Yazılı olmayan tarih ne anlatırsa anlatsın Kürtlerin Suriye’deki varlığı İslam’ın bir neticesidir. Suriye’de İslam gerçeğini denklem dışına çıkarmak ya da bu gerçeği zayıflatma çabaları içinde yer almak, herkesten çok Suriye Kürtleri’ne zarar verir.
Evrensellik ilahi olana aittir. Tüm insan üretimi sistemler, onu üretenlerin çıkarını öncellerken ötekileri zarara uğratmaktan ari olamazlar.
Modernizm, “ilahi kabul edilene” karşı bir sosyal isyandır. Modernizmin ilahi bir ürün gibi evrenselleştirilerek bütün dünya toplumlarına uygulanması, diğer toplumlarda manevi felakete, Kürtlerde ise hem maddi hem manevi felakete yol açtı.
İslam, insana kendi ölçüleri içinde ifade hürriyeti, din hürriyeti ve ulaşım hürriyeti hakları vermiştir.
İslam’da mülk, nihayetinde Allah’ındır ve İslam’ın hâkim olduğu her yer Müslüman için vatandır.
Dolayısıyla ifade hürriyetinden, din-mezhep hürriyetinden, ulaşım hürriyetinden, yoksun Orta Çağ Avrupa’sından farklı olarak İslam coğrafyasında düşüncede, mezhepte, etnik yapıda teklik değil, renklilik ve değişkenlik vardır. Bir birey veya etnik yapı olarak bir mülkün mutlak sahibi söz konusu değildir.
Etnik kökeni bir örgütlenme biçimine dönüştürmek ve hak dağıtımında etnik yapıyı esas almak, Batı tarafından üretilen modernizmin bir neticesidir.
İslam’da etnik yapı bir örgütlenme birimi olmadığı gibi toprak da birine ebediyen bırakılan bir mülk değildir.
İslam dünyasında özellikle coğrafyalar arası geçiş alanlarında ve askeri korunma ihtiyacının büyük olduğu coğrafyalarda (göçerken konanlar ve ana coğrafyayı korumak için getirilenler ile) etnik yapılar iç içe geçmiş.
Bunun en güzel örneği iki sınır cephesidir. İlki Bizans’a karşı yaklaşık beş yüz yıl korunma cephesi oluşturan Kürt coğrafyası ile yine yaklaşık beş yüz yıl Batı Avrupa’ya karşı bir karargâh konumunda olan Balkanlardır.
Kürt coğrafyasının, daha işlek bir geçiş noktası olması, onu teknik yapı bakımından Balkanlardan da çok daha renkli bir yapıya büründürmüş. Bu yönüyle Kürtlük, etnik bir gerçeği ifade etmekle birlikte ondan öte, bu coğrafyada var olan ve onların yanına yerleşen diğer kökenlerin İslam üzere oluşturdukları bir kültürü ifade eder. Aynı şey Araplık, Türklük ve İranlık için de geçerlidir. Öyle ki Seyid Hüseyin Nasr, bu toplumların konuştuğu dili artık bir etnik dil olmaktan öte, bir İslam dili olarak kabul ediyor. Çünkü bu toplumların kültüründe ana yapı İslam’dır. İslam’dan sonraki dil de o yapı üzerine oturmuş.
Suriye Kürtlerinin güncel sorunlarının bir yanını, çoğunlukla yerleşik oldukları “Kuzey Suriye” coğrafyasının asli unsuru olup olmamaları konusu teşkil ediyor.
