Kasım 2017’de “Astana süreci” başladığında katliam ve yıkımların durması ihtimali ortaya çıktığı için umutlanmıştık. Alanda yaşananlar BAAS ve destekçilerinin sözlerine kesinlikle güvenilemeyeceği gerçeğini gözümüze sokmasına rağmen meseleye iyimser yaklaşmaya çalıştık. Aslında bizim beklentimiz hangi şartlar altında olursa olsun silahların susması ve tamirat sürecinin başlamasına yönelik adımların atılmasıydı. Ortada insanlık dışı katliamlar, varil bombaları, kimyasal silahlar, yıkılan şehirler vardı ve artık bunun durması gerekiyordu.
Astana’da masaya oturuldu.
Ocak 2018’de ateşkesi sağlamak ve bunu denetlemek için ortak gözlem heyeti kurulmasına karar verildi.
Şubat’ın ortalarında ateşkes ihlallerini tespit etmek ve raporlamak için mekanizmeler oluşturuldu.
Bir ay sonraki toplantıda Türkiye, İran ve Rusya’nın sürecin garantörü olmasına karar verildi.
2 ay içerisinde “çatışmasızlık bölgeleri”nin belirlenmesine karar verildi ve ilkin Doğu Guta, Kuzey Humus ve İdlib üzerinde uzlaşıldı.
Hatta karşılıklı olarak esir takası bile konuşuldu.
Ama birden her şey durdu.
Amerika ve Rusya arasında görüşmeler başladı ve sonra birden iklim değişiverdi.
Suudi ve BAE’nin desteklediği gruplar PKK’nin kontrolündeki DSG’ye katıldılar.
Silahlı muhalif gruplar arasında yer yer çatışmalar görüldü.
BAAS ve destekçileri “çatışmasızlık bölgesi” olarak belirlenen yerleri kuşatma altına almaya, hastaneler dahil her yeri vurmaya, yasaklı silahlar kullanmaya başladı.
Kimi yerlerde neredeyse herkes öldürüldü, kimi yerlerdeyse anlaşma sonucunda muhaliflerin İdlib’e geçmelerine izin verildi.
Astana süreci fiilen ölmüş, garantörlerden biri koruma görevini yapmamış, diğer ikisi fiili olarak savaşta yer almıştı.
Artık hedefte İdlib vardı.
4 milyon insanın sıkıştırılmasıyla, sürekli bombalanmasıyla zor günler yaşamaya başladı İdlib.
Astana süreci kapsamında TSK’nın oluşturduğu “gözlem noktaları” yer yer saldırı ile karşı karşıya kalıyor.
İdlib bombalanıyor.
Yüz binlerce insan yerini terk ediyor.
BAAS’ın ele geçirdiği yerlerde alıkonulan binlerce kişiden bir daha haber alınamıyor ve bu da insanlara kaçmaktan başka bir seçenek bırakmıyor.
Bu arada BAAS ve destekçileri Amerika’nın müttefiki olan PYD’ye yönelik hiçbir hamlede bulunmuyorlar. Yıllarca tüm muhalifleri “Amerika’nın adamı” olmakla suçlayanlar şimdi karşılarında açıkça Amerika ile işbirliği yapan bir “silahlı gruba” karşı adım atmıyor.
Hayır, ben Amerikan askerlerinin olduğu yerleri kast etmiyorum. Tel Rıfat gibi, Halep’in bazı mahalleleri gibi yerler PYD’nin kontrolünde ve oralarda Amerikan askeri yok!
Mesele Amerika Rusya gizli anlaşması mı, yoksa “laiklik ortak paydasında buluşuyor olma” mı; sanırım bunu sormaya gerek yok.
Son “çatışmasızlık bölgesi” ateş altında ve artık bir tiyatroya dönüşen müzakereler devam ediyor.
Ülkenin üçte ikisi ya içeride ya da dışarıda mülteci durumunda; ama öte tarafta güya “Suriye anayasası” konuşuluyor.
Sadece aldatmaca ve zaman kazanmaya yönelik hamleler…
Muhalifler ya savaşmaya devam edecek –ki bu büyük bir yıkımı beraberinde getirecek- ya da İdlib’i tümüyle terk edecek.
Sivillerin arasında ısrarla sürdürülen bir savaşta kayıplardan dolayı saldıranlar kadar direnenler de suçludur.
Suriye, ümmet için çok ağırdı; ama çok şey de öğretti.
Herkes BAAS ve dostlarına güvenilemeyeceğini, onlarla müzakere masasına oturulamayacağını acı bir tecrübeyle öğrendi.
Mülteciliğin ne kadar ağır bir şey olduğunu, kardeşliğin imtihanla karşı karşı olduğunu herkes öğrendi.