2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalar 7’nci yılına girdi. Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelere sığınan kadınlarla çocuklar için hayat her geçen gün daha da zorlaşıyor. Suriye’de iç savaş giderek şiddetlenirken ateşkes görüşmelerinin sonuçsuz kalması ise ciddi bir hayal kırıklığına yol açtı. İç savaşın neden olduğu yıkım ve insanlık dramı ise giderek kötüleşiyor.
Suriye'deki savaş yüz binlerce çocuk, kadın genç ve yaşlının katledilmesine, milyonlarca Suriyelinin mülteci konumuna düşmesine neden oldu. Çoğunluğu, Türkiye’de olmak üzere farklı ülkelere yerleşen yüzbinlerce Suriyeli kadın, savaşın, yüreklerinde bıraktığı derin yaralar, omuzlarındaki ağır sorumluluklar ve ülkelerinden uzakta yaşamaya mahkûm bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor.
Suriye'deki iç savaştan kaçarak Gaziantep'e yerleşen ve çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren Suriyeli Kadınlar, imkânlarının çok kısıtlı olduğunu ve bundan dolayı çocuklarını da çalıştırmak zorunda kaldıklarını söylediler.
İmkansızlıklardan dolayı çocuklarının okula gidemediğini belirten Suriyeli anneler, tüm bunlara rağmen çok zor şartlar altında yaşama tutunmaya çalıştıklarını belirttiler.
Her savaşta olduğu gibi Suriye'deki savaşta da en ağır bedeli çocuklarıyla beraber kadınların ödediğini belirten Suriyeli kadınlar, iç savaşın tüm Suriye halkının yanı sıra, en çok kadın ve çocukları etkilediğini söylediler.
1980’li yıllarda Eşi İhvan-ı Müslim’in üyesi olduğu için tutuklanan ve kendisine muhbirlik teklif edilen, ancak kabul etmediği için 11 yıl cezaevinde kalan Azize Cellut (60), Suriye’de iç savaşın çıkmasıyla yine o günleri yaşayacakları korkusuyla yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’ye geldiğini söyledi.
“Tutuklanmaktan çok korktuk”
1980 yılında ailesinden birçok kişinin, yıllarca Suriye zindanlarında kaldığını belirten Cellut, bir daha o günleri yaşamak istemediğini söyleyerek, “Türkiye’ye gelmemizin sebebi; çocuklarımdan bir tanesi Suriye’deki protestolara katıldı. Bundan dolayı Suriye istihbaratı tarafından ismi kaydedildi. Oğlumun bu şekilde ismi istihbaratın eline geçince bizler çok korktuk. Çünkü 1980 yılında da ailemizden, Suriye istihbaratı tarafından yakalanan birçok kişi yıllarca Suriye zindanlarında kaldı. Bu da bizi çok korkuttu. Oğlumun başına bu hadise geldikten sonra 24 saat içerisinde Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınmayı kararlaştırdık ve aynı gün kaçarak Türkiye’ye geldik.” dedi.
“Hamile halimle çok işkencelere uğradım”
1980 yılında Suriye’de 40 bin insanın katledildiğini gördüğünü ve 21 yaşındayken 11 sene cezaevinde kaldığını belirten Cellut, “Ben 1979 yılında tutuklandım. Benim eşim askeriyede çalışan birisiydi. Askeriyenin bilgilerini sızdırmakla suçlandı. Eşime atılan bu suçtan dolayı bende tutuklandım. Beni eşimin arkadaşları hakkında bilgi vermem için zorladılar. Tutuklandığımda hamileydim. Hamile halimle çok işkencelere uğradım. Bu tutuklanmadan sonra 3 ay hapiste kaldım. Sonra beni serbest bıraktılar. Tabi bu süreçte de birçok işkencelere uğradım. İnsanın psikolojini bozan işkencelerdi. Serbest kaldıktan sonra ben yine eşimle birlikte kaldım. 1980 yılında beni tekrar tutukladılar. Bu tutuklanmadan sonra da bana herhangi bir işkence ve zorluk çıkarmadılar. Yalnız 11 yıl zindanda kaldım. Tabi 11 yıl bir insanın hürriyetinden uzak kalması gerçek manada zihinsel olarak yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Normalde Suriye’de bir kadın veya herhangi biri tutuklandığında onlara her türlü işkence yapılıyor. Elektriğe verme, askıya asma ve diğer bütün işkence çeşitlerini o kişilerin üzerinde uygulanır. Ben, ilk tutuklanma esnasında hamileydim ve bedeni olarak birçok işkenceye maruz kaldım. Ama Allah’a şükürler olsun tecavüze uğramadım. Fakat birçok Suriyeli kadın zindanlarda tecavüze uğradılar.” ifadelerini kullandı.
“Bu savaşta en büyük zararı kadınlar gördü”
Suriye’de yaşanan olaylardan sonra en büyük zararı gören ve mahrumiyet yaşayanların kadınlar olduğunu ifade eden Cellut, “Kadınlar her türlü zorluğa maruz bırakıldı. Birçok kadın gördük ki onlara, fıtrata uymayan işkenceler yapıldı, ağır işlerde çalıştırıldı. Çok zorlu yaşam koşullarında hayata tutunmaya çalıştılar. Kimisi çadırlarda, kimisi yetim evlerinde, kimisi kendi imkanlarıyla yaptığı derme çatma evlerde yaşamaya mahkûm edildi.” şeklinde konuştu.
