Zor zamanlarda dinine, diline, rengine, ırkına bakılmaksızın yardımına koşmak ve bütün imkânlarınızı seferber etmek, hakeza salgından korunmak ve kurallara azami derecede riayet etmek kişi olarak da devlet olarak da İslami, insani ve ahlaki bir vazifedir.
Kimi cahil ve şarlatanların İslam’la bağdaşmayan münferiden tutum ve söylemleri üzerinden bir pozisyon almamak gerektiği gibi; bu tür bizden gibi görünen müfsitlere de fırsat vermemek lazım.
Coronavirüs salgınının ortaya çıkışı, etkileri, sonuçları ve olası laboratuarda üretilmiş ise üretenlerin hedefleri ile bu süreçten “bambaşka bir dünya” devşirme emelleri ayrı bir değerlendirme ve tartışma konusu; virüsten ilmi, akli ve ahlaki çaba ile korunmak ve mücadele etmek ise ayrı bir çabanın konusu olsa gerek.
Tabi ki Batı’nın vahşi yüzünü ve niyetini hiç unutmamalı, ama depremde, darbede, savaşta, salgında komplo teorileriyle Batı’ya “her şeye muktedir” bir güç atfeden teslimiyetçileri de af etmemeli.
Hakeza zihnimizin ve kalbimizin bütün kapılarını ardına kadar vahiyden süzülüp gelen nidalara ve telkinlere açmalı, aklı yürekten koparan kimi entel kafaların kafasızlığına da kapılmamalıyız.
İçinden geçtiğimiz bu olağanüstü ve tarihi süreçte Cumhurbaşkanı bir seferberlik de başlatarak vatandaştan bağış ve zekat istedi.
Yine her zaman olduğu üzere ulusalcılar, kemalistler, solcular, kimi Kürt’çüler, FETÖ’cüler, kimi Türk’çüler, ateistler, deistler, seküler embesiller, milliyetçi dindarlar, dinsiz milliyetçiler ağız birliği etmişçesine koro halinde vatandaştan, bağış, zekat ve sadaka isteyen hükümet üzerinden İslam’a ve Müslümanlara yüklendiler, hatta ağır hakaretler etmekten de geri durmadılar. Saydıklarımızın hiç biri zekat vermeyeceğine göre itiraz ve isyanları, laik devlette devlet başkanının laikliği zedelemesinedir tabi ki. Salgına dair yalan yanlış haber ve paylaşımlara soruşturma anında soruşturma açılıp derdest ediliyor, ancak İslam’a hakaret ve alenen aşağılama ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek nerdeyse ödüllendiriliyor.
Elbette ki aziz İslam’dan, deprem zamanlarında afet ayetlerini, savaş zamanında savaş ve fetih ayetlerini, darbe girişimi zamanında cihad ve direniş ayetlerini, salgın zamanında vebadan korunma hadislerini, darlık zamanında zekat ayetlerini okuyarak yararlanır iseniz; ancak İslam’a savaş açan anayasa ve yasalar olduğu yerde duruyor ise; milliyetçiliği pompalayan bir Osmanlı dizisi dışında, tekelinizdeki televizyon kanallarının tamamı aile yapımızı yıkmaya adanmış ise, kurum ve kuruluşlarda “Eski Türkiye”ye rahmet okutacak cinsten ritüeller zorunlu kılınıyor ve sıkı denetleniyorsa, “tekkeye mürid almıyoruz” direktifi ile parti ve bürokrasi kadroları peyderpey laik, Kemalist, milliyetçi ve “anasının da başı örtülü olan” maskeli zevata terk ediliyorsa... Tabi ki o zaman birileri hem inancınıza hakaret eder hem de dini istismar etmekle suçlar.
Her şeye rağmen yine de elini cebine ilk atan, göğsünü “mızıkacılar korosu”na ilk siper eden, İslam’a yönelik saldırıları yüreği ve kalemiyle bertaraf eden “tarikatçı”, “gerici”, “mukaddesatçı” “tekkeci”, “takkeci”, “cemaatçı”, “dernekçi”ler oluyor.
Şu televizyonlarda cıyaklayarak sizleri övenler yanıltmasın diyeceğim ama hep yanıltıyorlar maalesef. Onlar ya güvertededirler, ya da giriş-çıkış merdiveninde terk etmeye hazır halde beklerler. Güvertedekiler sefahate sürükledikleri gemiyi “sahili selamete” çıkarmakla uğraştıklarını söylerler. Giriş-çıkış kapısını tutanlara ise, “gemiye korsan almamak için buradayız” derler. Maalesef bunlar “kaptanın” çok hoşuna giden “görkemli” korsanlardır.
Bunların savaşta, darbede, depremde, salgında bulandırdıkları suları arıtmak, yaydıkları kötü kokuları izale etmek maalesef yine halkımıza ve halk ile bağını koparamamış bir avuç aydına düşüyor.
Peki, yarın sular durulduğunda yine kaptan köşkünde ve güvertede arzı endam etmeye devam mı edecekler? Ya “tekkeden kovulan takkeciler”… Yine teknede kürek mi çekecekler?