Bu yöndeki bir şüphe Suriye halkına Modernizmin dayatıldığı günden bugüne, zihinlere sürekli pompalanıyor. Suriye Kürtleri de bu şüpheyi sanki zaman zaman kabulleniyor. Neden? Çünkü onların önderliğini ele geçirenler, gerçekçi olmadıkları gibi sorunlara Batı penceresinden bakıyor. Batı değer ve politikalarının kendilerine kurtuluş getirecek tek yol olduğunu düşünüyor. Batı değerlerinin kendi kültürel varlığını, Batı politikalarının bulundukları coğrafyanın toplumlarıyla insani ilişkilerini tehdit ettiğini ve soruna sadece Batı penceresinden bakmanın Suriye’deki varlıklarını esastan tartışmaya açabileceğini görmüyor. Bugüne kadar Sağ-Sol Batı ideolojilerinin etkisi altına giren hiçbir Suriyeli yapının, Kürtlerin o coğrafyadaki varlığını kabullenmemesinin altındaki gerçeği anlamıyor. Özellikle ulusal sol kesim, neredeyse “Biz, burada bir Batı kolonisi oluşturalım” teklifi veriyor.
Batı, dolaylı olarak 250-300 yıldır Suriye’dedir; yüz yıla yakındır da fiili olarak Suriye’dedir; bu süre içinde onları kör maceralara sürmekten öte Süryanilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara ne verdi ki bugün Kürtlere onu versin?
Suriye Kürtleri, bir problem içindedir ve bu problemin çözümü ait oldukları değerlere ve bu coğrafyanın gerçeklerine uygun olmak, gündelik değil, geleceği bütün anlamlarıyla güvenceye almak durumundadır. Çözüm ulusal sola bırakılırsa ulusal sol Kürtleri, kültürel olarak katlettiği gibi onları biyolojik olarak da katle götürecek maceralara sürüklemekten başka bir girişim içinde olmaz. Kürtlere ulusal solu dayatanlar, ulusal solu Kürtlerin temsilcisi yapmaya çalışanlar, Kürtlerin dostu değildir.
KİMDİR SURİYE KÜRTLERİ?
“Özellikle Efrin bölgesi Kürtlerinin Suriye’ye yerleşmesinin “İslam”dan öncesine dayandığına dair görüşler vardır. Diğer yörelerdeki Kürtler ise iki gruba ayrılmaktadır:
- Haçlılara karşı, İslam askeri ve sonraki dönemde İslam âlimi olarak Suriye’ye yerleşen Kürtler
- Şeyh Said Kıyamı’ndan sonra Kuzeyden göç eden Kürtler
Haçlı Savaşları sırasında yerleşenlerin bir kısmı Halep civarında, ezici çoğunluğu ise Şam (Dimaşk)’da oturmaktadır.
Şam’daki nüfusun bir kısmı tarihi Kürt mahallelerinde, bir kısmı ise Zor Ava (gecekondu, zorla inşa edilen yer) denen Şam banliyölerinde yerleşiktir.
Tarihi Kürt mahallelerinde yaşayan Kürtlerin Suriye geçmişi Eyyûbi ve Zengilerden öncesine, Börilere dayanmaktadır. Tarihçi İbn-i Kesir’in bildirdiğine göre, Nureddin Zengi’den önce Şam orduları Komutanı Emir Mücahiddin El Kürdi’dir. Nureddin Zengi’nin babası İmaduddin Zengi zamanında, Baalbek taraflarına Eyyûbiler yerleşti. Şam, Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyüb’ün katkılarıyla Nureddin Zengi’ye teslim oldu. Necmeddin Eyyub, uzun süre Nureddin’in Divan (Şura Meclisi) üyeliğinin yanında şehrin valiliğini yaptı. Selahaddin Eyyübi’nin de ilk yönetim tecrübesi Şam Emniyet Müdürlüğü’dür.
Şam’ın İslam tarihinde iki kurucusu vardır: Emeviler ve “Nureddin-Selahaddin Cemaati”.
Nureddin, yeni dönemde şehrin İslami yapılarının temelini attı. Selahaddin, hem bu yapıları tamamladı hem de onlara yenilerini ekledi. “Bugün Şam baştanbaşa onun ve ailesinin eserleriyle süslüdür. Şam’ın kadim Kürtlerinin bir bölümü de onun askeri garnizon bölgesine yerleştirdiği Kürtlerden oluşmaktadır.
