Bu mesele ile alakalı görüş serd etmek, artık ciddi bir cesaret ve uhrevi bir mükellefiyet gerektiriyor. Bununla beraber, ümmetin hiçbir azasını dışarıda bırakmayacak şekilde çözümler öngören mülahazaların, mutlaka dile getirilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum. Haksız ve ölçüsüz eleştiri ve suçlamalara maruz kalma pahasına…
Açık olan şudur: Suriye’de meşruluğunu yitirmiş bir hükümet var. Böylesi bir durumun varlığı, direnen grupların tamamının İsrail’i düşman kabul eden ve Şeriat-ı Garra’yı benimseyen bir yapıda olduğunu ortaya koymuyor maalesef…
Direniş gruplarının İslami yönde homojen bir birlikteliğe sahip olduğu netlik kazanırsa, dünya istikbarını, küresel Siyonizm ve şeytanizmin elini güçlendirmeme adına, İran ve Hizbullah’a eleştirilerinde adalet- insaf ölçülerini kaçırmamaya çalışan ve bu meseleden dolayı İran ve Hizbullah’ın müktesebatını bir çırpıda yok saymayı, mezkûr şeytani güçlerin ekmeğine yağ sürmek olarak gören kimse ve kesimleri, elbette bu fikirlerini gözden geçirmeye sevk edecektir.
Geldiğimiz aşamada, Özgür Suriye Ordusu adı verilen yapının kahir ekseriyetinin eski baasçılardan oluşuyor olması, muhalefet hareketinin büyük oranda seküler bir karakter taşıyor olması, hatta yönetimi devraldıklarında yapacakları ilk işin köktendincilerin Suriye’deki varlığına son vereceklerini beyan etmiş ve İsrail ile iyi ilişkiler geliştireceklerini belirtmiş olmaları, CIA ve MOSSAD başta olmak üzere, Suriye’yi istedikleri kıvama getirme uğraşı veren birçok ülke ajanının buralarda cirit atıyor olması gibi onlarca nedenden dolayı, ümmetin vahdetini her türlü takdirin üzerinde gören kesimlerin meseleye çok temkinli yaklaşmalarına sebebiyet vermektedir. Tabi bu durum, sayıları az da olsa, İhvan ya da selefi karakter taşıyan Müslüman grupların haklı mücadelesine asla gölge düşürmemelidir.
Suriye’de rejim değişikliği ve muhalefeti örgütleme-silahlandırma hususunda başı çeken ülke olan Türkiye’nin, geldiğimiz noktada İhvan’dan bir yönetici adayı bulamamış olması, önce Manaf Talas, şimdi ise Tarık Şara gibi Hafız Esed döneminin katliamcı, katı laik baasçılarını yönetim için önermiş olması, meselelere ihtiyatlı yaklaşan kesimlerin haklılığını ortaya koymaktadır.
Suriye’de iç savaş başlamadan yani bunca masum sivilin kanı dökülmeden evvel, İran’ın İhvan’a iki bakanlık önerdiğini, ardından seçimlerin yapılması konusunda Esed’i ikna ettiğini, ancak İhvan’ın yeteri kadar tabanı olmadığı gerekçesiyle bunu kabul etmediğini de biliyoruz.
İran’ı ve Hizbullah’ı tebrie etme gibi özel bir gayretimiz yok, zira peygamberler hariç, her fani hata edebilir; hatta cürüm dahi işleyebilir.
