Bahçesaray ilçesinde kışlık ihtiyaçlarını karşılamak ve koyunlarını otlatmak amacıyla Sündüs Yaylası'na giden ailelerin, 18 Temmuz 1993 gecesi karanlık güçlerin saldırısına uğraması sonucu 14'ü çocuk 24 kişinin hayatını kaybettiği katliam, hafızalardaki yerini koruyor.
Olayda sadece 62 yaşındaki Ahmet Sevgili, Hicret Güzel ve iki küçük çocuğu sağ kurtuldu. Katliam sonrası katledilen 24 kişinin otopsi raporlarının hazırlanmasına ihtiyaç dahi duyulmadı. En önemlisi de olay sonrası katliamın haberini yapan yerel gazeteler de Van Valiliğince toplatıldı.
Katliamı yapanlar kim, olay yerinde bulunan G3 mermileri ne anlama geliyor, dönemin Çiller hükümeti ve Van Valiliği olayı neden örtbas etmek istedi, olay yerine inen helikopteri kim kullandı?
Tüm bu sorular 26 yıldır cevap beklerken katliamın 21'inci yıl dönümü olan 2014 yılında dosyanın zaman aşımına uğramaması için aileler, Van Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve savcılar dosyayı yeniden incelemişti.
1992 yılında Hakkari'nin Şemdinli ilçesindeki Alan Sınır Karakoluna yapılan saldırıyla ilgili hazırlanan dosyada ifadesi bulunan PKK'li Deniz Koçer kod adlı Kadri Cihan'ın itirafları, katliamın talimatının PKK tarafından verildiğini ortaya çıkarsa da dava dosyası ne aileleri ne de kamuoyunu tatmin etmemişti.
“Sivil ölü sayısının fazla olmasından dolayı örgüt bu eylemi kabullenmedi”
2010 yılında PKK'den kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve halen Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Cihan, dönemin Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadesinde, Sündüs katliamıyla ilgili şunları anlatmıştı:
“Van ili Bahçesaray ilçesindeki Sündüs Yaylası'na temmuz ayı ortalarında baskın yapıldı. Bu baskında 20-25 arasında vatandaş öldürüldü. Bu eyleme katılan ve eylemi planlayarak talimatı veren Ali Kici kod isimli örgüt mensubundan eylemle ilgili bilgi almıştım. Sivil ölü sayısının fazla olmasından dolayı örgüt bu eylemi kabullenmedi. Halk nazarında tepki toplamamak amacıyla eylemi korucuların yaptığını açıkladı.”
Katliamın tanıkları o anları anlattı
Olayda sağ kurtulan Hicret Güzel, o günü şöyle anlattı: "Sütleri çadırlarımıza götürdük. Akşam 21.00 sıralarıydı. Çadırın etrafında erkek sesleri geldi. Ben de bunlar kim diye baktım. Yanımda bulunan yeğenim ‘bunlar teröristtir’ dedi, ben de ‘yok askerdir’ dedim. Bunlar hepimizi Ahmet Sevgili’nin çadırına topladılar. Çadırda yer yoktu. Ben de taşın dibine oturdum. Onlardan bir tanesi Müzeyye’nin ağlayan bebeğini alıp içimize fırlattı. Ahmet, onlara fakirliğimizden dolayı burada olduğumuzu söyledi. Onlar ise akrabalarımızın korucu olduğunu ve bunun bedelini ödeyeceğimizi söylediler. ‘Bunlar ya içimize bomba atacaklar ya da çocuklarımızı alıp götürecekler’ diyorduk. Ama ikisi de olmadı. Telsizle bir yerle konuştular. Başlarındaki şahıs silahını indirdi ve buranın ismini sordu. Ahmet Sevgili, (Sündüs) Miran Yaylası olduğunu söyledi. Ondan sonra insanları taramaya başladılar. 15 dakika bile sürmedi, o şekilde çolukları ve kadınları taradılar. Ben de dibinde oturduğum taşa iyice sokuldum ve elimde de iki çocuğum vardı. Onların üzerine yattım o şekilde durdum. Tarama bitti. Oradan gittiklerinde çocuğum hıçkırmaya başladı, tekrar taşı taradılar. Oğlum ve ben kelime-i şahadet getirdik. Çocuğum "ana ben öldüm" dedi. Ben de şahadet getirdim. Biri bağırıyor "yeter, hepsini öldürdük" diyordu. Daha sonra oradan ayrıldılar, gece karanlıkta şok yaşadım. Ben de elimle elbiselerime dokundum komple ıslaktı. Bir başıma iki çocukla o taşa yapışık şekilde sabahladık. Sabah manzara dehşet verici idi. Çocukların bağırsakları dökülmüş, bazı çocukların beyni dağılmıştı. Diğerleri de üst üste yığılmıştı. Ahmet Sevgili, yaralı olduğunu ve aşağıda atının olduğunu söyledi bana. Ben de atını getirdim, Ahmet’i ata bindirdim ve ilçeye gönderdim.”
