Haramdan yeteri derecede sakınıyor muyuz? Kazancımızda harama bulaşmamak için ne kadar mücadele ediyoruz? Ya da bu konuda gerçekten hassas mıyız?
Bir kişi ticaret ile uğraşan ve yeni vefat eden babasını rüyada görüyor. Babası konuşmak istese de konuşamıyor. Oğlu babasına sebebini sorduğunda terazide silinmemiş tozların konuşmasına mani olduğunu belirtiyor.
Teraziye attığı malzeme beş on gram daha fazla gelmesi gerekirken yüz gram eksik gelse de umursamayanlar, kasadarlık yapıp fatura küsuratlı olduğu için on kuruş eksik olduğunda isteyip bir bir buçuk TL fazla olsa bile para üstünü vermeyenler, haram konusunda ne kadar hassastır?
Şüpheli şeylerden sakınmak gerekirken, harama aldırmayanlar, en bariz örneği ile başkasına ait bir tarlanın etrafında hayvanlarını otlatanlar çok iyi biliyor ki hayvanı öyle veya böyle o tarlaya girer.
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.” diye buyurmaktadır Peygamberimiz (s.a.v.).
“Helâl da bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında da (birtakım)şüpheli şeyler vardır ki çok kimseler onları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa ırzını da, dinini de kurtarmış olur. Her kim de şüpheli şeylere da¬larsa, koru etrafında (hayvanlarını) otlatan bir çoban gibi, çok geçmeden içeriye dalabilir. Haberiniz olsun ki, her kralın bir korusu olur. Bilmiş olun ki, Allah'ın yeryüzündeki korusu, haram kıldığı şeylerdir. Yine haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık et (parçası) vardır. O iyi olduğu zaman bü¬tün beden iyi olur, bozuk olduğu zaman da bütün beden bozuk olur. İşte o (et parçası) kalptir.”
Hz. Peygamber (s.a.v); haramlığı apaçık beli olan şeyleri koruya, haram mı yoksa helâl mi olduğu şüpheli olan şeyleri de korunun etrafına benzet¬miştir. Alimler, mekruhu çok işleyenin harama düşeceğini söylerler. Bu hadi¬sin sonundaki, “Şüpheli şeylere dalan kişi, harama da cesaret eder.” sözü de, yukarıda söylenenlere delildir.
On yaşlarındayken kabiliyet ve mertliğine hayran olan hocası Seyyid Nur Muhammed, Küçük Said'le birlikte birkaç arkadaşını da yanına alarak, anne-babasını ziyaret etmek ve onları yakından tanımak ister. Altı-yedi saatlik bir mesafeden sonra Nurs köyüne gelirler. Said'in babası Mirza Efendi evde yoktur.
Misafirleri karşılayan Nuriye Hanım onlara efendisinin evde olmadığını ve çifte gittiğini söyler. Evin önündeki kuru ağacın altına hasır ve posteki sererek oturmalarını rica eder. Az sonra Mirza Efendi, önünde ağızları bağlı iki inek ve öküzle çıkagelir. Selam ve tanışmadan sonra Küçük Said'in hocası, Sofi Mirza'ya:
“Bizim köyde de hayvanların ağzını harman zamanı harmanda mahsulü yememeleri için bağlarlar. Fakat şimdi hem harman mevsimi değil hem de hayvanlar harmanda değil. Böyle ağızlarının bağlı olmasının sebebi nedir?” diye sorar.
Mirza Efendi mahcup bir edayla, “Efendim, bizim tarla biraz uzaktır. Yolda gelirken birçok kimsenin tarla ve mahsulünden geçerek geliyorum. Eğer bu hayvanların ağzı bağlı olmazsa, yabancıların mahsullerinden yemek ihtimalleri var. Bu sebepten ekmeğimize haram lokma karışmaması için böyle yapıyorum” diye cevap verir.
Sofi Mirza'nın bu yüksek ahlak ve faziletine şahit olan Seyyid Nur Muhammed, bu sefer annesine sorar: “Siz bu çocuğu nasıl yetiştirdiniz?”
Nuriye Hanım, “Ben Said'e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim” der.
Küçük Said'in hocası ve arkadaşları, “Elbette böyle bir anne ve babadan böyle bir evlat beklenir” derler.
Konuyla ilgili anlatılan bir başka hatıra da şöyledir:
Bir gün Seyyid Hüseyin Arvasî, müridelerinden olan Nuriye Hanım'a sorar: “Çocuklarının çok zeki olmasında, onları terbiye metodun nedir?
Nuriye Hanım, “Hayatımda, kadınlığa mahsus şer'î mazeretler dışında hiçbir vakit teheccüt namazımı kaçırmadım ve çocuklarımı abdestsiz emzirmedim” der.
“Sofi” bir baba ve “şefkatli” bir anne...
Ticaretimizde ve tüm kazancımızda haramdan kaçınmak temennisi ile Allah'a emanet olun.