Karşı olduğumuz husus, Türkiye-İran ilişkilerini, Yavuz-Şah İsmail rekabetine indirgeme çabalarıdır. Şunun çok iyi bilinmesi gerekiyor: Türkiye Yavuz Selim’i, İran da Şah İsmail’i temsil etmiyor artık. Temsiliyette köprünün altından çok sular akmış ve roller değişmiş. Batı medeniyetini korkuya sevk eden Osmanlı çizgisini hâlihazırda İran(hatası-sevabıyla); Amerika’nın Ortadoğu’daki tescilli jandarmalığını ve müttefikliğini yapan Şahlık rejiminin çizgisini ise stratejik ortaklık, BOP eşbaşkanlığı gibi kurumlar üzerinden sürdüren de Türkiye’dir. Bu, kabullenilmesi zor ama acı bir hakikattir. Avrupa’nın Osmanlı’ya, Osmanlı’nın da Avrupa’ya gebe olduğu hakikati gibi…
Şahsen İran’a olan sevgim de bu misyonu icra ettiğini düşünmemden kaynaklanmaktadır. İran değil, herhangi bir İslam devleti de olsaydı, benim açımdan bu sonuç değişmeyecekti. İçinde yaşadığım ülkenin böyle bir misyonu icra etmesini elbette tercih eder ve bununla gurur duyardım…
“İslam devletinin cenaze namazı kılındı, İslami bir devlet olmasa da olur, Kuran’da İslam devleti yoktur… “şeklindeki akademik derinlikli(!) kelami meselelerin ciddi kafa karışıklığına yol açtığı bir dönemde, “Bir şenliktir inkılâp” tadında İslam’ı, bir devlet pratiği haline getiren anlayışadır hüsn-ü niyetim…
Kurduğu “Darü’t Takrib” müessesesi ile emperyalizmin elindeki “mezhepçilik” kozunu almaya çalışma ferasetini gösteren, Filistin ve Kuds-u Şerif davamıza en büyük katkıyı sunan(Hamas yetkililerinin kendi beyanlarını esas alıyorum), son tahlilde “ Hz. Aişe başta olmak üzere sahabenin ileri gelenlerine dil uzatmak, kesin olarak haramdır.” fetvası(Fetva, taklit mercii olan Seyyid Ali Hamaney’e aittir) ile bin yıllık Şii-Safevi kadim geleneğini kökünden yok etmeye çalışan Rabbani gayretleredir toleranslı tutumum…
Hükümetin Suriye tezkeresini, mazlum Suriye halkını zalim Esed rejimine karşı korumak için mi ya da Suriye’nin kuzeyinde kurulması muhtemel bir Kürt yapılanmasına meydan vermemek için mi çıkardığının bile net olmadığı bir konjonktürde, (MHP’nin tezkereye “evet” gerekçesi çok iyi okunmalıdır) safların, “Zalim Esed ve karşısındaki tek ses tek nefes mücahit gruplar” şeklinde net olarak ayrılmadığını-kahırlanarak söylüyorum- görmek zorundayız.
Görmek zorunda olduğumuz bir diğer husus da, Suriye’de meydana gelecek bir savaşın –Esed gitse de kalsa da- Suriye’nin, İsrail’e arıza çıkarmayacak bir şekilde taksim edileceği hakikatidir. Kürtler, Sünniler ve Aleviler şeklinde, ihtilaf ve cerbezenin eksik olmadığı bir bölünme ile hem mevcut parçaları kendine muhtaç hale getirme hem de bunun üzerinden Türkiye, İran ve Irak’ı zapt u rapt altına alma hesabı güden, “Global gizli dünya devletinin” bu hesaplarını fark etmemek, tek bir ağaca odaklanıp ormanı gözden kaçırmak ve resmin büyüğünü görememektir.
Irak ve Afganistan’daki gibi batağa saplanma korkusu ve ekonomik kaygılar gibi nedenlerle bu işi bizzat kendisi yapmayan “Büyük Şeytan”ın, Türkiye’ye, “Aslanım be! Sen gir, arkanda ben varım!” yollu gaz verme seanslarının, onur incitici bir tarzda son sürat devam ettiğini de belirtmek gerekiyor.
Eyyamullaha teşne İbrahimi demlerdeyiz…”Ve mekeru ve mekerallah…” hakikatini unutmadan duaya sarılmak iktiza ediyor.
Ateş çukurunun kenarında dolaşan ümmete merhamet et Ya Rab!
İnsan kanının değil, İsmaillerini sana kurban etmek isteyen abid ve muhlis kullarının sana sundukları kurbanlıkların kanlarının aktığı bayramlar nasip et bize…
Selam olsun bu mukaddes akıbet için cehd eden ve İttihad-ı İslam’ı esas gaye ittihaz edinen civanmertlere… Buğz etmeden, yek diğer Müslüman kardeşini tahkir ve tekfir etmeden…”Eşidda u Ale’l küffar-Ruhama u beynehum” kararında…
Selam olsun duaları müstecab ve makbul Yusufilere, Muhacirlere, Ensarlara…
Ve selam olsun, asırlık cezaları “kerreteyn ve merreteyn” katmerliğinde yüklenip çetin imtihanları soğukkanlılıkla karşılayan ve Haleflerine Yaman bir mukavemet ruhu Nezreden, Tan şafağının müjdecisi, Cemal’e müştak bahtiyar kullara…
Halimi arza hicabım mani de olsa, “dide giryan, sine büryan” da olsa, “Bayramınız Mübarek Olsun!” diyorum.