Şam Kürtleri, tarih boyunca (asker-yönetici olarak) Memluklardan ve Osmanlılardan saygı gördü. Sadece Suriye yönetiminde değil, bütün Arap İslam coğrafyasının yönetiminde daima en üst konumda görev aldı.
Kürtlerin yenidünya gerçekleri içinde toplumlaşmalarında en önemli paya sahip Şeyh Halid-i Bağdadi’nin Bağdat’tan gelip Şam’daki Kürt bölgesine yerleşmesi, Şam Kürtlerinin Tanzimat sonrası çağda da güçlerini korumalarında etkili oldu.
Fransa, Şam’ı ele geçirdiğinde Osmanlı’nın en sadık müttefikleri olan Şam Kürtlerini önce dışladı, sonra devlet idaresinde onların (dokuz yüz yıllık) tecrübesine muhtaç olunca da onları yoldan çıkarma yöntemleri üzerinde çalıştı.
Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasında hem askeri hem fikirsel anlamda Şam Kürtleri çok önemli bir rol üstlendi ve bağımsızlıktan sonra Suriye yönetiminde en üst düzeyde (birden çok kez devlet başkanı başbakan ve kimi zaman genelkurmay başkanı olarak) görev yaptı. Buna rağmen (bağımsızlık öncesi ve sonrası) Fransa sonrasındaki çağda Suriye Kürtlerinin yüzü hiç gülmedi. Fransız işgali Suriye Kürtleri ve hatta bütün Kürtler için felaket oldu.
Fransızlar, Haçlı emellerine ulaşmak için, Suriye toplumunun Müslim-gayrimüslim ayrımı üzerine kurulu İslami nizamının genleriyle oynadı; Suriye’yi etnik karışıklığa mahkûm etti.
Fransa, Kürtleri İslamdan uzaklaştırmak için Suriye’yi bir üs olarak kullandı. Şam’da İslam’a düşman, halkının değerlerine yabancı, İslam öncesiyle ilgili efsaneler üretip Kürtleri bu uyduruk efsanelere inandırmaya çalışan ulusal-sosyalist bir Kürtçülük geliştirdi.
Kürtler, İslami dönemde Suriye’nin sultanı ve valisiydiler. Fransızların etkisindeki Suriye’de içinde oturdukları evden dahi oldular. İslam çağında Kürtler, Suriye’nin ilmiye sınıfını oluşturuyorlardı. Fransızlar Kürtlerin modern bir ilkokul açmasına dahi izin vermedi. Bu gerçeğin arkası anlaşılmalı ve Fransız üretimi bir ideolojiye önderlik verme girişiminin neticeleri iyi hesaplanmalıdır.
“Biz, buraya ait miyiz, değil miyiz?” şüphesine yer yoktur. Burası, bir İslam coğrafyasıdır, biz, Arap ve Türkmen kardeşlerimizle bir vücut olmuşuz. Hatta İslam’ın geldiği günden bu yana Süryani azınlıkla sulh içinde yaşamışız. Hedef, birimizin hâkim, diğerinin mahkûm olması olmamalı; bir toplu kurtuluş hedeflenmeli, her kurtuluş, bunun bir parçası olarak görülmeli.
DEĞİŞİMİ GÖRMEK GEREK
İslam’ın topraklarımıza geldiği günden bu yana Suriye, İslam toplumları için bir cennetti. Güneyde Arap Müslümanlar, Kuzeyde Kürtler ve Kuzey batıda Türkler huzur içinde yaşıyor, birbirlerinin hakları kadar içlerindeki Hıristiyan azınlığın da haklarını muhafaza ediyorlardı.
Bu yaşam tarzı İslam’ındı. İslam, selamet getirmişti. Batı, bu yapıyı paramparça etti, selameti yok etti, felaket getirdi. Batı’nın bugünkü niyeti de kendine endekslidir, kendi ihtiyacını başkası üzerinde giderme bencilliğine dayalıdır. Bugünün dünyasında kimse Batı’yı yok sayamaz; Batı vardır ve görülmek durumundadır. Ancak Batı’ya teslim olmak, selametli değildir; tek seçenek de değildir.
