Son günlerde İstanbul Taksim alanındaki gezi parkının yeniden düzenlenmesiyle ilgili çalışmaları protesto etmek amacıyla başlayan gösteriler, bir anda bir çok şehre yayıldı. İlk başlarda çevreyi ve yeşili koruma adıyla başlatılan eylem, bir anda yön değiştirerek ideolojik bir eyleme dönüştü. Başta CHP olmak üzere Perinçek’in İşçi Partisi, SDP ve benzeri Kemalist sol, sosyalist parti ve gruplar olayın üzerine atlayarak, kendi hedefleri doğrultusunda kanalize etmeye çalıştılar.
Özellikle CHP’nin kanalı Halk TV ile İşçi Partisinin kanalı Ulusal TV’nin canlı yayında adeta savaş haberleri verir gibi olayları verip durumu ajite ederek, bundan nasıl bir darbe çıkarırız hesabı içine girmeleri, Kemalist sol ve sosyalistlerin zihniyetinin değişmediğinin en açık bir göstergesi oldu. Seçimle iktidara gelemeyen bu çağdışı zihniyetin amacı, ortamı bulandırıp kaos ortamını oluşturarak yeniden bir askeri darbenin yapılmasıdır.
Bu Kemalist koalisyon anlaşılan 1930’lar ile1940’ların o karanlık ceberut idaresini yeniden getirme gibi bir hayalin peşinde koşmaktadırlar.
O karanlık dönemde yapılan vahşet ve zulümlerden sadece birkaç tanesini sayarsak;
- İfade ve düşünce özgürlüğü diye bir şey asla söz konusu değildi.
- Bırakın dini eserleri, Kur’an-ı Kerim’i dahi bulundurmak, okumak suçtu. İnsanlar Kur’an’ı ve İslami eserleri mağaralarda ve kuytu yerlerde saklar, buralarda Kur’an öğretilmeye çalışılırdı.
-Ezan Türkçeleştirilmiş, bazı camilere sıra masa konularak, kiliselere benzetilmeye çalışılmış, bir çok cami de ahıra çevrilmişti. (İstanbul’daki camiye ayakkabıyla girip kirletenler işte bunların torunlarıdır.)
- Türklük dışında hiçbir etnik kimliğin varlığı kabul edilmiyor, herkes Türkleştirilmeye çalışılıyordu. Hitler o dönemin yöneticileri için adeta bir ilham kaynağıydı! Türkiye’de Türklerden sonra en fazla nüfusa sahip Kürtler yok sayılmakla kalınmıyor, her türlü baskı, inkar ve asimilasyoncu politika Kürtler üzerinde uygulanıyordu. Bu baskı ve inkarcı politikalar sonucunda, özellikle Kürdistan’da çıkan ayaklanmalar acımasızca bastırılıyor, çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden insanlar katliamdan geçiriliyorlardı.
Dersim, Şêx Said kıyamı, Ağrı ve diğer Kürd ayaklanmalarında binlerce insan katliamlardan geçirilmiş, insanlar evlerinin içinde, mağaralarda ateşe verilerek yakılmışlardı. Zilan Deresinde binlerce mazlum Müslüman Kürd köylüsü katliama tabi tutularak, insanlık suçu işlenmiş ve bu katillerden de kimse hesap soramamıştı.
Kürtlerin ileri gelenleri batıya sürgün edilerek, her türlü onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıp, ahlaken de yozlaştırılmaya çalışılmış, bu şekilde Kürtleri öndersiz bırakma politikası yürütülmüştür.
Kürt gençleri yatılı okullara alınarak asimile edilmeye çalışılmış, bunlar içinden Kürtlerin inancına ve kültürüne yabancı ve düşman birer kişilikler yetiştirerek, sözüm ona “aydın” kisvesi adı altında tekrar Kürdistan’a gönderilerek, Kürtleri kendi inancına ve değerlerine yabancılaştırmaya çalışılmıştır. Her ne kadar bu Kürd gençleri, Kemalizmi benimsememişlerse de, yerine yedekte tutulan Marksist materyalist bir dünya görüşüyle memleketlerine geri dönmüşler ve ilk evvela kendi halkının inancını hedefe koyup düşmanlık yaparak, Kemalist rejimin yapamadığını maalesef bu gençler yapmışlardır.
İsmet İnönü, “bu ülkede yaşayıp Türk olmayan herkesin görevi Türklere hizmet etmektir” diyerek, Hitleri bile geride bırakacak bir ırkçı anlayışa sahip olduğunu göstermekteydi. Kürtçe konuşmak yasaklanıyor, Kürtçe konuşanlara kelime başına para cezası kesiliyordu. Üzerine bir ton dayakta cabası!
