeye yeniden laik-seküler bir format atmaya odaklayacaklardır.
Ama bu durum, memleketin 15 Temmuz'da kendini formatladığının farkında olup olmadığına bağlıdır.