Operasyonun beşinci gününde ABD’nin birbiriyle çelişen klasik açıklamalarını saymazsak “hamlesiz kalışı” dikkat çekiyor. Türkiye, Fırat’ın doğusuna yönelik başlattığı askeri harekât için Amerika’yı gerçekten ikna mı etti yoksa mecbur mu bıraktı? Zira son beş yılda Türkiye-Amerika ilişkilerinin gerilim kaynağı olarak Fırat’ın doğusundaki Pkk-PYD’nin silahlandırılması hususu hep tartışma konusu oldu. Buna rağmen Amerika ısrarla Ekim 2014’ten itibaren hiç saklama ihtiyacı duymadan Pkk’yi düzenli ordu konumuna getirmek için hiç ara vermedi. Şimdi ise farklı bir pozisyon takınmış durumda.
ABD’yle yapılan diplomatik ilişkinin sonuç vermediği bu süreçte Türkiye’nin bütün riskleri göze alıp operasyonu başlatma yolunu benimsedi denebilir. Zaten aylarca süren sınır bölgelerine yönelik askeri yığınaklar ve bu yığınaklara eşlik eden gerek siyasi gerekse askeri yetkililerden yapılan açıklamalar başlatılan operasyonu ilan ediyordu. Bu esnada ajanslara da yansıyan habere göre Amerikalı yetkililer Pkk-PYD tarafına “yakın zamanda yapılması beklenen Türkiye saldırısından onları koruyamayacaklarını bildirdi”. Buna karşılık Murat Karayılan’ın ABD’ye karşı sert bir açıklaması olmuştu.
Türkiye ile ABD arasında başından beri güvenli bölgenin derinliği, kontrolün kim tarafından sağlanacağı ve Pkk-PYD unsurlarının silahsızlandırılıp hangi bölgeye kadar çekileceğine dair anlaşmazlıklar bulunuyordu. Ağustos ayında ilan edilen “ortak devriye” mutabakatının ne kadar çürük ve işlevsiz olduğu kısa sürede anlaşıldı. ABD’nin Suriye’den çekilme, Türkiye’nin askeri harekât ve güvenli bölge planına barikat kurmaktan vazgeçme durumu dikkat çekicidir. Özellikle Pkk-PYD’ye verilen desteği kesme noktalarındaki açıklamaları sadece Türkiye-ABD ilişkileri bakımından değil, geniş manada Ortadoğu bölgesi açısından değerlendirilmelidir. Hatta Suudi Arabistan’daki “Aramco” saldırısı bile bu dengeyle iç içedir.
ABD’nin, Türkiye’nin askeri varlığıyla harekete geçişine engel olmayacağını beyan ederken Pkk-PYD’yi koruyup kollamak namına hiçbir teşebbüste bulunmayacağını da ilan ediyor. Ancak bütün bu beyanlara rağmen şimdiye kadar büyük miktarda para, silah ve askeri ekipman aktarmış olmasını hesaplamak gerek. Pkk-PYD’ye karşı bir sorumluluğu kalmadığına dair ilanların önümüzdeki dönemde şartların değişmesiyle geçersiz kalabileceğini akıldan hiç çıkarmamak lazım. Zira “büyük şeytan” şartlara göre pozisyon belirlemede son derece bukalemundur.
Görünen o ki, Türkiye askeri, istihbari ve siyasi açıdan kapsamlı hazırlıklar yapmış. Hatta kamuoyunu uzunca bir zamandır psikolojik açıdan motive ediyor. Fakat kolay ve kısa süreli bir “Barış Pınarı” harekâtı söylemi, gerçekçi bir bakış açısı değildir. Bu operasyonun en büyük riski başka ülkelerin müdahale etmesi olacaktır. Bu günlerde ABD, Suudi Arabistan ve Mısır’ı bu alana çekme peşindedir. Alanın çok geniş olması operasyon süresini uzatacak gibi. Bu durumda ABD’nin tavrı gidişata göre şekillenecektir. ABD’nin hem Türkiye, hem de Pkk-PYD’ye karşı pozisyon ve tutumu diğer komşu ülkelerin tutumuyla orantılı olacaktır. Zira ABD’nin farklı ve çelişkili açıklamaları da bunun neticesidir.