“7 kişilik bir gruptu ve PKK kıyafetleri giymişlerdi”
O günü Ahmet Sevgili’den defalarca dinleyen Sabahattin Samsa da Ahmet Sevgili’nin dilinden katliamı şöyle anlatmıştı:
"Bütün kadınlar koyunlarını sağmışlardı. İşlerini bitirmiş, herkes kendi çadırına çekilmiş yemeklerini yemişlerdi. Kadınlar çadır önlerinde, ateşin üzerine çay bırakmış, herkes kendi çadırının içine oturarak günün yorgunluğunu atıyordu. Karanlık çoktan çökmüştü. Saat, akşamın 21.00’iydi. Çadırların yakınında bazı sesler geliyordu. Çocuklar korkmaya başlamıştı. Çadırlarda bulunan kadınlar çocukların korkmaması için ‘korkmayın onlar ilçenin askerleridir’ diye teselli ediyorlardı. Silahlı bir grup çadırların etrafını sardı. Yaylada tek erkek olarak ben vardım ve gelenleri ben karşıladım. Sanırım 7 kişilik bir gruptu ve PKK kıyafetleri giymişlerdi. Ben de kendilerini karşıladım, ‘hoş geldiniz hayırdır’ diye sordum. İçlerinden biri sert bir şekilde bağırarak ‘konuşmayın’ dedi. Daha sonra çadırlarda bulunan herkesi benim çadırıma topladılar. Bu sırada ben onlarla konuşmaya çalıştım. Ama beni dinlemediler. Sonra biri bana Kürtçe olarak ‘burası neresi’ diye sordu. Ben de ona ‘burası bizim yaylamız, adı da Miran Yaylasıdır’ dedim. Ve içlerinde biri vardı grubun önündeydi. Sarı sakallı, uzun boylu, mavi gözlü biriydi ve diğerlerine emir vererek ‘çadırlara bakın, kimse başka çadırlarda kalmasın, herkesi buraya toplayın’ diye emir verdi. Diğer çadırlarda yatan bütün çocukları toplayıp getirdiler. Ama yan tarafta bir çocuk ağlaması gelince çocuğun annesi ‘bırakın ben gideyim çocuğumu getireyim’ dedi. Daha sonra onlardan biri ‘sen bırak biz getiririz’ diyerek çocuğu almaya gitti. Çocuğu alıp getirdi ve daha kapıdayken bebeği annesine doğru fırlattı. Biz o an anladık ki bunlar iyi adamlar değil. Başlarında olan adam dedi: ‘Sizin kocalarınız köy korucuları, siz de bunun cezasını çekeceksiniz’ dedi. Ama orada kalan ailelerin hiç biri hatta akrabalarımız dahi korucu değildi. Biz de köy korucusu hiç yoktu. Bu arada benim eşim yalvarmaya başladı ‘ne olur kocamı öldürmeyin’ diye. Çadırın içinde birkaç tane gaz lambası yanıyordu, biraz aydınlıktı ve artık kadınlar ve çocuklar ağlayarak çığlık atmaya başladılar. O an cebinden bir telsiz çıkardı ve bir yerlerle temasa geçti. Telsizi kapattıktan sonra elindeki silahı kaldırarak bir el ateş etti. Kurşun omzumu sıyırarak arkamda bulunan eşime isabet etti ve eşim yere yığıldı. Gruptan 3 kişi kadın ve çocukları taramaya başladılar. Çadırdan çıktılar, çadırı biraz geçtikten sonra içerden bir çocuk ağlaması ve birkaç tane yaralı kadının inleme sesi geldi. Biri çadırın arkasına yanaşarak tekrar çadırı taramaya başladı. Ağlayan çocuk sesi ve yaralıların inlemesi kesilmişti. Çadırların etrafında kadınların topladığı odunları ateşe verip kayboldular. Bu sırada bir kadına daha kurşun isabet etmemişti. Ben de ayağımdan vurulmuştum ve sabaha kadar o şekilde kaldık. Sabah yaralı olan ayağımı bir eşarp ile bağladım ve ilçeye gittim.”