Hatay’a doğru yola çıkan ‘Vicdan Konvoyu’nu da desteklediğini belirten Cellut, Türkiye’de kaldığı bu süre zarfında Suriye’de zulüm gören, kötü yaşam koşulları altında hayata tutunmaya çalışan kadınların hayatını ele alan ‘Kadınların Çektiği Zorluklar’ adıyla bir kitap ile hapishane geçirdiği günleri ve Hama Katliamını anlatan ‘Zindanın Zorlukları’ ismini verdiği iki kitap yayımladığını sözlerine ekledi.
“15 yaşında cezaevine girip 9 yıl hapis yattım”
Hafız Esed'in döneminde 9 yıl hapishanede kalan ve her türlü işkencelere maruz kaldığını belirten Avukat Lema Ahadeni (52) ise yaklaşık 4 yıldır Türkiye’de yaşıyor.
Avukat olduğundan dolayı adli mahkûmlar için düzenlenen barış gösterilerine katıldığını ve bunun için istihbarat birimleri tarafından arandığını söyleyen Ahadeni, Türkiye’ye kaçak yollarla gelmek zorunda kaldığını söyledi.
Ahadeni, yaşadıklarını şöyle anlattı: “1981 yılında tutuklandım ve 1990 yılında da serbest bırakıldım. Tutukluluk sürem tam 9 yıl sürdü. Bu süre zarfında açık oturumlu mahkemece 4 yıllık bir cezaya çarptırıldım. Güvenlik gerekçesi ile de 5 yıl daha kaldım. Ben Halepliyim, tutukluluk süremin hepsini Suriye istihbarat birimlerinin Dimeşk’teki nahiyelerinde geçirdim. İlk yıllarımı da Kefer Suse’deki askeri birlik merkezlerinde geçirdim. Tabi bu arada işkencelere maruz kaldım. Ama psikolojik işkenceler bizim için daha zordu. Biz, kadınlar olarak 4,5 yıl boyunca hepimiz küçük bir hücrede kalıyorduk. Yattığımız zaman hareket dahi edemiyorduk. Çok kötü bir ses vardı. 4,5 yıl boyunca gece gündüz hiç kesilmiyordu. 4 yıl boyunca gece, gündüz kendilerine işkence yapılan gençlerin çığlıkları hiç kesilmedi. Bitler ve uyuz hastalığı yayıldı. Kadınların özel halleri için gerekli olan malzemeleri dahi getirmiyorlardı. Bütün kadınlar kendi elbiselerinden bir kısmını yırtmak zorunda kaldılar. Bundan dolayı 6 gün süren bir açlık grevine girdik. Bunun sonucunda bizim bazı insani isteklerimize boyun eğdiler. Bundan sonra bizi Atana hapishanesine götürdüler ve bize hüküm verdiler. Ben tutuklandığımda 15 yaşındaydım ve diğer kadınların arasında en küçük ben olduğum için en az hüküm benimkiydi. Diğer kadınlar 10-20 yıl hüküm aldılar. Mahkumlar, bu cezaları işittiklerinde çok rahatsız olmuşlardı. Ama Atana’daki hapishane yaşanmaya daha elverişliydi. Ailelerimiz bizi çok nadir ziyaret edebiliyorlardı. Hem uzaktı hem de izin vermiyorlardı. Daha sonra da Duma hapishanesine götürüldük.”
“Bazı kadınlar tecavüzden kurtulmak için asılsız belgeleri imzalamak zorunda kalıyorlardı”
15 Mart 2011 yılından bugüne kadar çok sayıda Suriyeli kadının öldürüldüğünü ve binlercesinin halen rejimin kontrolündeki cezaevlerinde tutulduğunu söyleyen Aide El-Hacı Yusuf da (36), 8 ay hapishanede kaldığını belirterek, şöyle konuştu:
“Yaklaşık 8 ay tutuklu kaldım. Serbest kaldıktan sonra Türkiye’ye gelmek zorunda kaldım. Bir yıldır Türkiye’deyim. Suriye’de gözaltına alındığımızda bizi cezaevine götürdüler. İlk başlarda bizleri emniyet tarafından soruşturmaya aldılar. Daha sonra bize işkence yapıyorlardı. Bize, kendi istediklerini yazdırdılar. Bizi o belgelere zorla imza atmaya mecbur bıraktılar. Bazı kadınlar tecavüzden kurtulmak için o asılsız belgeleri imzalamak zorunda kalıyorlardı. Mahkemedeki avukatlar ve savcılar da zaten kendi adamlarıydı. Ne bizim yazdığımız savunmalar ne de itiraz ettiğimiz suçlamaların hiç biri onlar tarafından asla kabul edilmedi.”
“Suriye cezaevlerinde olup bitenler insanlık suçudur”
Suriye’de cezaevlerinde yıllardır, hiçbir şekilde mahkemeye çıkarılmamış ve resmi olmayan belgelerle hapishanelerde tutulan kadınların olduğuna dikkat çeken Yusuf, “Suriye cezaevlerinde olup bitenler insanlık suçudur. Biz Suriyeli kadınlar her türlü baskılara maruz kaldık. Şu an Suriye’de hiçbir ev yoktur ki şehidi, tutuklusu veya bir kayıp yakını olmasın. Hatta bazı evlerde bunların sayısı 3’ü buluyor. Bazılarında ise ailenin tamamının katledildiğini biliyoruz.” şeklinde konuştu.
İLKHA