Şükür secdesine varmak veya namazını kılmak yaşanan güzel ve hayırlı gelişmelerden sonra yapılagelen ibadetlerdendir.
Düşündüm de gazetede şükrümüzü dile getirmemenin en güzel şekli, “Şükür Yazısı” yazmaktır.
Neden şükür yazısı yazma gereği duydum?
Hani derler ya “Bir daha dünyaya gelsen ne olmayı isterdin” diye. Efendim, kendi açımdan dile getireyim de hem yazının nedenini ortaya koymuş olayım.
Ben bir daha dünyaya gelsem, 1990'lı yıllardaki gibi aile, mahalle, aşiret, topluluk, PKK gibi bütün bileşenlerin düşman kesildiği, buna rağmen hakkı söylemekten ve düşmanlarımın cenneti için uğraş vermekten geri durmayan biri olmayı dilerdim.
Hani Molla Zeki gibi çarşıdan geçerken, kahvehanelerde oturan insanların, yürüyen bir şehidi görmek için ayağa kalktığı ve eve varana kadar kaş göz işaretlerinin tümüne muhatap olması gibi.
Aynı Hz. Nuh (as)'ın kendi toplumunu uyarması gibi, birlikte yaşadığım insanları uyarmanın ibadet tadına varmayı isterdim.
Tekrar dünyaya gelsem sorusu üzerinden gidiyoruz ya…
2000'li yıllarda düşman kurşunlara bir de resmi kurşunların eklendiği, paralel veya dikey tüm derinlerin hedef tahtasına oturttuğu, kaçırılıp Cevzet gibi günlerce işkence edildikten sonra boynu kırılıp, “Şehadet” makamına ulaşmayı isterdim.
Hani bir zamanlar “La İlahe İllallah” haykırışlarıyla zindanları inleten işkence seanslarında, dişlerini sıkmaktan aralarından kan sızan, işkencenin şiddetinden işkencecilerinin üzerine kusan biri olmayı hayal ederdim.
Aynı nezaretin kasvetli havası içinde cellatların uygulamalarına vücudu refleksiz kalan Şehid Abdüsselam gibi.
Kış gecelerinde getirilen buz kütlelerinin koltuğunun altına sıkıştırılıp, üzeri keçe ile sarılan, bir süre sonra vücudu buza tepki vermeyen biri gibi.
Gaziantep işkencehanelerinde günlerce süren işkence seansları sonucu, ismini dahi vermeyen kahraman “Şeyhimiz” gibi.
Ve sonra..!
Bunca düşmanlığını gördüğüm insanların fakir fukarasının imdadına yetişmek, tekrardan ulaştığımız Ramazan iftarlarına katık bulmak için nefsini ayaklar altına alıp, kapı kapı dolanmak, sahurlarında “Acaba ne yiyorlar” diye kendi çocuklarımdan esirgeyip, onların sofralarına peynir, zeytin olmak için uğraşan bir “Mustazaf er” olmayı arzu ederdim.
Hani bir çatının üstünde, ıslahı için uğraştığı kişiler tarafından kurşunlanan Ubeydullah gibi.
Ya da bir Kurban Bayramında, seneden seneye et göremeyenlere kurban eti ulaştırmak için yola revan olduktan sonra “Büyük insanlık(!)” tarafından saldırıya uğrayan; Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca velhasıl tüm dünya dillerinde fiillerinin karşılığı bulunamayan, vahşi vampirlerce şehid edilen Yasin ve arkadaşları olmayı düşlerdim.
Aslında Yasin gibi bir öğrenci yetiştirmek her şeyi özetliyor Aytaç Hoca için. Yani laf bulunamıyor o güzel insanı methetmeye. Güzel siması, çevrede uyandırdığı intiba, dost düşman herkese “İşte büyük insanlık” dedirtecek hal ve tavırları ile bir çığır açan Aytaç Hoca olmak haddimiz değil ama hayal işte.
Hani öldürülmeye çalışılan bir halkı kurtarma gayretkeşliği ile İhya, olmadı Yeni İhya hareketi içinde yer almak ve bu uğurda Hz. Yahya (as) gibi canını ortaya koymak her babayiğidin harcı değil ya…
Bu bir kervandır.
Şehidler kervanı.
Allah'ın ayetleri ile yol gösterdiği, Peygamberin kılavuzluğunda ilerleyen kervanın başında Hz. Hüseyin'in bulunduğu ve elhamdülillah Mustazaf camianın nice Hüseyinlerle yetiştiği kutlu kervanın yolcusu olmak da haddim değil, dedim ya umut işte.
Nasıl gidiyoruz, nereye gidiyoruz, bunları bizler belirlemiyoruz. Her şeyi evirip çeviren Allah'tır. İnsanların kalpleri O'nun elindedir.
Onun için derim ki…
2015'te uluslararası bir proje ile Kürdlerin başına örülen HDPKK çorabının farkında olup, Amerika'nın bu projesini boşa çıkarmaya çalışan bir Zekeriya Yapıcıoğlu, Mehmet Yavuz, Sait Şahin, Mehmet Mehdi Oğuz, Şehzade Demir, Aydın Gök, Mahmut Kılınç, Cengiz Karakaya ve Salih Demir olmak büyük bir misyondur.
Varsın Kürdler oynanan oyunun farkında olmasınlar. Varsın onların hem dünyalarını hem de ahiretlerini kendi ailelerini ihmal edercesine düşünen bu insanlara destek olmasınlar.
Biz bizden evvelkilerin yaptıklarını yapmakla mükellefiz.
Aynı Hz. Habil, Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. İbrahim, Ashabı Uhdut, Ashabı Kehf, Hasan el-Benna, Seyyid Kutup, Şeyh Said, Üstad Bediü'z-Zaman, Şeyh Zeki, Aytaç Hoca (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) ve benzeri bütün davetçiler gibi.
Bu kervanla aynı yolda olmak büyük bir misyon değil mi?