"Manzara karşısında aklımızı yitirdik"
Ahmet Sevgili’nin yaralı bir şekilde ilçeye geldiğini ve kendilerine haber verdiğini söyleyen Sabahattin Samsa, "Biz hemen yaylaya akın ettik. O zamanın şartlarında araba yok. Birileri atlarla gitti, birçoğumuz yaya gittik. Tabi bu sırada artık herkesin haberi oldu. Yaylalarda helikopterler uçmaya başladı, askerler geldi. Ama biz gördüğümüz manzara karşısında aklımızı yitirdik. Kollarında bebekleri ile can veren kadınlar… Birçok insan akli dengesini kaybetti. Hasta olup yataklara düşenler oldu. Biz de o sabah diğer çadırlardan topladığımız battaniye ve bez parçalarını getirip parçalanmış cesetleri toplamaya başladık. At sırtında patika yollardan cesetleri ilçeye getirdik. O zaman kimseye otopsi falan yapılmadı, herkes kendi cenazesini tanıdı. Muhtar da Gevaş’tan gelen savcıya teyit etti. Ve herkes o şekilde cenazelerini yıkayınca bütün cenazeler bir mezarlıkta defnedildi." şeklinde konuşmuştu.
Katliamın yapıldığı gece başka yaylada bulunan bir çobanın Sündüs Yaylası’na yakın bir yere bir helikopterin indiğini kendilerine söylediğini ifade eden Samsa, "Çobanlar 3 tane el fenerinin yaylaya doğru gittiğini ve ardından silah seslerinin geldiğini söylediler. Ama korktukları için oraya gidememişler. Ancak bu ifadeleri savcılıkta da belirtmelerine rağmen bu ifadeler savcılık tutanaklarına işlenmedi." dedi.
"Olay aradan geçen bunca zamana rağmen bir muamma olarak kaldı"
Ülkenin karanlık bir dönem yaşadığını ve bölgenin 70-80 yıllık despot bir yapılanma neticesinde birtakım karanlık faaliyetler sonucunda olağan üstü hal bölgesi olarak ilan edildiğini ifade eden merhum Abdulhelim Almalı ise şu değerlendirmelerde bulunmuştu:
“O dönemin aktörlerine bakıyorsunuz, Olağan Üstü Hal Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Van Jandarma Tabur Komutanı Veli Küçük. Bir başka aktör, o dönemde yine Van Valiliği yapmış olan Mahmut Yılbaş… Bunlar, hep derin yapılanmaların adamlarıydı. O dönemde derin güçler, örgütler ve devlet arasındaki derin çatışmalarda asıl mağdurları bölge halkı oldu. Yapılan bu katliamı PKK üstlenmedi. Bu olay, aradan geçen bunca zamana rağmen bir muamma olarak kaldı.”
İLKHA