Üstad Mevdûdi şöyle bir tespit yapıyor: “Her halkın kendi işlerini idare etmesi ve bölgesini kontrol altına alması en tabii hakkıdır. Aynı düşünce ve yaşayış içindeki bir halkın kendi kendini yönetmesi tabii ve gerçekçi bir davranıştır. Ancak, halkın tapınması şeklindeki ulusçuluğu, sadece reddetmekle kalmayıp aynı zamanda onun kötü bir şey olduğunu iddia ediyoruz.”
Dünya yeni bir düzene girerken Suriye Kürtleri dünyanın en verimli topraklarında müreffeh bir hayat yaşıyorlardı. Misafirlerini onurla ağırlıyor, Kuzeydeki akrabalarına yük yük buğday, top top kumaş gönderiyorlardı.
Kendi bölgelerinin hâkimiydiler; kendilerini güneydeki yoksul aşiretlerin yağmalarından koruyacak bir insan gücüne sahiptiler; Şam’da etkindiler, İstanbul siyasetinde var sayılırlardı. Bu hal içinde, hakların etnik kökene göre paylaşıldığı yenidünyaya gafil yakalandılar.
Coğrafyalarının dört bir yanı medreseydi, her köyde herkes bir ölçüde okumuş sayılırdı. Yetkileri Şeriatla sınırlandırılmış ağa, ilmini paylaşan âlim, çevresine maneviyatla güç veren tasavvuf dergâhı üç ayağı (ki aslında son ikisi iç içe geçtiği için birlikteliği de demek mümkün) üzerinde bir ulus olmaktan öte bir tür “mutlu cemaat” hayatı yaşıyorlardı. Modern bilimin bir iktidar aracı haline geldiğini fark edemediler.
Tasavvuf dergâhları, güçlü bir sosyal dayanışmayla maddi saadete kavuşmuş toplumu manen de doyuruyordu; ideolojiler çağında İslam’ın siyasi yanını eksik bırakmanın bir toplumu ideolojilerin ağzına atmak anlamına geleceğini birbirlerine anlatamadılar.
Tasavvuf dışında İslami uyanış, Suriye Kürtleri arasında bir “sosyal hareket”, bir “kurtuluş hareketi” olarak değil; tasavvufu eleştiren bir medrese tepkisi, bir ilmi gevezelik olarak kendini gösterdi, halka önderlik edecek bir yapıya bürünmekten yoksundu. İhvan-ı Müslimin geleneği üzerine onu aşan tek tük değerli kişi ise, Kamışlo gerçeği ile güney gerçeğinin (bütünde asla değil, ama ayrıntıda) ayrıştığını, bunu görmenin ulusçuluk olmadığını hatta ulusçuluğa karşı bir tepki olacağını anlayamadı; Fransız fitnesi içinde Kuzey, güneyin gerçeklerine zorlandı.
Nihayet, Modernizmin yıkıcılığını, Batı’nın insan haklarını etnik kökene endekslemesinin Şam yöneticileri üzerindeki etkisinin despotluğa dönüşmesini, Batı’nın önce kendi üretimi için bir açlık oluşturup sonra o açlığı kendi kârı için giderme hilelerindeki ustalığın kapılarında gördüler ve şaşkına döndüler.
Vakanın daha da acı yanı, bugün hâlâ o şaşkınlığın devam etmesidir. Bu şaşkınlık, canına kast edilen birinin kendisine kast edene “Beni öldürme, senin üstün olduğunu anladım” demesi gibidir.
Suriye Kürtleri, Suriye’nin yeni bir düzene girmesinin kesin olduğu bu ortamda artık bu şaşkınlığı atlamak, soğukkanlı düşünmek, çok yönlü düşünmek ve kendi değerleriyle düşünmek durumundalar.