Kemalistler için iki baş düşman; dindarlar ve Kürtlerdi. Kürtler hem etnik hem de inanç bakımından iki açıdan zulme ve hakaretlere maruz kalmışlardı.
- Anadolu’da da özellikle dindar kesim, bir takım bahaneler uydurularak sözde mahkemelere (İstiklal Mahkemelerinde görev yapanlar hukukla alakası olmayan, sadece görevlendirilmiş birer tetikçiydiler) çıkarılarak, çok basit nedenlerle idam cezasına çarptırılıyor ve asılıyorlardı. İskilipli Atıf Hoca ve 90 yaşlarındaki Muhammed Es'ad Erbilî gibi o dönemin meşhur alimleri ve binlerce masum insan bu şekilde haksız ve suçsuz bir şekilde şehid edilmişlerdi.
Bu saydıklarımız Kemalist rejimin yaptığı zulümlerin sadece birkaç örneğidir. Buradan yola çıkarsak “çevreci” kimliği adı altında başta Taksim olmak üzere, bir çok yerde gösteri yapanlar, çevreyi yakıp yıkanlar ve örtülü kadınlara saldırıp İslam'a ve değerlerine hakaret edenler, bu gerici, kaba ve ilkel Kemalist anlayışı savunarak, acaba o karanlık dönemi tekrar geri getireceklerini mi zannediyorlar.
Taksim olaylarında koalisyonu oluşturan Kemalist sol ve sosyalistler (bu ülkede sosyalistler daima Kemalizmin tetikçiliğini yapmış ve faşist dikta darbelere zemin hazırlamada bir araç olarak kullanılmışlardır. Şu anda da farklı güç odaklarının bunları kullandıkları belirtileri vardır.) dünyadaki gidişattan habersiz ve tamamen bir hayalperestlik içerisindedirler. Kemalizm de, sosyalizm de, komünizm de miadını doldurmuştur. Faşizm, ideoloji olarak zaten Hitler ile tarihin çöplüğüne atılmıştı. Kapitalizm de bugün çatırdamakta ve o da artık ömrünün sonuna gelmektedir. Bunları tekrar diriltme çabası içerisine girenler suyu tersine akıtma mücadelesini vermektedirler. Bununda beyhude bir çaba olduğunu tarih bize göstermektedir.
İslam’ın dünyada yükselen bir değer olduğunu göremeyenler, güneşe karşı gözlerini kapatıp, gündüzü kendilerine gece yapmaya çalışan zavallılardır ancak!
Şunu eklemekte fayda görüyorum. AKP’nin şahsında şu anda İslam hedefe oturtulmaktadır. AKP’nin eleştirilecek bir çok tarafı yanında, yaptığı olumlu bazı icraatlar da vardır elbette. Ekonomi alanında, sağlık alanında, özgürlükler alanında getirilen bir takım rahatlamalar, Kürd sorununu çözme iradesini ortaya koyma adına olumlu gelişmeleri sayabiliriz.
Ancak hala başörtüsü sorunu yasal açıdan çözüme kavuşturulamamıştır. Bazı kesimlere sınırsız özgürlükler verilirken, bazılarına da tam tersi uygulamalar yapılmaktadır. İslami bazı sivil toplum kuruluşlarına, özellikle mustazaflar camiasına yapılan baskınlar ve bunun sonucunda gözaltılar ve haksız yere verilen yüzlerce yıllık cezalar hükümetin özgürlükler konusundaki çifte standardını ortaya koyan örneklerdir.
En ufak bir şiddet olayına karışmadıkları halde bu şekilde ağır cezaların verilmesi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir şeydir! Düşünün şimdi Taksim’de ve diğer yerlerde, etrafı yakıp yıkanlar bu camia olsaydı, eminim şimdiye kadar kanunlar değiştirilir ve idam dahil en ağır cezalara çarptırılırlardı. Öyle ya nasıl olsa bunların sahipleri yok! Ama diğerleri söz konusu olunca yalvar yakar oluyorlar. Çünkü başta ABD olmak üzere, batı onların arkasında! Nasıl olsa onların eski adamları!
Başta ABD ve diğer batılı ülkelerle stratejik ortaklık içinde olan ve özellikle Orta Doğu’da bu yönde politikasını belirleyen hükümet, acaba ABD’nin Taksim olayları konusunda üst üste uyarılarından sonra ne düşünüyor! Doğrusu insan merak ediyor!
Geçen yazımızda “Mustazaflar camiasına, bu haksızlık ve zorbalığı yapanlar mazlumların bedduasını almaktan korksunlar” demiştik.
Ne diyelim, AKP belasını buldu mu diyelim!