Şubat en çok annelerimizi vurdu

Şubat şehadet ayıdır. Mevsimi ayaz, zemheri ve borandır. Her ne kadar şubat şehadet ayı olarak bilinse de, buna ilaveten anaların en çok yandığı ay olarak da bilinmelidir. Zira şubat en çok analarımızı vurdu!

Şubat şehadet ayıdır. Mevsimi ayaz, zemheri ve borandır. Her ne kadar şubat şehadet ayı olarak bilinse de, buna ilaveten anaların en çok yandığı ay olarak da bilinmelidir. Zira şubat en çok analarımızı vurdu!

Bir Allah bilir bir de analar bilir şubatın rengini.  Şubatın her bir günü apayrı bir elem tonundadır. Çünkü bazen Şehadet, bazen esaret ve bazen de hicretin bitmeyen hasretiyle iner anaların yüreğine.

Mevsimler ardı sıra gelir lakin mahzun anamın mevsimi hiç değişmez. Her mevsim onun için bir şubat, bir hasret ayıdır. Sararmış yapraklar gibi hazan yüzlüdür. Bir hilal gibi incecik bedeni dert yüklüdür. Özlem ve hasret yorgunudur. Nefes alıp verdiğini sanırsın esasında çoktan göçmüş bir meyyit gibidir. Sadece saçlarına aklar değil umutlarına çift taraflı hançer düşmüştür. Bu yüzdendir nicedir anaların baharı olmadı. Neredeyse bir ömürdür yoksun kaldılar baharın güneşinden.

Nedense bizim analarımız hep birbirlerine benzerler. Simalarında hüznün otağı kurulmuştur. Heybeleri ağırdır, özlem ve hasret yüklüdür. Alındaki çizgiler kırışık değil, gurbete giden amansız yollardır. Yavrunun yolunu gözlemekten feri bitmiş, kısık kalmıştır gözleri. Ne yapsın zavallı anam her ahı bin dert saklıdır yüreğinde. Söylese bir türlü, söylemezse bin türlü.

Her ne kadar dayanırım, unuturum, sabreder ve tevekkül ederim dese bile, ana şefkati bu ya hiç unutur mu kara toprağa verdiği gencecik yavrusunu. Nasıl unutur yüreğinden koparılan ve çeyrek asırdır kapkara zindanlarda tutulan biricik Yusuf’unu. Kalbi bin yaralıdır anamın. Zira ondan bir parça, onun ciğer paresi sopsoğuk zindanlarda, nemli betonlarda, demir ranzalarda etrafı hançer hançer tel örgüleriyle sarılı hücrelerde yapayalnızdır. Yedi yıl değil, on yıl değil yirmi yıl değil tam bir ömürdür Yusuf’undan ayrı kalmışlığı…

Yusuf’unun her hali derttir anama. Yusuf’u ne yapar, ne eder. Ne yer, ne içer. Mekânı soğuk mu sıcak mı, hücresi geniş mi dar mı, hele hele o asık suratlı bekçileri,  duvar gibi soğuk yüzlü zalimleri düşündükçe ya da bir haber bülteninde işkenceye maruz kalan mahkûmları duydukça harap olur, hayatın lezzeti dimağından kaybolur anamın. Uykusu harap, duyguları tarumar olur.

Hele bir ziyaret esnasında ya da oğluyla haftalık telefon görüşmesinde oğlunun memleketten uzak diyarlara sürgün edildiğini veya sürgün edileceğinin haberleri anamın kalbine bir balyoz gibi inmez mi?

Ne yapsın cennet yüzlü anam? Fıtrattandır, tabiattandır Allah’ın anaların kalbine nakşettiği bir kanundur Şefkatli olmaları. Bu yüzden merhametlidir, tül gibi incecik kalplidir. Söz konusu yavrusu olunca küçücük bir mevzu bile ona dert oluyor işte! Bu sebeple en ufak bir acı bile simasına vuruyor, başına, kalbine, o incecik yüreğine vuruyor. Zayıf düşüyor. Aç, uykusuz, yorgun ve bitap kalıyor sabahlara kadar. Ağlıyor, sızlıyor bir o yana bu yana!

Ne gündüzü var ne gecesi. Ne baharı var ne bayramı.

Önce arefe, sonra bayram hüzünle iner anamın yaralı kalbine. Yusuf’u gelsin diye bildiği tüm duaları okur, Yasinler, hatimler, sadakalar, adaklar ve daha neler neler… Ama her bayram sabahında bitkindir, yorgundur anam. Özlem ve hasret ömrüne hançer vurmuş, bahtına hep kapkara şubat düşmüş, incecik yay gibi bedeni çökmüş anamın! Ya makber başlarında ya zindan yollarında ömrünü tüketen cennet ayaklı anamın ayakları tutmuyor artık! Bitkin kalmış, nefesi kesilmiş, o nurlu gözleri kapanmış hastane odalarında. O sımsıcak bedeni ansızın soğuyuvermiş ve ömrü boyunca vuslat aşkıyla çarpan o incecik, o narin ve o zarif kalbi hasretle bezenmiş, hicranlara boyun eğmiştir. Ve bir daha yavrusunu görmeden upuzun ufuklara dalmıştır gözleri.

Nice analar nice babalar son bir kez evladına kavuşmadan ya hastane koridorlarında ya da hüzünle bezenmiş evlerinin bir köşesinde duvara asılmış oğlunun resmine baka baka hasretle gözlerini yumdular.

Ey şubat! Sen bir mevsimden ötesin. Ölüm ve elem rengindesin. Anaların ellerine, anaların yüreğine hoyratça dokundun.

Sen ey şubat! Kara toprağa verdiğimiz şehitlerin, daha büyümeyen yetimlerin, dertleri bitmemiş anaların, özgürlüğüne kavuşmamış Yusufların ve memleketine dönmek için gün sayan muhacirlerin yüreğinde çözülmeyen bir prangasın.

Ey bu satırları okuyan kardeş ve bacılar! Sakın ola ki bunları bir kurgu, hayali bir hikâye olarak almayın. Bu yaşanmış hikâyeler hayatımızın birer parçasıdır.

Sakın ola ki bunlardan gafil kalmayalım. Davamızı, kavgamızı, sevdamızı, tarihimizi ve tertemiz şehitlerimizi, halen zindanlarda ömür sayan Yusuflarımızı ve memleketine hasret kalmış dönmek için gün sayan muhacirlerimizi ve Allah için ödenen tüm bedelleri unutmayalım.

Ey kalplerin sahibi, hâkimi Rabbim! Analarımıza merhamet et, onları şubatın bahtına bırakma ve onlar sana emanet. Cemalinle onlara lütfet. Güzel nimetler, taptaze baharlar ve sonsuz cennetler bahşet!

Şeyhmus Uğur

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Sağlık Haberleri

Teknoloji bağımlılığı çocuk ve gençlerin sağlığını tehdit ediyor!
Obezite çocuklarda hipertansiyon riskini artırıyor!
Kuruyemişler kalp ve damar sağlığını koruyor
Kasıktan dize doğru yayılan ağrıya dikkat!
Dr. Ceylan: Doğru zaman, doz ve süreyle antibiyotik kullanımı gerekmektedir